Varoluşçu Felsefe
Batı Felsefesi,  Felsefe

Varoluşçu Felsefe ve Filozoflar | Sartre ve Camus

Varoluşçu Felsefe.

Varoluşçuluk, 20. yüzyılın başında ortaya çıkan ve özellikle Jean-Paul Sartre, Albert Camus, Friedrich Nietzsche, Kierkegaard gibi filozoflar tarafından geliştirilen bir felsefi akımdır. Varoluşçuluk, insan varoluşunu, özgürlüğünü, anlam arayışını ve sorumluluklarını merkeze alan bir düşünce sistemidir.

Varoluşçular, insanın varoluşunun özünden önce geldiğini ve bireyin özgür iradesiyle varoluşunu belirlediğini savunur. İnsanın özgür olduğu ve eylemlerinin sorumluluğunu taşıdığı düşüncesi varoluşçuluğun temelidir. Bireyin her an anlamlı bir şekilde kararlar alması ve kendi değerlerini yaratması gerektiği düşüncesi varoluşçuluğun önemli bir prensibidir.

Varoluşçuluk, insanın yaşamının anlamsızlığını ve çelişkilerini de vurgular. Bireyin anlam arayışı ve yaşamın acı gerçekleriyle yüzleşmesi varoluşçuluğun temel konuları arasındadır. Ölüm, özgürlük, yalnızlık, umutsuzluk gibi insanın varoluşsal durumlarını anlamak ve anlamlandırmak varoluşçuluğun önemli meseleleridir.

Varoluşçuluk, insanın başkalarıyla ve dünyayla ilişkilerini de ele alır. İnsanın diğer insanlarla etkileşimleri, toplumsal normlara uyma ve sosyal roller gibi konular varoluşçuluğun alanına girer. Aynı zamanda varoluşçuluk, insanın kendi özünü keşfetme ve kendini gerçekleştirme çabasını da destekler.

Bu şekilde, varoluşçuluk insanın özgürlüğü, sorumluluğu ve anlam arayışıyla ilgilenir. Her bireyin kendi hayatını anlamlandırma ve değerlerini belirleme sürecinde özgür olduğunu ve bu sürecin sorumluluğunu taşıdığını vurgular.

Varoluşçu Felsefe | Varoluşçu Filozoflar

Varoluşçu felsefenin gelişiminde ve etkisinde birkaç önemli filozof bulunmaktadır. Bazı tanınmış varoluşçu filozoflar:

Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış isimlerinden biridir. “Varoluş özden önce gelir” ilkesini savunmuş ve insanın özgürlüğünü vurgulamıştır. “Varlık ve Hiçlik” adlı eseri varoluşçuluğun önemli bir metni olarak kabul edilir.

Albert Camus: Sartre ile birlikte varoluşçuluğun önde gelen temsilcilerinden biridir. “Yabancı”, “Düşüş” ve “Sisifos Söyleni” gibi eserleriyle tanınır. Absürdizm olarak adlandırılan düşüncesinde, insanın yaşamın anlamsızlığıyla yüzleşmesi ve kabul etmesi gerektiğini öne sürer.

Friedrich Nietzsche: Varoluşçuluğun etkili bir öncüsü olarak kabul edilir. “Tanrının Ötesindeki Tanrı” ve “Böyle Buyurdu Zerdüşt” gibi eserlerinde, insanın özgür iradesini, güç kavramını ve ahlaki değerlerin eleştirisini geliştirmiştir.

Martin Heidegger: Varoluşçuluğun önemli bir figürüdür. “Varlık ve Zaman” adlı eseriyle ünlenmiştir. Dasein (varolan) kavramını kullanarak insanın varoluşsal durumunu incelemiş ve varoluşsal anlam arayışını vurgulamıştır.

Jean-Paul Sartre Felsefesi

Jean-Paul Sartre, varoluşçuluğun en önemli temsilcilerinden biridir ve kendi özgün felsefi düşünceleriyle tanınmaktadır. Sartre’ın felsefesi, insanın özgürlüğü, anlam arayışı, sorumluluğu ve varoluşsal durumu üzerine odaklanır. Sartre’ın temel felsefi kavramlarından bazıları:

Varoluş özden önce gelir: Sartre, insanın özünün öncesiz olduğunu ve varoluşun özden önce geldiğini savunur. İnsan, önce varolur ve ardından kendini tanımlayarak özünü yaratır. Bireyin her an özgür iradesiyle varoluşunu belirlediği ve sorumluluğunu üstlendiği düşüncesi Sartre’ın felsefesinin temelini oluşturur.

Özgürlük: Sartre, insanın özgür iradesini vurgular. Ona göre, insan özgürdür ve her an seçim yapma gücüne sahiptir. Ancak bu özgürlük beraberinde sorumluluğu da getirir. İnsan, seçimleriyle kendini ve dünyayı şekillendirir ve bu seçimlerin sonuçlarından sorumludur.

“İnsanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir. İnsanoğlu özgürlüğe yazgılıdır; çünkü, bir kere dünyaya atıldıktan sonra yaptığı her şeyden sorumludur.”

