Marx Felsefesi
Batı Felsefesi,  Felsefe

Marx Felsefesi – “Paranın Olmadığı Bir Dünya”

Marx Felsefesi

Karl Marx, günümüzde de güncel olan bir sorunun temel açılımını yapmış, disiplinler arasında çalışan sadece felsefeci kimliği olmayan bir düşünürdür. Başka bir yönüyle ise materyalizmi yeniden canlandıran kişidir; materyalizme yeni bir yorum katmış ve insan tarihiyle yeni bir bağlantı kazandırmıştır. Ancak bu, on sekizinci türü bir materyalizm değildir. Marx’ın Hegelciliğin de etkisiyle “diyalektik” dediği kendi materyalizmi, geleneksel materyalizmden önemli ölçüde farklıydı ve araçsallık denilen şeye daha yakındı.

Eski materyalizm, diyordu Marx, yanlış bir biçimde pasif görünüyor ve bu nedenle etkinliği öncelikle nesneye atfediyordu. Marx Felsefesi’ne göre her duyum ya da algı özne ile nesne arasındaki bir etkileşimdir; çıplak nesne, algılayanın etkinliğinden ayrı olarak, bilinme sürecinde dönüştürülen bir hammaddedir. Eski pasif tefekkür anlamında bilgi gerçekdışı bir soyutlamadır; gerçekten gerçekleşen süreç, şeyleri ele alma sürecidir.

“Nesne hakikatin insan düşünmesine ait olup olmadığı sorusu teorinin bir sorunu değil, pratik bir sorundur…Düşüncenin hakikati, yani gerçekliği ve gücü pratikte kanıtlanmalıdır. Pratikten yalıtılmış bir düşüncenin gerçekliği ya da gerçekdışılığı konusunda anlaşmazlık, salt skolastik bir sorundur… Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, ama asıl görev onu değiştirmektir.” -Feuerbach Üzerine On Bir Tez, 1845

Marx Felsefesi Diyalektiği ve Tarih Felsefesi

Filozofların bilgi arayışları dedikleri süreç, sanıldığı gibi, nesnenin değişmez kaldığı ve tüm uyuşmanın bilen tarafında gerçekleştiği bir süreç değildir. Aksine hem nesne hem özne, hem bilen hem bilinen şey sürekli karşılıklı bir uyuşma süreci içindedir. Hiçbir zaman tam olarak tamamlanmadığı için bu sürece “diyalektik” denir.

Marx’ın tarih felsefesi Hegel ile İngiliz iktisatçılarının bir harmanlanmasıdır. Hegel gibi dünyanın diyalektik formüle göre geliştiğini düşünür; ama bu gelişmenin itici gücü konusunda Hegel ile tamamen farklılaşır. Hegel’e göre bu itici güç, tin iken; Marx’ın itici gücü maddedir. Ama bu madde, atomcuların tamamen insansızlaştırılmış maddesi değil, ele aldığımız kendine özgü anlamda bir maddedir; yani Marx’a göre itici güç gerçekte insanın maddeyle ilişkisidir ve bu ilişkinin en önemli bölümü de insanın üretim tarzıdır. Bu şekilde Marx’ın materyalizmi, pratikte iktisat olur.

İnsanlık tarihinde her çağın siyaseti, dini, felsefesi ve sanatı, Marx’a göre, o çağın üretim ve daha az ölçüde olmak üzere bölüşüm yöntemlerinin bir sonucudur. Bu öğretiye “materyalist tarih kavrayışı” denir.

Kapitalizm

Marx kendi tarih felsefesini, Hegelci diyalektiğin önerdiği bir kalıba uydurdu; ama aslında onu ilgilendiren yalnızca bir üçlü vardı: Toprak sahibinin temsil ettiği feodalizm, işverenin temsil ettiği kapitalizm ve emekçinin temsil ettiği sosyalizm. Hegel, diyalektik hareketin taşıyıcıları olarak ulusları düşündü; Marx onların yerine sınıfları geçirdi. Marx kendi sosyolojik, ekonomik görüşlerine felsefi bir elbise giydirmişti.

