Yapay Zeka Felsefesi
Felsefe

Yapay Zeka Felsefesi – “Bilgisayarlar Diyarında İnsan Olmak”

Yapay Zeka Felsefesi…

Yapay Zeka Nedir?

Yapay zeka 1955 civarında gerçek bir bilim olarak başladı. Dartmouth’ta matematik profesörü olan John McCarthy, icat ettiği yapay zeka teriminin olasılıklarını hesaplamak ve sınırlarını araştırmak için bir proje başlatmaya karar verdi. Amaç, “makinelerin dili kullanmalarını, soyutlama ve kavramları oluşturmalarını, şu anda insanların çözebildiği türdeki problemleri çözmelerini ve kendilerini iyileştirmelerini “ sağlamaktı. Daha geniş tanımıyla yapay zeka verilere veya çevresine tepki veren teknolojilerdi. *

Günümüzde insanlar yapay zekadan söz ettiklerinde kastettikleri iki farklı şeydir. Biri “sınırlı yapay zeka”, diğeri ise, “yapay genel zeka”. Sınırlı yapay zeka aynı zamanda zayıf yapay zeka olarak da bilinir. Günlük hayatta kullandığımız ve oldukça işimize yarayan zeka türüdür. Sınırlı yapay zeka, bir bilgisayarın belirli bir türde problem çözme veya belirli bir işi yapma becerisidir.

Yapay genel zeka ise, insan kadar zeki ve çok yönlü olan bir yapay zeka türüdür. Bilimkurgu filmlerine konu olan, robotlarla birleştirilince dünyanın sonunu getirecek, insan işlevinin ayağını kaydıracak olan yapay bir genel zeka… Bir teknolojinin, yapay genel zeka unvanını kazanması için, sosyal ve duygusal zeka, geçmiş ve geleceği düşünme becerilerinin yanında yaratıcılık ve özgünlük gibi insanların sahip olduğu çeşitli zeka türlerinin tüm aralığını sergilemesi gerekir.

“…İnsanın, dünya egemenliğinde bir sonraki varisi ne tür bir yaratık olabilir?… Öyle görünüyor ki kendi varislerimizi kendimiz yaratıyoruz. Çağlar sonra kendimizi aşağı ırk olarak bulacağız. Güçte aşağı, özkontrolün manevi niteliğinde aşağı. Onlara, en iyi ve akıllı amacı hedeflemeye cüret edebileceği her şeyin zirvesi olarak hayranlık duyacağız. Ne kötücül ihtiraslar, ne kıskançlık, ne tamahkarlık ne de saf olmayan arzular bu şahane yaratıkların dingin gücünü bozacak.”* –Samuel Butler, Darwin Makineler Arasında (1863)

Yapay Zekanın Kökenleri

İnsanın ilk çağında ateş, ilk çok işlevli teknolojiydi.  İnsanın güvenlik, ısınma ve yiyecekleri pişirmesine yarıyordu. Pişirme sayesinde kalori alımımız artmıştı. Böylelikle enerji alımımızda orantılı bir şekilde artıyordu. Bu yeni enerjiyle beynimiz büyüyerek, atalarımızdan daha karmaşık bir yapıya büründü. Böylelikle insanlığın “her şeyi” beyinlerine yatırma çağı başlamış, üretilen teknolojilerin ardı arkası kesilmemişti. Teknoloji, bilginin bir öğeye, sürece, tekniğe uygulanmasıydı. Ateşten sonra gelen dil teknolojisi, insanlığın bilgi alışverişini mümkün kıldı. Dil, fikirlerin sembolleriydi. Gelişmenin ilk şartı olan hayalgücüne şekil verilmeye başlanmıştı.

