Batı Felsefesi,  Felsefe

Berkeley Felsefesi – “Var Olmak, Algılanmaktır!”

Berkeley Felsefesi

George Berkeley düşünce tarihinde idealizm ve immateryalizm denildiğinde akla ilk gelen İrlandalı din adamı ve düşünürdür.

İnsanların bilgi konusundaki anlaşmazlıkları, bilginin kaynağı ve bilgi nesnesi olan idelerin nereden geldikleri sorularına cevap arayan çoğu düşünür gibi Berkeley’in de felsefesine konu olan bu soru’n’lardı. O’nun hedef olarak gördüğü iki konu vardı ve temeli de şu soruya dayanıyordu; “bir şekilde düşünürler nasıl oluyordu da pesimist bir havaya bürünüp, onca çabalarına rağmen şüpheye düşüp; bir çıkmaza giriyorlardı?”

 Hedef konuları;  insanların materyalizme tutunmasının bilgi alanında yanlışa sürüklemesi ile şüpheye düşmesinin sebebinin ne olduğuydu. O felsefesiyle bir taşla iki kuş vurmak istiyordu. Berkeley Felsefesi’nde madde veya maddi şeyler yoktu. Ve maddenin yokluğunun ispatlanmasıyla maddi şeylerin yokluğu bilinecek ve insanlığın gizli gerçekliği bulma umudu da ortadan kalkacak; düşünür camiası bunu kavradığında ise kötümser şüpheciliklerinden kurtulacaklardı.

Berkeley Felsefesi – Algılanmayan Şey Yoktur!

O’nun ilk eseri “Yeni Bir Görme Teorisine Doğru”ydu ve idealizminin temellerini de bu eseriyle atacaktı. Aynı zamanda bu yapıtı ‘görme psikolojisi’ alanında da ilk eser sayılmaktaydı. Berkeley bu çalışmasında zihin olmadan ne görmenin objelerinin ne de dışarıdaki şeylerin imgelerinin olabileceğini öne sürdü. Kör bir insanın renk kavramına özgü bir düşüncesi olamazdı. Ve O’nun için bu çıkarım diğer duyumlara da nitekim uyarlanabilirdi. Duymadığımız, tatmadığımız veyahut dokunmadığımız bir şeyin zihnimizde bir karşılığı olamazdı.

Ve Berkeley Felsefesi’nin başyapıtı olan “İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine Bir İnceleme” eserinde Locke gibi bilgimizin konularının ideler olduğundan yola çıkarak felsefesini açıklamaya girişecekti. John Locke’n felsefesinden fazlasıyla etkilenen Berkeley onun ideler açıklamasını benimseyecek ancak bilgisinin nesnelerinin kaynağına maddeyi değil de algıyı oturtacaktı. ‘Madde veya maddi şeyler olduğu için değil, kendim onları algılayabildiğim için vardır” diyecektir. Bir diğer düzeltmesi ise; John Locke’n ve onun gibi düşünen diğer düşünürlerinde asıl yanılgısının soyut ideler anlayışı olduğu olacaktır.  Ve soyut idelerin olmadığı üzerine bir eleştiriye girişecektir.

Soyut İdeler Yoktur!

Felsefe bilgeliğin araştırılmasıdır. Ve düşünür hakikate ulaşmada çaba sarf ettikçe ruhsal bir dinginliğe erişmesi, bilginin kesinliğinin ve netliğinin tadını çıkarması gerekmektedir ancak çağlarda durum böyle olmamıştır. Hakikatin peşine düştükçe insan daha bir kötümserliğe çekilmiş, bir çıkmaza girmiş ve en sonunda da içinden çıkılamaz bir şüpheye girdabına düşmüştür.

Berkeley soyut düşünsel etkinliğin sonunda beliren nesnelerin; ideler olarak benimsenmesinin bu çıkmaza sürükleyen şey olduğunu söyler. Ve özellikle Locke üstünden eleştirisine devam eder. İdeler madem deneyim yoluyla geliyorsa, soyut ideler denilen şey deneyim savıyla çelişmektedir. Örneğin “insan” idesi ele alındığında insan değil de sadece “bir insan” düşünülüyorsa oradaki genellemenin deneyim yoluyla değil, düşünürlerin kendilerini açıklamak için kullandığı genelleştirmelere taktıkları kavramlar olduğunu ifade eder.

Çıkmazlar Döngüsü

İde olarak bir şeyin karşılığı yoksa ancak yine de buna ide deniliyorsa ve yüzyıllar boyunca bu böyle devam ettiyse bu bizi çıkmaza sürükleyen nihai şeydir. Yazmak, anlatmak, aktarmak isteyenlerin dil oyunundan ibaret olan şeye gerçeklik atfedilirse içi boşalmış kavramlar silsilesi gerçekliğimiz olur ve biz bu gerçeklikte debelenip dururuz. En sonunda kendimiz düştüğümüz bu tuzağın yanına kötümserliğimizle bir de merhametsiz, adaletsiz, vesveseleri saçan bir Tanrı tasviri yapar, köşemize çekilir, halimize ağlarız.

