Platon Feminizmi
Blog,  Felsefe

Platon Feminizmi ve Diotima – Cinsel Fark İnşası

Platon Feminizmi

Feminizm ve Ataerkillik

Cavarero, Irıgaray’ı takip ederek anneliğin sembolik değerinin hafife alındığını dile getirir. Adrienne Ric’in rahim kıskançlığı teorisi de buradan beslenmiştir. Ataerkil bir düzende fallusun olumlanması ve kadınlık sembolünün ya erkek karakterin yanında yan bir figür olarak değinilmesi ve kadınlığın aşağı bir figür ilan edilmesini azat etmeyi amaçlar. Ataerkillik merkezli bir sistem yanlışının yanında anaerkilliği yüceltmek ve ataerkilliğin yerine geçirtmek değildir niyet, kadının hakkını, kadına vermektir. Feminizm temelde seküler bir tutumdur. Feminizm vurgusunun kirletilmiş olması, ideolojinin taraftarlarının ya da karşıtlarının lanse ettikleri “erkek düşmanlığı” imajıdır. Ancak konu ne erkek düşmanlığı ne de kadının yüceltilmesidir. İnsanlığın eşitliğinin Fransız Devrimi’nden sonra biyolojik olarak biyolojik erkek insana verilmesi ve haklandırılması ancak kadına eşitliğin lazım görülmemesi, kaale bile alınmaması düsturudur.

Bazı şeyler yapaydır. Ataerkil düzenin gerek dini gerek siyasal gerek ise, kültürel gerekçeleriyle yüceltilmesi fikri ne kadar tarih boyunca kutsallaştırılmaya ve doğallaştırılmaya çalışılsa da, yapaydır. Cavarero, annelik sembolünü cinsel fark politikası açısından temellendirir. Bu konuya ise, Yunan klasiklerinde anneye çok da fazla değinilmemesinden, değinilse bile baş karakter değil, yan karakter olarak ele alınılmasından bahseder. Klasiklerin yazarı erkektir ve ölümü sembolize ederek annelik sembolünün yokluğunu dengelemeye çalıştıklarını öne sürer.

Cavarero, Yunan klasiklerinde Homoros’tan, yunan tanrıları mitlerine, tragedyalara daha sonralarında Platon’a kadar uzanan kadın figürlerinin erkek için olan, özne olmayan bir nesne olduğunu söyler. Tarihi erkekler yazar ve kadınlar erkek kahramanların yanına serpiştirilir. Genellikle pasif ve ikincildir. Şayet güçlü olarak işlenen bilgeliğin tanrısı Athena bile Zeus’un başından doğmuştur. Eumenidler, Anne’nin savunucularının cesaretlerini bir şekilde kırmışlar ve erkek egemenliği altında olan yasanın leyhine kullanmaları için ikna edilmişlerdir.

Kadın, kendini tarihteki ötekileştirilmesinde tanımaya çalışır. Sadece kadında değil, erkek dahil tüm insanlık kadını tarihte tanımaya çalışır. Tarihten gelen karakterize edilmeye çalışılmış semboller günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Cinse bakış açısı çocuklukta belirlenir. Masallar ve oyuncaklar en belirleyici faktörlerdir. Renklerin, nesnelerin cinsiyeti vardır. Belirlenimlere göre seçim yapılmazsa, kültür bir şekilde bunun doğru olmadığını empoze etmeye çalışıp, antik zamandan gelen biçime şahsı sokmaya yeltenir…

Platon Feminizmi ve Kadın Figürleri

Cavarero, antik zamanda kadın imajını yeniden değerlendirir. Bunu da Platon’un metinlerinde az buçuk değindiği kadın figürler üzerinden yapar. Ve ekler;  

Yine de benim Penelope’m iki farklı dokuma tezgahında  çalışıyor. İlk tezgahta, dişil sembolik düzenin farklı figürlerini birlikte dokunuyor. İkincisinde ise, babaların dokumasının keçeleşmiş ipliklerini çözüyor.