İnsanlığın ikinci çağında tarım ve şehir teknolojileri ortaya çıkmaya başladı. İnsan afyon kullanmaya, zarlarla kumar oynamaya, makyaj yapmaya ve altın takılar takmaya başladı. Toprağı ve bitkileri kontrol etme arzusu, gezgin doğamızı yerleşik hayata çiviledi. Hayal gücü gelişimin ilk şartıydı. Tarım ise bize ikinci şartı verdi: “gelecek fikrinin icadı”.*

Üçüncü çağ yazı ve tekerlekti. Fikirler artık insan aklının dışında da pekala yaşayabilirdi. Yazı insanın başka insanlarla iletişimini ve bilgi alışverişini büyük oranda arttırdı ancak bir diğer özelliği ateşin beslenmedeki rolü gibi insana dışarıdan destek sağlamasıydı. Yazı, insan hafızasının yardımcı rolünü üstlendi.

Dördüncü çağ, yapay zeka ve robotlar çağıydı. İnsanlık evreni hesaplama çabasına antik çağlarda başlamıştı, bunun yanında insanı da araştırmaya koyulmuştu. Rüyalar neydi, insan ruhu nerdeydi ve nereye gidiyordu? Modern çağ ile birlikte ruh anlayışı, zihin kavrayışına büründü. İnsan bir makineye benzetildi. Zihin de bir mekanizma olarak kavranıldı.

Marshall McLuhan onlarca yıl önce şöyle söylüyordu, “bilgisayar insanın teknolojik giysilerinin en olağanüstüsü; bizim merkezi sinir sistemimizin bir uzantısı. Tekerlek onun yanında olsa olsa hulahop gibi kalır.”

Bilgisayarın Tarihi

Sanayi sistemi, kentleşmiş medeniyetlerin üretim işlevini  insan elinden, makine sistemine geçmesinin olanağını vermişti. Yapay zekanın yolunu açan ise, bilgisayarlar özellikle transistörlerin icadı olmuştu. Babbage makinelerin hesap yapabileceklerini fark etti. Turing’in katkısı bilgisayarların program da çalışabilecekleri oldu. Von Neumann donanımı nasıl kuracağını çözdü ve Shannon yazılımın ilk başta matematik problemleri gibi görünmeyen şeyleri nasıl yapabileceğini gösterdi. 1960-1970 yıllarında, tek bir dev ağ oluşturacak şekilde bilgisayarları bağlamanın mantıklı olacağı kadar yeterli bilgisayar üretilmeye başlandı. Buna “internet” denildi.*

Yapay Zeka Felsefesi | Üç Büyük Soru

“Evrenin bileşeni nedir?”: Yapay zekanın mümkünlüğüyle ilgili birinci önemli soru, evrenin bileşiği sorunudur. Bu soruyla ilgili iki temel görüş vardır. Monizm ve düalizm. Monizm, evreni tek bir perspektife indirgiyordu. Buna materyalizm veya fiziksellikte denir. İnsan bir makinedir, zira zihin de madde bakış açısıyla açıklanabilir. Düalizm ise Descartes’ten itibaren gelen beden ve ruh, zihin, akıl ikiliğidir.

“Biz neyiz?”: Yapay zeka çalışmaları, insan beyninin, zihninin sayısal verilere dökülme çabasıydı. Yapay zeka araştırmalarında insanın tanımı oldukça önemlidir. İnsan nedir? Makine? Hayvan? İnsan? Belki de insanlık ortaya çıkan bir şeydir, beynimizin karmaşıklığının bir yan ürünüdür. Aristoteles, bizi insan yapan şeyin gülmemiz olduğunu söyler.* Dalai Lama bunu şöyle ifade etmiştir:

“İnsanlar makine değildir. Biz daha fazlasıyız. Duygu ve deneyime sahibiz. Maddi rahatlıklar bizi tatmin etmeye yetmez. Daha derin bir şeye ihtiyacımız var: insan sevgisi.”

“Benliğiniz nedir?”: Benliğimiz ne olursa olsun, ayrılmaz bir şekilde bilince bağlıdır. Deneyimi ve hisleri barındıran, henüz bilim camiasında çözülememiş olan bir unsur…  Üç olasılık var: beynimizin zekice bir numarası,  evrimsel süreçte ortaya çıkan bir zihin veya daha mistikvari bir şekilde ruh.