“… Ancak insan bunların yanlış olduğunu bildiğinde sözcüklerin kendisini kandırmasını daha kolay önleyebilir. Tikel idealardan başka bir ideasının olmadığını bilen biri, herhangi bir ada bağlanan soyut ideayı ortaya çıkarmak, kavramak için boş yere uğraşmayacaktır. Adların her zaman ideaların yerine geçmediğini bilen, hiçbir ideaya sahip olunmayacak yerde idealar arama işinden kurtulur. Dolayısıyla herkesin yargı gücünü körleştirmeye, dikkati dağıtmaya bunca katkısı bulunan bütün örtüleri, engelleri sözcüklerden ayırarak, göz önüne almak istediği ideaların açık bir görüntüsünü elde etmek için elinden geldiğince çabalamasını dilemek gerek.” – İnsan Bilgisinin İlkeleri 24. açıklama

Kısacası; dile yanlış bir mevki atfetmenin bizi yanıltan durumun sebebi olduğunu söyler. “Soyut ideler yoktur! Soyut kavramlar vardır!” Çözüm ise:  dilin doğasının özenli kullanılması ve bir nesneyi incelerken ona yakından ve birebir algılayabildiğimiz ölçüde bakmaktır.

Berkeley’e göre “Aşk”

Dizilerde, filmlerde deneyimlediğimiz; duyularımızdan algılarımıza sinen “aşk” kavramına gerçeklik atfedip, belki de bulduğumuz aşkı, filmlerdeki aşk kavramının içeriğine uymadığı için deneyimlemekten kaçmamalıyız veyahut filmlerdeki ‘aşk’ kavramına karşılık gelen idelere; algımıza, kendim’ize, ruhumuza uymadığı takdirde düşmemeliyiz diyor. Aşk, korku, sevgi, heyecan bizim algıladığımız ölçüde vardır ve kendim’ize özgüdür diyor. Çok da güzel diyor…

“Bakışımız boş yere göklere uzanır, yeryüzünün bağırsaklarına boşuna merakla bakarız, bilgili insanların yazılarına boş yere danışırız, eski çağın karanlık adımlarını boşuna izleriz. Yapmamız gereken yalnızca sözcüklerin perdesini kaldırmak, bilginin en saf ağacını tutmak; bu ağacın meyvesi yetkindir, elimizin erişebileceği yerdedir.” – İnsan Bilgisinin İlkeleri *24. Açıklama

Berkeley Felsefesi – Dil ve ide Dünyası

O’na göre dil dünyasının kavramlarının hepsinin idede yani deneyimlenen de karşılığı yoktur ancak tüm idelerin kavramlarının karşılığı vardır. Örneğin; bir üçgen kavramının veya insan ve hayvan kavramının idede karşılığı yok. Kavramlar bir bir şeylerin genellemelerinden ortaya koyulan insan icadıdır. Hayvanlar, insan ve bitki olmayandırlar. İnsanlar, bitki ve hayvan olmayandırlar. Ve üçgen eşkenar, ikizkenar gibi tüm üç açılı ve kenarlı şeylerin genel bir adıdır. Yani insan zihninin icadıdır. Oysa ideler insan icadı değillerdir. Algılanabilen şeylerdir. Ve Berkeley ekliyor; gerçeklikte ayırabildiğim şeyler ideler olabilir ancak sadece düşüncede ayırabildiğim veya birleştirdiğim şeyler kavramlar silsilesinden başka bir şey değildir.

“Düşüncenin, duyguların, hislerin, idelerin hepsi algıdan gelir!”

Algılayan ve Algılanan – Kendim ve İdeler

Düşüncenin malzemesi algıdan gelir. Ve düşünme iki şey arasında olur; Algılayan ve algılanan. Algılayan etkin, aktif ve özgür olan şeydir. Geleneksel tabirle zihin, ruh, tindir. Berkeley Felsefesi ’nin özgün tabiriyle ise; “kendim”dir. Algılanan şeyler ise; idelerdir. Algıya ihtiyaç duyar. Algı olmadan var olamazlar. Bu yüzden edilgin ve pasiftirler. Ve algılayan şeye kendi değil de kendim deme sebebi, soyut ideler eleştirisiyle çelişmek istememesidir. Bir sürü kendiler var der, oysa kendim salt olarak ve benim algıma tabi olan şeydir. Bu yüzden algılayanı ifade etmek için kendim’i kullanır.