Tarihten bu yana gelen ölüm kaygısı, ölümlü olma durumu, doğumu arkaplana atmıştır. Beden, Platon’un dediği gibi, bir hapishanedir. Ve bu hapishaneye insanı atan, kadındır. Hanneh Arent doğumu ana rahminden gelen diye değil, “hiçlikten gelen” diye tanımlar.

Antik Yunan’da kadının doğumda bile rolü pek de olumlu değildir. Özellikle Aristoteles’te tohumu atan erkektir ve kadın sadece taşıyıcıdır. Şayet gelen bebekte bile erkeğin yüceltilmesi ve bebek erkek değilse, kadının suçlanması… Üreme işlevinde bile kadını işe yaramaz yapmaktadır. Cavarero’nun yapmak istediği ise kadına ve doğum temasına yeniden bakmayı amaçlamaktır. O’na göre ana katli şeklindeki kurucu törenin henüz sistematik bir biçime kavuşmamış olsa da felsefi olarak tamamlanışı Platon’da gerçekleşir.

Trakyalı kadın hizmetçi ve Diotima, Platon’un metinlerinden alınmıştır ama bu iki kadın figür o metinlerde tamamen farklı roller oynarlar. Kadın hizmetçi, Platon’un metninde sadece tek cümlede geçen bir yan karakterdir. Oysa Diotima, Platon’un öğretisinin açıkça duyulabildiği uzun bir felsefi konuşma yaptığı Şölen’in başlıca karakterlerden biridir. Öte yandan, Demeter ve Penelope örneklerinde ise, Platon’un metni sadece bir vesile işlevi görür. Demeter’ den yalnızca, Platon’un bu adın etimolojisi üzerinde durduğu Kratylos metninde, o da binlerce ismin arasında bahsedilir. Phaidon’ da ise Penelope yaptığı örme ve sökme işi nedeniyle sadece bir metafor olarak geçer.

Diotima – Platon’a Rağmen

Bir zamanlar, başka şeylerin yanı sıra hikaye anlatıcılığında da maharetli ve yetenekli olan Diotima adında Mantineialı bir kadından bir hikaye dinlemiştim. Hatta bir keresinde veba salgınından önce Atinalılara kurbanlar kesmelerini salık vererek hastalığın on yıl gecikmesini sağlamıştı. Aşkla ilgili şeyleri o öğretti bana. Şimdi onun anlattığı hikayeyi elimden geldiğince size anlatmaya çalışacağım. Platon, Symposion, 201d

Bir yabancı ve rahibe olan Mantineialı Diotima, aşk ve diğer birçok konuda bilge bir kadındır. O bilgeliğiyle yani aklıyla önplandadır. Platon diyaloglarında Sokrates’i konuştururken-kendi felsefesini sunarken- Diotima figürünün Sokrates’e anlatımlarından faydalanır.

“Bilgi, zihnin gözünü dünyadaki şeylerden, ölümlülüğün ve sonluluğun damgasını taşıyan görünüşlerden, “olan ve olmayan” geçici, bozuluşa uğrayan şeylerden ayırıp yavaş yavaş yukarı çevirmesiyle birlikte gelişir, zira yukarıda “her zaman var olan”, değişmeyen, ebedi, yani kutsal olan saf idea vardır.

Doğum ve Eril Annelik – Diotima ve Sokrates

Platon, felsefeyi eros ve bilişsel yükselme olarak, saf ideaların ebedi güzelliğe ulaşma arzusuyla temaşası olarak anlar. Bu yüzden burada kadın düşmanlığına dair hiçbir iz yoktur. Diotima’nın konuşması da hamilelik, doğurma, ebeveynlik, dünyaya getirme gibi temalar ve metaforlarla doludur. Sokrates, Diotima’nın -yani Platon’un- düşüncelerini sunarken seçilmiş olması, rastlantı olmasa gerek.