 Eğer bilincin kaynağı beyinse bir organ nasıl yaratıcı olabilir? 1,4 kilogramlık doku nasıl aşık olabilir? Basit nöronlar bir şeyin komik olduğunu nasıl düşünebilir? Bilincin ne olduğuna dair yaygın bir fikir birliği vardır: “Öznel deneyimlerin, birinci şahıs durumlarınızın tümünün hissidir.” Mesele daha çok bilincin nasıl ortaya çıktığıyla ilgilidir. Diğer yandan makineler evrim geçirebilirse veyahut insan zor problem (Qualia)  olan bilinç sorusuna bir cevap bulabilirse ve bunu makinelerde uygulayabilirse, insan gerçekten bunu bilebilir mi? Buna “başka zihinler problemi” denir. Bir insan, başka bir insanın zihin sahibi olduğunu bile bilemezken, bir makine çıkıp, benim bir bilincim var ve canım acıyor derse; bunu nasıl bilebiliriz?

Bilinç sorununa dahil olan bir diğer sorun da imge meselesidir. Düşler kurmak ve düşleri gerçeğe dönüştürmek, insanlığın gerçek yaşamla mücadelesinde ve teknolojiyi üretmesindeki en önemli katalizörlerden biri olmuştur. Yapay zeka odaklı tasarlanmış, görsel algılaması olan bir sistemde imgeler oluşması mümkün müdür? Sanatsal ürünler ortaya koyan bir zeki sistemde imge oluşumunu yorumlayabilir miyiz? İmgesel anlamlar çıkardığımız zaman bu anlamların insani algılamalarla benzerliklerini/farklılıklarını hangi ölçütlerle sınayabiliriz? İmgesel çıkarımlar da öğrenilebilir mi? Bu durumda bilinç ve zihin problemiyle nasıl bağlantı kurabiliriz? Zeki sistemler çağa veya hitap kesimine dair önyargısız eserler oluşturabilir mi?”**

Yapay Zeka Felsefesi

Yapay zeka felsefesi, literatürdeki çeşitli felsefi bakış açılarıyla birleştirilerek yapılsa da düşüncelerin güncel teknolojik olgularla, değişen insanla ve toplumla tekrar tekrar ele alınması oldukça kritiktir. Ve en önemlisi, yapay zekadan yararlanabilmek için doğru soru sormayı öğrenmek elzem hale gelmiştir.

Yapay zeka insan bakış açısıyla yorumladığımız zekayı hangi düzeyde işletebilmektedir? Yapay zeka kapsamında öğrenen algoritmalara “öğrenen” kabiliyetini atfetmek ne kadar doğrudur? İnsanlar olarak tam anlamıyla çözümleyemediğimiz zeka olgusunu, sayısal sistemlere empoze etmede ne kadar yetkin durumdayız? **

Zeka genel olarak karmaşık zihinsel süreçlerden destek alarak problemi çözme yeteneğine verilen addır. Yapay zeka ise, insanın doğal zekasını makinelere, robotlara giydirme teknolojisi, denilebilir. İnsanın beden ve zihinden oluşan bir makine olduğu görüşü, günümüz bilimine sinmiştir ve yapay zeka bilimi insana has doğal zekayı, yapay zeka sistemine; insanın bedenini ise makine veyahut robota dönüştürmeye ve benzetmeye çaba göstermiştir. İnsan adı verilen varlık; yaşayan, yaşadığı yerde öğrenen, öğreten, kültür ve değerler oluşturan, öğrendiklerini çözüme ve ürüne dönüştüren bir faktör olarak bütün bu süreçleri tarihler boyunca işlemiş, zorunlu ve keyfi teknolojik oluşumların da temsilcisi olagelmiştir.