Marx özetle, kapitalizmin sürdürülebilir bir düzen olmadığını savunmuştur. Nasıl ki feodalizmde bir sömürü sistemi geçerliyse ve emeğin artı değeri toprak ağasının eline geçiyorsa, sanayi devrimiyle birlikte bu artı değer toprak ağasının yerine üretim araçlarının sahiplerinin eline geçmekteydi. Sömürünün şekli değişse de, sömürü unsuru kapitalizm düzeninde de devam ediyordu.

“Bu dünyada iki çeşit insan var. Emeğiyle hak ettiği parayı kazananlar ve bu emekten kar edenler.” -Genç Marx (2017)

İşçi bir ürün ortaya koyuyordu ancak serbest piyasa ekonomisi bağlamındaki satış sürecinde oluşan artı değerden işçi bir pay almıyordu. Sonuç olarak, sermaye sahibi daha da fazla zenginleşiyor fakat asıl emeği olan işçi fakirleşiyordu.  Sermaye ve işçi arasındaki bu çatışma kaçınılmaz olarak tarihsel koşullar gereği yıkılmak zorundaydı. Kapitalizm düzenindeki bu sınıflı toplum düzeninden sınıfsız toplum düzenine tarihsel ve iktisadi koşulların zorunluluğu sebebiyle geçilecekti. Sınıfsız toplum adını verdiği model de Komünizm’di. Marx,  özel mülkiyetin ve sermayenin olmadığı bir sisteme geçişin kaçınılmaz olacağını savunuyordu.

Marx Felsefesi – Yabancılaşma

 İşçi çalışan kapitalist düzende hem kendi emeğine hem kendi ortaya koyduğu ürüne hem de kendisini gerçekleştiremediği için kendine bir yabancılaşma yaşamaktaydı. Mağdur daha çok işçiydi. Ancak sermayeyi elinde barındıranlar da mağdurdu. Sürekli çarkın dönmesi için başta olmak zorundalardı. Yoksa batarlardı. Genel olarak insanlığın kendine yabancılaşmasıydı, bu süreç. İnsanın değeri, emeğiydi. Üretebilir olmasıydı. Ancak sanayileşmeyle birlikte ürettiği ürüne değil, ürünün sadece bir kısmına vakıftı. İnsanı insan yapan şey, üretken olmasıydı. Kapitalizm insanın, insanlığını elinden alıyordu.

Marx ve Din

Kendine yabancılaşan insan, dini afyon olarak bağrına basar. Marx’a göre din, bir illüzyondur. Dinin kendisinden özgürleşmenin yolu, iktisadi koşulları değiştirme yoluyla mümkün olan bir şeydir. Kısacası, kapitalizmin ortadan kalkması gerekiyordu. Şayet din, kapitalist düzeninin ürettiği bir şeydi. O zaman dini ortaya çıkartan nedenler ortadan kalktığından, din de ortaya kalkacaktı. Bu açıdan sadece dinden kurtulmak, Marx’a göre yeterli değildi.  Ki zira sistem değişmedikçe, mümkün de değildi.

“Din, bir afyondur.” -Marx

Marx Felsefesi’nde ahlak boyutu pek açık değildir. Hatta adalet terimini bile çok fazla kullanmamıştır. Normatif bir şeyden söz etmez. Marx’ın genel söylemleri, -meli, malı’dan ziyade durumun kaçınılmazlığının analizini yapıyor gibi gözükür. Ancak onun altı kapalı da olsa, özgürlükçü bir tutumu sergilediği sezilir, söylenir.

“Sanayi devrimi modern köleyi yarattı. Bu köle proletaryadır. Kendini özgürleştirip, tüm insanlığı özgürleştirecek… Bu özgürlüğün bir adı da var. Komünizm – Genç Marx (2017)

Kaynakça:

  • Batı Felsefesi Tarihi, 3.cilt- Bertrand Russel
  • Felsefe Tarihi II. – Ali Taşkın, Metin Becermen
  • Assos Söyleşileri