Sokrates insanları düşünmeye kendi bilgeliklerini inşa etmeye yönlendirirken doğurtma yöntemini kullanır. Doğum, dişi öğeye özgüdür. Ebeler genellikle doğum açısından kısır kadınlardır. Sokrates’te metaforik açıdan böyledir. Kendi bilgiyi doğuramaz ancak insanların bilgiyi doğurmasına vesile olur. İşlenilen “eril annelik”tir. Dişil olan annelik arka plana alınmıştır. Diotima karakteri fiziki olarak tartışmanın yapıldığı yerde bulunmasa da zihinsel olarak oradadır. Sokrates, aşk üzerine fikri sorulduğunda Diotima’nın fikirlerini sunmaya başlamıştır. Bir kadının, fikirlerine önem ithaf edilip, nitekim benimsenmiş ve kendi fikirleri üzerinden sunulmuş olması, dönemin bakış açısı için önemli bir adımdır.

Sokrates ve Platon bilgilerin doğuştan var olduğunu savunurlar. Zihin, boş bir levha değildir. Ruhta nitekim var olanı anımsamak gerekir. Erkek tohumu atandır, önemli olanda budur ve kadın sadece bir doğum nesnesi olarak potansiyeli gerçekleştirir zihniyeti; akılsal olana da sirayet etmiştir. Bilgiler doğuştan vardır. Hakikat, potansiyel olarak açığa çıkmayı bekler. Açığa çıkmasını sağlayacak bir güç geldiğinde ise, doğum gerçekleşir. Bu fiziki olan da erkeğin tohumuysa, ruhsal olanda anımsamayı sağlayacak bir itki güçtür.

Platon Feminizmi – Platon’un Rahibesi

Diotima’nın bilge kadın olarak işlenişi ve rahibe olarak altının çizilmesi, ruhsal olanla ilgilenmesinin altının çizilmesidir. Fiziken doğum yani beden imgesiyle tanımlanan kadın değildir, işlenen. Fiziken doğumun aşağı olmasından çok, bedenin bir olumsuz öğe olmasıdır. Ruh yücedir. Hakikate yakınlaştırır. Bunun içinde bedenin sığlığından sıyrılmak için ölmek gerekir. Ne kadar rasyonel bir filozof olarak ele alınsa da Platon’un mistikliğinin gözardı edilmemesi gerekir. Ruh göçü öğretisine bağladığı kadın ve erkeğin akılsal olandan aynı payı almış olması ancak bedenen farklılarının olması düsturu onları farklılaştırılmaktadır. Bedenin, kadınla bağdaştırılması kadını aşağı yapmaktadır. Bu çoğu kültürün genel mitos tanımıdır. Kadın yeryüzüdür, doğadır, doğurgandır. Erkek ise, göksel olanı temsil eder. Platon’un Diotima’sı da bir rahibedir. Bedensel olandan uzak, tapınağa çekilmiş bir bakire ve göksel olanla haşır neşir…

Doğum ve Ölüm

Ana katli, kadının doğum yetisinin olumsuzlanması, bedenin olumsuzlanmasıyla biyolojik kadın unsurunun olumsuzlanmasıyla gerçekleşir. Doğum, pistir. Ve ölümün varlığının kaygısı meselesi, bir ikiyüzlülük ortaya çıkartmıştır. Doğum yetisinin çirkinliğinin bağırışında olanlar, şunu kaçırmaktadır: Doğum, ölümün başlangıcıdır. Olumlanan ölümün, doğumudur. Doğum ve ölüm iç içedir.

Platon, bedenden üreterek doğurmak, “ölümlü varlığın ölümsüzlükten pay almasının” yoludur, dese de bedenin bu şekil olumsuzlanması bir çelişki gibidir. Doğum, ölümsüzlükten pay almanın bir stratejisidir. Ölüm, doğumun ölçüsüdür. Doğum ikinci plandadır.