Algıladığımız nesneler gibi insanlarda Berkeley için bir idedir. Ve algılandıkları ölçüde vardırlar. “Var olmak, algılanmaktır (esse est percipi).” Ancak onun kendim’i algılananlardan farklı olarak algılayandır yani idelerden farklı bir şeydir. İdeler algılanmışsa varlar diyor ve Berkeley’in kendim’i farklı bir kefeye oturtması şu soruyu doğuruyor; Algılananlar algılandığı ölçüde biliniyorsa ve ben algılanan değil de algılayansam… Kendimi nasıl bilebilirim?  Berkeley aslına bakılırsa bu sorunun cevabını felsefesini oluştururken veriyor. Sadece algının yani algılayan bir varlığın olduğunu, idelerin algılayandan bağımsız var olamayacağını… Yine de savını şöyle açıyor;

Duyu ve Düşünce İdeleri

İki tür ide vardır. “Duyu ve düşünce ideleri.” Duyu ideleri birebir duyumladığım şeylerdir ve duyu idelerini edindikten sonra bu idelere duyusal alanda etki edebildiğim ölçüde kafamda bir bağlantısallık kurabilirim ve bu imgelediğim şeylerde düşünce ideleridir. Örneğin; bir silahın namlusu yerine namlu olarak bir çiçeğin durduğunu hayal etmek pekala mümkündür. Ve bu bir düşünce idesidir. Silah ve çiçek ayrı idelerdir ancak ben bunları gerçekte ayırabildiğim gibi düşüncede de ayırıp, birleştirebildiğim şeylerdir, düşünce ideleri.

İdeler edilgindir. Onlarda güç bulunmaz, özgür değillerdir ve bu yüzden bir şeyin nedeni olamazlar. Bir ide başka bir ideyi değiştiremez. Leibniz’in monadlar konusundaki açıklaması gibi. İdelerin pencereleri yoktur!  İdeler bir şeyin nedeni olamıyorken kendim bir şeyin nedeni olabilir. İdeler arasında bir bağlantı kurabilir. Havanın kapalı olduğunu gördükten sonra yağmurun yağacağını düşünmem bir şeylerin nedenselliğini ve bağlantısallığını kurabilmemdir. Ve ben kendimi de bu kurduğum bağlantısallıklarla, nedenselliklerle bilebilirim. Eyleyen şey yani kendim, kendim’i ortaya çıkardığım etkilerle bilebilirim. Ve kurduğum bağlantısallıkları kurabiliyorsam, var olmak durumundayım diyor, Berkeley.

“Düşünüyorum, varım!”

Berkeley Felsefesi “Bir Başka Kendim – Tanrı”

Duyu ideleri, düşünce idelerinden daha belirgindir. Bir ateşin suyla söndürülmesi, depremin yeri sallaması, bahar gelince çiçeklerin açması, susuz kalan canlıların ölmesi bu gibi şeyler düşünce idelerinden farklıdır. Düşünce ideleri gelişigüzel ve zorunluluk içermiyor ancak duyu ideleri arasındaki bağlantısallık ve kendim’in etki edemediği bir nedensellik içeriyor. Ve ilişkiler rastgele değil de belirli bir yasa halinde olan döngüde ilerliyor. Bunun bağlantısını ben kurmuyorum diyor. Eğer ben bu bağlantıyı kuramıyorsam ve kendim’in olduğunu biliyorsam başka bir kendim olarak doğa yasalarının da bağlantısallığını, nedenini algılayan bir başka kendim olması gerekir sonucuna ulaşıyor.

Kendim’i bilen Tanrı’yı zaten bilecektir O’na göre. Bir başka kendim’i! Düşünce idelerimin nedeni olan kendim ve duyu idelerinin nedeni olan bir başka kendim. Salt algılayan! Ancak O’nun Tanrısı idelerin yaratıcısı değildir ve idelerin yaratımı konusunda felsefesinde yer vermemiştir. O sadece kendim’inden yola çıkarak bir başka kendim’i olan Tanrı’sını idelerin nedeni olması yönüyle ele alır. O’nun Tanrı’sı idelerin yaratıcısı değil, aralarındaki bağlantıyı kurandır.

Berkeley Felsefesi ’ne göre kendim’i bildiğim ölçüde Tanrı’yı biliyorsam ve Tanrı deneyimimde benim kendim’in sınırları çerçevesindeyse ve Tanrı bir başka kendimse; Tanrı’nın sınırları, Tanrı’nın nitelikleri de kendim sınırlarım içerisindedir. O’na göre inancın bireyselliği buradadır. Ortak bir Tanrı ona göre mümkün değildir. Berkeley Tanrı’sını sevecen ve cömert olarak tanımlar ve O’na göre Tanrı’ya kötülük, cinlik, aldatmacılık, menfaatçilik atfedenlerin yaptığı hakaretten başka bir şey değildir.

Kendim’in sınırları nerede başlıyorsa bilgimin de, düşüncelerimin de, kendimin de, bir başka kendim olan Tanrım’ın da sınırları algımın başladığı ve bittiği yer kadardır.

Kaynakça:

  • George BERKELEY -İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine Bir İnceleme  “Biblos”
  • Ahmet Cevizci – 17. Yüzyıl Felsefesi
  • Nam-ı Değer Ogün Ürek Hocanın Anlatım Notları