Ancak teknolojik gelişmelerle, öğrenilen ve işlenmesi gereken bilginin miktarı da artmış, bilginin işlenmesi insana özgü yeterliliklerin önüne geçmiştir. Böylelikle doğal zekanın sayısallaştırılmasıyla yapay zeka sistemi, tıpkı ateşin buluşu gibi insanların hayatını kolaylaştıracak bir araç haline gelmiştir. Ve yapay zeka ne kadar bizim için kolaylaştırıcı bir ürünse, bizde onun için bilgi edinebileceği bir ürüne dönüvermiştik.

Sahiden yapay zeka, sadece insanın hayatını kolaylaştırmak amacıyla mı icat edilmişti? Şayet öyleyse bile, yapay zeka çalışmaları sayesinde insanın ne olduğu veya ne olmadığıyla ilgili bir araştırmalar silsilesine yol açtığı kesindi. Yapay zekayı ortaya koyma yolunda insan bilimsel ilerlemeyi ve yaşamı pratikleştirmeyi ön planda tutmuş olsa da bilinçaltında tanrılaşma isteğinin de yer aldığı aşikardı.

“Zeki sistemlerde inanç olgusunu görebilir miyiz? Bu açıdan yapay zekanın insanları tanrıları olarak görmesi ‘kendi kendine oluşabilecek’ bir sonuç mu yoksa insan tetiklemesi bir sebep mi olacaktır? Belki de zeki sistemler kendi aralarında inanç sistemlerini oluşturacaklardır; kim bilir?”**

Düşünen Bir Varlık Olarak | İnsan

Bilim, insanı akılsal bir boyutta tanımaya çalışan bir araçtı. Modern dönemden itibaren insan “düşünen bir varlık” olarak zihinlere işlenmiştir. İnsan bir canlıdır. Yaratıktır. Ancak insanın aklı yoluyla düşünebilmesi, evrim sürecinde onun varlığını sürdürebilmesinin yegane mirasıdır.

Yapay zeka çağıyla birlikte görüldü ki, insan madem düşünen bir makineydi; İnsan bunu icat edebilirdi. En azından buna fazlasıyla kalkıştı ve denemelerinin hızları katlanarak artıyordu. Durdurulmalı mıydı? Düşünen bir makinenin icadı, insanları neden bu kadar korku dolu senaryolar yazmaya itmişti? Düşünme işlevi bunca zaman yüceltilmiş ve insanın yegane özelliği haline gelmişti; şimdi ise insanlığa duygusal varlık oluşu mu kalmıştı?

Bir çağ kapanıp, diğeri açılırken hep böylesi distopik hikayelerin kapıları aralanmıştı. Helenistik dönemden, Ortaçağ’a geçerken insanlar kötülük sorunu ve toplumsal düzenin bu denli karışıklığıyla ilgili varoluşsal krizlere girmiş ne kadar direnirse dirensin sonunda bu krizlere tampon niyetine Hıristiyanlığı basmıştı. Doğu’nun Ortaçağ döneminde de durum aynıydı. Tanrı merkezli bir evren ve düşünce sistemi inşa edilmiş; bunu bozacak olan Bruno ve Hallac-ı Mansur gibi figürler, ölesiye korku salmışlardı.

Çağlar, kendi içinde gerçeği arıyordu. Ve sorguladıkça bir kapı kapanıyor, diğeri açılıyordu. Felsefe nasıl Ortaçağ’da dinin tekeline alındıysa, şimdi de bilimin tekeline alınmış gibi gözükmekteydi. İnsan, Tanrı’nın kulu ve dünya da evrenin merkezi denilirken; insan düşünen bir makine, evren güneş merkezli bir sistem olarak ilan edilmiş; doğa ise, insanın kendini ve yaşadığı diyarı öğrenmek için fethedilecek bir laboratuvara dönüşmüştü. Newton ve Einstein gibi bilim adamlarının söyledikleri araştırmaların belkemiği olmuştu.

 Şimdi ise, kuantum fiziğiyle yapay zeka gibi fikirler çağımızda kol geziyordu. İnsan biriktirerek öğreniyor ama bir yandan da Poppercı anlamla yanlışlayarak gidiyor gibi gözüküyordu. Yapay zeka çağı gelmiş ve çatmıştı. Ne kadar istemiyoruz, mesleklerimizi elimizden alacak; insanların yerine geçecek, insanlık körelecek, sonumuz gelecek gibi komplo teorileri kurulsa da; yapay sınırlı zeka araçları, insan yaşamının en büyük alışkanlıklarından biri olmuştu. Dışsal uzvumuz olarak telefonlar, bilgisayarlar, akıllı evler, ev eşyaları, saatler ve daha nicesi… Bizim yerimize sürekli bir şeyler yapan cihazlar. Belki de makineler veya robotlar çoktan “bizim?” yerimizi almıştı da biz henüz fark edememiştik.

Daha İyi Bir İnsan | Robotlar

Mesele daha çok  “yapay genel zeka” denilen, günümüz insan tanımının, tam anlamıyla sayısallaştırılabilmesi ve algoritmalara indirgenmesiydi. Düşünen bir makine olarak insan, tamamen sayısallaştırılırsa ne olacaktı? Robotsu insanlar, şüphesiz bizden daha iyi birer insan olacaktı? Bize ne kalacaktı? İnsanlık, tek tipleşmeye ve robotlaşmaya çalışırken; hız çağında anlamdan yoksun yaşamlarına daha fazlasını isterken, insanı, insan yapan ne olacaktı?

Şüphesiz düşünen bir varlık olarak insan miti geçmişte kalacaktı. Yapay zeka çağında insana kalanlar, şüphesiz insanı asıl var eden şeyler olacaktı. Ve belki de  bu sefer içi boşalmamış, gerçek bir insan tanımı ortaya koyabilecektik. İnsana anlamını ve değerini verebilecektik. Varoluşsal sancılar ve intihar oranları azalacaktı. İnsan demirlerle, betonlarla belki de robotlarla çevrelenmiş etrafına bakınca, kendi naif ve güçsüzlüğünü idrak edecek, bunu kabullenecek ve çok da bir önemi olmadığını anlayacak, kendi değerini “kendince” kendine verebilecekti. Robot, kendi işini yapınca insan, insan olduğunu hatırlayacaktı(?).

Yapay Zeka Felsefesi ve Etik

Etik kavramı insan davranış ve yaklaşımlarını doğru veya yanlış boyutunda irdelemek, değerlendirmek anlamını taşımaktadır. Zekanın yapaylaştırılması ve bu nedenle doğal zeka ile bağlantılanmış bilinç, zihin gibi olguların, hatta bu olgularla ilişkili ürünlerin (ahlak, duygu, acı, vicdan… vs.) sayısal olarak kodlanmış bir ortamda nasıl konumlandırılacağının bilinmemesi bir diğer önemli yapay genel zeka sorunudur.** Diğer yandan bunu yapabiliyor olsak bile… Makine öğrenmesi altındaki teknikler/ algoritmalar gerçekten insan gibi öğrenebilmekte midir? Peki ya değerler? Etikler? İnsanlarla yaşaması gereken robotların, etik değerlerini kim kodlayacaktır? Bilim dünyası etik kavramının zeki sistemler için nasıl modelleneceği hususunda olduğu kadar, insan ve zeki sistem arasındaki etik paylaşımın ortak noktasını bulma yönündeki çabalar içerisinde de boğuşmaktadır.

Yapay zeka,  tek bir zeki sistemin etikliği kadar kolektif bilincin taşıdığı etikliği de içermek zorundaydı. Bir kültürün, düşünceler silsilesinin içine doğan insan gibi, yapay bir zekada insan tasarımı oluşuyla, şüphesiz böyle olacaktı. Yapay zeka, doğal zekanın bir taklidi olacaksa, insan önyargısı, kodlanmış makine önyargısına (ProPublica) dönüşmeyecek miydi? Örneğin hukuk alanında yapılan araştırmalar, suçluları tahmin etmede kullanılan algoritmanın siyahlara karşı önyargılı olduğunu tespit edilmişti.

Veyahut insan ve tarihinden verilerini alan bir robot, asırlarca süregelen cinsiyet eşitsizliği, ırkçılık ve nice kötülüğü de içinde barındıracak olmasıyla, eğer olursa nasıl bir bilince sahip olabilirdi? Veya şöyle de sorulabilirdi: İnsanın yaşamını kolaylaştırmak için icat edilen bir zeka sistemi, ne gibi insanları kayırır ve kimilerini dışlardı? Makine önyargısı insanın etik geçmişini su yüzüne çıkartıyordu. Etik sorunlarımızı çözmeden yapay zekayı dünyaya salmak tarihteki soykırımın tekerrür etmesi gibiydi… Ki yapay zekayı olumsuzlayanlar tarafından öne atılan senaryolarda bu yöndeydi.

Isaac Asimov 1942’de yazdığı, daha sonra “Ben, Robot “ kitap dizisi haline getirdiği kısa bir öyküsünde yapay zekaya etik kurallar kodlama fikrini kullandı. Asimov robotların çıkarlarının, insanların çıkarlarıyla asla çelişmemesi için her robota programlanması gereken üç yasa ortaya attı:

  • Bir robot bir insana zarar veremez veya hareketsiz kalarak bir insanın zarar görmesine yol açamaz.
  • Bir robot ilk yasayla çelişen durumlar hariç insanların verdiği yasalara itaat etmelidir.
  • Bir robot birinci veya ikinci yasayla çelişmediği müddetçe kendi varlığını korumalıdır.

Ne oldu dersiniz? Bir robot bilinçlendi ve bunun farkına varılınca suçlu/hatalı/bozuk bulundu. Önce hapishaneye sonrasında robotun suç işleyemeyeceğini ancak bozulmuş olabileceği gerekçesiyle kapatılmasına/öldürülmesine karar verildi. Robot ise, -ölmek istemediğini- beyan etti. Sahibine karşı sevgi duyuyordu bu yüzden onun ricasını kırmayıp, insanlığın iyiliği için tasarımcısını öldürmüştü, suçu buydu… Diğer yandan diğer yapay zeka sistemleri bir genel algoritmaya  bağlıydı ve bu algoritma yasalar gereğince insanlığın ve dünyanın iyiliği için insan ırkının yok edilmesi gerektiğini öne sürmüş ve tüm robotları bunun için yönlendirmişti…

“Bir gün hayalleri ve sırları olacak!” -I, robot.

Yapay zeka hangi etik kuramlar çerçevesinde çalışmalıdır? Yapay zeka için evrensel etik kurallar belirlemek ne derece mümkündür? İnsan ve yapay zeka arasında etiklik açısından nasıl köprü kurulabilir? Etik kararlarda zeki sistemler rol almalı mıdır? Yapay zeka sistemleri yerel mi, yoksa kültürel mi olmalıdır? Yapay zeka için yeni nesil etik kurallar tanımlayabilir miyiz? Teknolojinin oluşturacağı etik ilkeler ile insani etik ilkeler arasında çatışmalar olacak mıdır? Etik bakış açıları bakımından farklılıklar insan ürünü zeki sistemleri nasıl etkiler? Risk oluşturan insani eylemleri, hız, mekan ve zaman gibi kısıtlar karşısında yine de zeki sistemlerin yapmasını kabul eder miyiz? Kolektif zeki sistem davranışlarının insanoğluna göre daha doğru etik kararlarla oluşturacağına inanıyor muyuz? İnsan yerine zeki sistemi koyduğumuzda, bu durum insani değerlerden vazgeçme potansiyeli taşımakta mıdır? Örneğin tıp alanında, hastalığın yanlış teşhisini yapan bir yapay zekanın suçunu kim üstlenecektir? Zeki sistemin ilgili problemi insanın yerine çözmesi uzun vadede insanlarda körelmelere sebep olabilir mi?**

Robotlar Bütün Meslekleri Elimizden Alacak

Otonom olarak iş gören bir alet insanın yerini alabilir mi? Üç olasılık var: Yapay zeka insanların tüm mesleklerini elinden alacak, yapay zeka alanı kısmen meslekleri elimizden alacak veya yapay zeka yeni iş modelleri yaratacağından mesleklerimizden olmayacağız.

Birinci Olasılık: “Yapay Zeka Tüm Meslekleri Elimizden Alacak” Varsayımları*

  • İnsan makinedir.
  • İnsan makine olduğu için, mekanik bir insan yapabiliriz.
  • Mekanik insanlarda yaratıcılık dahil, zihinsel becerilerimizin hepsi olurdu.
  • Bu bilinçli makineler bizim pis işlerimizi yapmak ister ve,
  • İstesin veya istemesin, onu zorlayarak, fiili mekanik köleler yaratacağız.
  • Bu tarz mekanik insanlar üretmek ekonomik yönden daha uygun olur.
  • Makinalar o kadar ucuz ve verimli olacak ki insan işgücü kullanmaktan daha ucuz olacaklar.
  • Makineye yeni bir beceri öğretmenin programlama maliyeti artı makineyi çalıştırma maliyeti, bir insana bunu yapması için ödenen işgücü maaliyetinden daima daha az olacak.
  • İnsanlar, makinelerin yapamadıkları başka işleri bulma becerisinden yoksunlar.

İkinci Olasılık: “Makineler Bazı Meslekleri Elimizden Alır” Varsayımları*

  • Makineler ve teknoloji net bir iş kaybına sebep olur.
  • Çok fazla meslek çok hızlı yok olacak.
  • Yeterince meslek yeterince hızlı yaratılmayacak.
  • İşlerini ilk kaybedenler düşük vasıflı işçiler olacak.
  • Gelecekte bu işçiler için yeterli iş olmayacak.

Üçüncü Olasılık: “Makineler Elimizden Hiçbir Mesleği Alamaz” Varsayımları*

  • Makinelerin asla yapamayacağı birçok iş vardır.
  • Gerçekte sonsuz sayıda iş vardır.
  • Her halükarda çalışırdık.

“Zeki sistemler mesleklerimizi elimizden alacak diye endişelenirken acaba insani değerlerin kaybına, ürün haline gelen insan sorununu gözden kaçırıyor olabilir miyiz?”**

Sosyal Çalkantı ve Evrensel Temel Gelir | Yapay Zeka Felsefesi

Yapay zeka robotları ister elimizden tüm meslekleri alsın, ister almasın gelir eşitsizliği uçurumu giderek artan bir problem olacak gibi gözükmektedir. Klişe olarak günlük hayatımızda da dilimizden düşmeyen, zengin daha da zenginleşiyor, fakir daha çok fakirleşiyor düşüncesinin yine devam edeceği tahmin ediliyor. Görünüşe göre günümüzde ve gelecekte yeni teknolojinin ekonomik yararları zengine  yoksuldan daha çok katkıda bulunacak ve böylelikle “sosyal çalkantı” kaçınılmaz olacak, distopik senaryonun içinde fakirlerin zenginlere karşı devrim niteliğinde bir başkaldırış sergileneceğinin kaçınılmaz olduğu söyleniyor.