Rahim Kıskançlığı

Psikanalizin dili içinde kalırsak, Freud’un “fallus kıskançlığı tezi”, kadınların yarım erkek olma savı da dahil olmak üzere tüm bu süreçlerin itici gücü, erkeklerde annelik gücünün eksikliği ve bundan duyulan kıskançlıktır. Erkekler, sadece dişilere özgü olan doğurma deneyiminden mahrum bırakılmışlardır. Kataphysin, yani her iki cinsiyeti de dünyaya getirme edimi yalnızca dişilere bahşedilmiş olduğu için, insan türü içinde gücü eril ve dişi cinsiyet arasında eşitsiz bir şekilde paylaştırmış olan cinsel farktır. Gerçekten de bütün gücün temel yeri ve önkoşulu, her kadın ve erkeğin doğa ve doğum yoluyla içinden çıkıp geldiği Yüce Anne’ dir, çünkü iyi, zengin, asil, onurlu ve güzel olabilmek için en azından orada olmak gerekmektedir. Yaşıyor olmak, doğurulmuş olma gerekir. Zira ölüm, doğumun bahşettiği yaşama gücünü ortadan kaldırır.

Aşk, Felsefeye Giden Erotik Yoldur

Symposion’ da konu aşk olduğu için, insan cinselliği ve cinsel fark temalarından da açıkça bahsedilir. Erkek eşcinsel aşkı, her iki cinsiyetin tematik olarak tartışılmasının ilkesel çerçevesini oluşturur. Bu cinsel pratik, Yunanlılar arasında genel olarak yaygın olduğu gibi, felsefi bir öğretim biçimi olarak benimsendiğinden Platon’un çevresinde de oldukça hakimdi. Diotima’nın konuşmasına ayrılan diyalogun sonucuna göre, “iki erkek arasındaki aşk felsefeye giden erotik yoldur”; felsefenin hakiki tecrübesi demek olan, akıl yoluyla güzellik ideasına ulaşabilmek için bu yolu takip etmek gerekir. Heteroseksüel aşkın felsefi olmayan ya da daha ziyade felsefe karşıtı rolü de böylece aydınlatılmış olur, çünkü heteroseksüellik, bedensel doğurganlıkla (insan çocukların yeniden üretimi) akılsal doğurganlığın (filozofların “çocuğu” olan ilahi söylemlerin yeniden üretimi) karşıt kutuplar olarak konulması temelinde düşünülür.

Aristofanes aşk söylevinde insanların bütün olduğunu ancak kibrinden dolayı Zeus’un insanları ikiye ayırıp, eşlerini aramalarıyla cezalandırıldığı anlatılır.  Başlangıçta insanlar eril, dişil ve androjenlerdi. Eril, aşkta eril yanını; dişil, dişil yanını; androjen ise, üremek için karşı cinsini aramaya mahkum edilmişti. Bu anlamda heteroseksüellik olumsuzlanması yapılmıştır. Androjenlerin arayışı, aşkı üremeye indirgemektedir. Bu indirgeme sadece kadına özgü değildir. Bedensel hazdan ibaret olan, diğer yarısını bulma metaforu, hem kadın için, hem de erkek için de aşağıdır.

Oysa ki eros, gerçek aşk – homoseksüel aşk- kendinden başka ya da kendi dışında bir ürünü olmadığı için, eksiksiz tatminini yine kendinde bulur ve aşıkların “kendi işlerine güçlerine … yaşamın geri kalanı”na dönmesine izin verir. Kendi işlerinde güçlerinde olan, gerçek olanı arayan insan için aşk sadece bu arayışta kişinin kendisine “destek” olmak durumundadır. Zeus’un cezalandırması sonucu, doğum kader gibi görünen cinsiyetli üremenin fiziki koşulu haline gelir. Kendi kendine yetebilen varlık, artık eksiktir. Ve fiziki olan bir arayışa tabii tutulmuştur. Oysaki hakikat fiziki olanda değildir.