Neden ve sonuç: Sartre’a göre, insanın eylemlerinin ardında bir neden veya kader yoktur. İnsan, eylemlerinin sonuçlarından tamamen sorumludur ve her an özgür iradesiyle kararlar alır. Bu anlamda, insanın eylemleriyle kendi kaderini yaratır.

Anlam arayışı: Sartre, insanın yaşamının anlamsızlığı ve çelişkileriyle yüzleşmesini vurgular. İnsanın varoluşu, doğası gereği anlam arayışını içerir. Ancak Sartre, anlamı dışsal bir kaynakta değil, her bireyin kendi değerleri ve seçimleriyle yaratması gerektiğini öne sürer.

“Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapmayacağımı biliyorum.”

Yalnızlık ve diğerleriyle ilişki: Sartre, insanın temelde yalnız olduğunu ancak diğer insanlarla etkileşimlerinin de önemli olduğunu söyler. İnsan, diğerleriyle ilişki kurarak kendini tanımlar ve anlamlandırır. Ancak her bireyin kendi özgürlüğünü koruması ve diğerlerinin özgürlüğüne saygı duyması gerektiği düşüncesini benimser.

Sartre’ın felsefesi, özgürlük, sorumluluk, anlam arayışı ve insanın varoluşsal durumu üzerine derin bir düşünce yapısını içerir. İnsanın özgür iradesi ve eylemlerinin sorumluluğunu vurgulayan bu felsefe, insanın kendini gerçekleştirme ve anlamlandırma çabalarını merkeze alır.

“Beden ihmâl edilendir, “sessizce geçiştirilen”dir. Bununla birlikte bilincin olduğu şeydir; bütün geriye kalan hiçlik ve sessizliktir.”

Albert Camus Felsefesi

Albert Camus, varoluşçulukla ilişkilendirilen ancak kendine özgü bir düşünce tarzı olan absürdizmin önemli bir temsilcisidir. Camus’un felsefesi, insanın yaşamın anlamsızlığıyla yüzleşmesi, isyan etmesi ve anlamsızlıkla savaşması üzerine odaklanır. Camus’un temel felsefi kavramlarından bazıları:

Absürd: Camus, insan yaşamının temelde anlamsız ve çelişkili olduğunu ileri sürer. Absürd, insanın akıl ve mantıkla anlaşılamayan evrensel gerçekliğe karşı çıktığı bir durumu ifade eder. İnsanın anlamsızlıkla yüzleşmesi ve ona meydan okuması gerektiğini savunur.

“Hayat hiçbir şey değildir, îtina ile yaşayınız.”

İsyan: Camus, absürd durum karşısında insanın isyan etmesi gerektiğini öne sürer. İsyan, anlamsızlığa, mantıksızlığa ve adaletsizliğe karşı mücadeleyi ifade eder. İnsanın absürd dünyaya karşı duruşunu, adalet, özgürlük ve insanlık değerleriyle uyumlu bir şekilde sürdürmesi gerektiğini vurgular.

Mutlak Özgürlük: Camus, insanın özgürlüğünü önemser. Özgürlük, insanın seçim yapma yeteneği ve sorumluluğunu taşıması anlamına gelir. Absürdizmde, insanın anlamsızlık karşısında özgür iradesiyle eylemde bulunması ve kendi değerlerini yaratması gerektiği vurgulanır.

“Tiksiniyorum, bu ülkenin özgür olduğunu sanan sefil insanlarından.” -Başkaldıran insan, Camus

İnsanlık Durumu: Camus, insanın acı çeken bir varlık olduğunu ve ölüm gerçeğiyle yüzleştiğini söyler. İnsanın varoluşsal sıkıntılarını, yalnızlığını ve ölüm korkusunu ele alır. Ancak bu durumda bile insanın anlamsızlıkla mücadele etmesi ve yaşamdan keyif alabilmesi mümkündür.

“Eğer gerçekten her şey insan ve tarihe indirgeniyorsa: doğanın, aşkın, müziğin, sanatın nerede yer aldığını soruyorum.”

İçsel Adalet: Camus, adaletin insanın içsel bir durumu olduğunu ve insanın vicdanına ve duyarlılığına dayandığını savunur. İnsanın adaleti koruması, absürdizmin getirdiği çelişkilere karşı dürüstlük ve vicdanlılıkla hareket etmesiyle mümkündür.

Camus’un felsefesi, insanın absürd dünyaya karşı duruşunu ve anlamsızlıkla mücadelesini vurgular. İsyan, özgürlük, adalet ve insanlık değerleri, Camus’un düşüncesinin temel taşlarıdır. İnsanın anlamsızlıkla yüzleşmesine rağmen, yaşamın değerini bulabilmesi ve absürd dünyada anlamı yaratması mümkündür.

“Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, nasıl sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır.”

Kaynakça:

Felsefe Tarihi III. – XX. Yüzyıl Filozofları | A. Kadir Çüçen, sentez yayınları

Varoluş Filozofları | A. Kadir Çüçen, sentez yayınları