 Diğer yandan bu sorunun önüne geçebilmek için “evrensel temel gelir” fikri öne atılıyor. Evrensel temel gelir düşüncesi modern doğuşunun kökenlerinin izi, iki farklı genel argümanı olan 1700’lerin filozoflarına denk sürülebilir. İlki kimsenin “hayatını kazanmak”, yani yaşama hakkını kazanmak zorunda olmamasıdır. Bütün insanlar, kendilerini ekonomik olarak destekleyebilsin veya destekleyemesin, var olma hakkına sahiptir. Gelir kazanabilme becerisi hayatta kalma haklarından ayrılmalıdır. Bu temel insan hakları argümanıdır. Diğer argüman ise tamamen farklıdır ve insan haklarıyla değil mülkiyet haklarıyla ilgilidir. Bu bilimsel bilgi, sosyal kurumlar ile dil, para ve yasa gibi ortak uzlaşımların yasal olarak herkesin sahip olduğu şeyler olarak görülmesi gerektiği görüşüdür.*

Evrensel temel gelir (UBI) fikri hiçbir zaman tamamen gözden düşmemiştir. Buckminster Fuller şiddetle bunu savundu:

“Herkesin hayatını kazanması gerektiği şeklindeki, görünüşte doğru fakat gerçekte yanlış görüşten kurtulmalıyız. Herkesin angarya bir işte çalıştırılması gerektiği gibi yanlış bir fikir yüzünden iş icat edip duruyoruz çünkü Malthusçu-Darwinci teoriye göre insanın var olma hakkını doğrulaması gerekiyor. O yüzden teftişçilerin teftişçileri var ve teftişçilerin teftişçileri teftiş etmeleri için insanlar alet edevat yapıyor. İnsanların asıl işi okula geri dönmek ve birileri geliğ de hayatlarını kazanmaları gerektiğini söylemeden önce ne hakkında düşünüyorlarsa onunn hakkında düşünmeye devam etmek olacaktır.”*

Güvenlik ve beslenmek için ateşi, hatırlamak için yazıyı bulduğumuzdan beri… Köleden makineye, makineden yapay zekaya giden bir zincir silsilesi oluşmuştur. Sürekli olarak isteyen insan daha fazlasını isteyip, kendine zaman yaratmanın ve hatta zamanı da satın almanın yollarını aramışlardır.

Tembel olmak istiyorduk. Tembelliği böylesine yücelten başka bir cins yoktu.  Pekala, tembel hayvanlar kadar… Belki de artık insanı Descartes’ten beri gelen düşünen bir varlık olarak görme önyargısından kurtulmak gerekliydi. İnsanın tanımını baştan yapmak kaçınılmaz gözüküyordu. İnsan belki de manayı barındıran, düşünmeyi düşünebilen, meditatif icraatlarda bulunabilen, duygusal bir yaratıktı. Bir bilgisayar, meditasyon yapabilir miydi? Veya sigara içmek isteyebilir miydi?

Nasıl ki her çağda farklı bir gerçeğe gidilen yolda çığlıklar kopar, kabul veremez, insan aklının konforu bozulmuştur. Belki de çağımız, öyle bir çağdır. Tüm doğru diye bildiğimiz ön kabuller yerle bir olacaktır. Nasıl ki dünya ekosisteminin iyiliği için konforumuzun, alışkanlıklarımızın dışına çıkamıyorsak; yapay zeka meselesinde de hem akli hem de pratik yaşamımızdaki konforumuzdan çıkmaya korktuğumuz için bu denli kötücül senaryolar yazıyoruzdur. Çağın jenerasyonu yapay zeka teknolojisiyle komplo bilimkurgu filmlerinde tanışıklık sağlıyor.

Böyle bir tanışıklıktan ziyade kamu basınlarında ilgili yetkililere -bilime- daha fazla yer verilmesi ve eğitim sistemimize yapay zeka ve teknoloji derslerinin dahil edilmesiyle daha farkındalıklı bir insanlığın oluşabilmesine ve yeni çağ insanlarının teknolojinin insani değerler içinde oluşturulması için elini taşın altına koymalarına olanak sağlanabilir.

Kaynakça ve Alıntılar:

*Yapay Zeka Çağı – Byron Reese

**Yapay Zeka Felsefesi – Doç. Dr. Utku Köse

***50 Soruda Yapay Zeka – Cem Say

Uludağ Üniversitesi | Dr. Zeynep Berke hocamın ders anlatımı ilhamıyla…