Kadın Cinselliği ve Platon Feminizmi

Cavarero, Platon’un aşkı anlatırken kadın cinselliğinden söz etmemesinden yakınır. Başlangıçta kadın, kadın ilişkisine bir ufak değinilirken; sonrasında erkek-erkek ilişkisi vurgulanmıştır. Bunu kadın düşmanlığına dayandırır. Sadece Platon özelinde olmamakla birlikte, kadın cinselliği günümüzde dahi bilinç sorunuyla belki de başa baş giden bir zor problemdir. Ve kadın cinselliği tüm tarih boyunca ya yok sayılmıştır ya da erkek hegomanyası tarafından kendilerince yorumlanıp, yanlış tanıtılmıştır. Bir şey bilinemez olduğunda, bir şeyler söylemek adına, söylemek ve yanlış yönlendirmektense bilinmeyen bir şey de sahneden çekilip, söylememeyi tercih etmek daha erdemli bir davranış gibi geliyor. Şayet bu demek değildir ki, bir şey bilinmediğinde umutsuzluğa bürünüp, o şeyi bilmek için bir adım atmamak…

Ancak kadının fiziksellikle bağdaştırılan ve idealar dünyasıyla, gerçekle, ruhsal olanla ilgilenen bir filozofun, ki zaten yöneliminin erkek olduğu bir insanın; kadın cinselliği üzerine yazmamaya özen göstermekten ziyade, çok da felsefesine ve ilgisine hitap etmemesinden dolayı olsa gerek, kadın cinselliği üzerine çok da fikir beyan etmemesi… Aşk tanımları üzerinden bir cinsiyet felsefesi çıkartılmaya çalışılmış olsa da, Platon’un bir cinsel fark inşa etmekten ziyade “aşkın, felsefede geçici olandan hakiki olana geçiş aracı” olarak işlenmesi niyetinde gibi geliyor.

Diotima ve Sokrates yani Platon şu temel tanımda hemfikirdir;

 ” … aşk, iyiye sonsuza kadar sahip olmak isteğidir” , yani mutlu olmak ve güzele yakın olmak arzusudur. Felsefeyle uğraşmak için aşkla yapılan bir hazırlık, daha üstün bilgiye giden erotik bir yol gereklidir.”

Platon Feminizmi ve Anti-feminizmi

İnsan, kadını; üremek, zevk vermek ve çocuk bakma işlevi olan bir nesne olarak tanımıştır. Zira kadında, kadınlığını bu şekilde tanımıştır. Hegel kadın için, aşkın “soyut bir ödev” olduğunu söyler. Bu minvaldeki tanışıklıklığın dışına çıkan kadınlar, rahibeler veyahut seks işçileri; aklıyla az buçukta olsa tarihe geçmiştir. Ancak kadınlığıyla değil, akılsallığıyla; şayet konu felsefe yapmaksa; ki zaten akılsallıkla bir değerlendirilme yapılmalıdır. Ve kadının da aklının varlığının olumlanması, Platon’da açıkça görülür. Yeterli olmasa da, bu bile çağının düşünürleri arasında ve günümüzde dahi halen duygularının akılsallığının önüne geçen kadın mitinin temaşası bakımından oldukça önemlidir. Platon, kimi düşünürlere göre bir feministtir, kimilerine göre ise, Cavarero gibi düşünürler için, kadının olumsuzlanması tutumuna ışık tutanlardan biridir.

Barizdir ki Platon’un çağı ayrımcılığının hatsafada olduğu bir dönemdir. Ve ister istemez her filozof kendi çağının çocuğudur. O çağın, coğrafyanın kültürünü alır ve ne kadar “ben yalın bir bilgisel sistem inşa ediyorum” düşüncesi olsa da bilinçaltında o kodlar döner. Platon’un feminizminin yanında antifeminist tutumları olsa da, onun düşüncelerinde toplumsal cinsiyet yoktur. “Kendine rağmen” cinsiyetsiz bir tutuma gitmeye yeltenmiştir. Kendi kendini baltalasa da en azından bu konuyla ilgili çağının dışında bir şeyler söylemiş ancak bunları yarı da kesmiştir. Platon, şayet bir feminist olarak ele alınacaksa onun feminizmi yarım kalmış ve kodlarından tam olarak arındırılmamış, altı dolmamış bir feminizmdir.

Kaynakça: