Feminizm
Blog,  Felsefe

Feminizm Nedir? Feminizm Tarihi ve Teorileri

Feminizm, terimi Latince kadın anlamına gelen ‘femina’dan türetilmiştir ve köken olarak ‘kadınsı özelliklere sahip olmak’ anlamını taşır. Bu terim Kadın Hareketinin, kadınların eşit haklar mücadelesinin genel adı olarak ve 20. Yüzyıl’da cinsiyet eşitsizliği teorisi olarak benimsenmiş ve 1890’larda ‘Kadıncılık’ teriminin yerini almıştır.

Tüm Kadın Hareketini temsile ve birleştirmeye çalışan bu terim, tanımlar ve vurgular çeşitliliğini yansıtır. Feminist Bir Sözlük’te (1985) kadın hakları savunucusu ve erkek egemenliğine karşı mücadeleden, kadınların erkekler karşısındaki ikincil konumları hakkında bir bilinçlilik yaratma ve bu ayrımcılığı ortadan kaldırma girişimlerine kadar uzanan bazı örnekler verilir:

“Feminizm bütün insan  ilişkilerinin cinsiyet eşitliği temelinde dünyayı yeniden düzenlemeyi hedefleyen bir hareket; insanlar arasında cinsiyet-temelli her türlü ayrımcılığa karşı çıkan, cinsel ayrıcalıklar ve problemleri ortadan kaldıracak, hukuk ve geleneğin temel taşı olarak kadın ve erkeğin ortak insanlığının kabulü için çalışacak bir hareket olarak tanımlanabilir.” (Teresa Billington-Grieg, 1911).

Feminizm, bu yüzden, ataerkilliği ortadan kaldırarak ve toplumsal cinsiyet gibi sosyal bölünmelerin, doğal bir şey olmayı, güç, ayrıcalık ve tahakkümlerini sürdürebilmek için erkekler tarafından kültürel olarak yaratıldıklarını göstererek, kadınları sosyal, politik ve ideolojik açıdan özgürleştirmeyi hedefleyen toplumsal bir harekettir.

“O, kadınların yok farz edildiği ve bağımlı, pasif olmalarının, çocuk vb. konularda sorumluluk yüklenmelerinin beklendiği cinsiyet rollerine zorlandıkları bir erkek egemen kültürde yaşadığımız kabulü üzerine kurulu bir felsefedir. Erkekler de cinsiyet rollerini yüklenmek zorunda olsalar bile, bu roller kadınlarda olduğu kadar engelleyici değildir.”

Feminizm Tarihi

Feminist Hareketin günümüzdeki kayıtlı tarihi kesinlikle çok daha gerilere, Mary Wollstonecraft’ın Fransız Devriminin fikirlerinden ilham alan Bir Kadın Hakları Savunusu’nun (1792) yayınladığı 18 yüzyıl  sonlarına kadar uzanır. O ve başkaları birinci feminizm dalgasında eğitim, hukuk, iş ve evlilikte kadınların eşit hakları için mücadele etmişlerdir. Bu dalga 20 yüzyıl başında Suffragette Hareketinde ve bu hareketin başarıyla sonuçlanan siyasal haklar ve kadınların oy kullanmasıyla ilgili kampanyasında doruğa çıkmıştır. Bu hareket, iki savaş arasında ve savaş-sonrası dönemde Emek Hareketiyle ve özellikle sosyalist sosyal reform programının bir parçası olarak İşçi Partisiyle güç birliği yapmıştır. İlk dönem feministleri genellikle ilk-dalga feministleri 1960 sonrasındaki feministler ikinci-dalga feministleri olarak isimlendirilmiştir. Bazıları yeni kuşak feministleri üçüncü-dalga feminizmi içinde görmektedir.

Modern Kadın Hareketinin tarihi, Betty Friedan’ın Kadınsı Gizem (1963) ve Germaine Greer’in Kadın Haremağası (1970) gibi yayınlarından, kadın eşitsizliğine karşı Amerika ve Batı Avrupa’daki kadın gösterilerine ve 1960’lar ve 70’lerdeki Kadınların Bağımsızlığı hareketinin yükselişine kadar götürülebilir.

 Akademik olarak, feminist yayınların ve kadın araştırmalarının artması bütün disiplinleri –özellikle sosyolojiyi- erkek yanlılıklarını kabule ve daha önceden kadınları görünmez ve güçsüz varlıklar olarak gösteren temel kavramlarının çoğunu yeniden değerlendirmeye itmiştir. Örneğin geleneksel sosyolojinin temel kavramı ‘sosyal sınıfta, kadın, özellikle evli kadın sadece kocasının bir uzantısı’ olarak alınmış ve sosyal tabakalaşmanın etkin bir faktörü ve potansiyel kaynağı olarak toplumsal cinsiyet tamamen göz ardı edilmiştir.

Politik açıdan, feministlerin eşit işe eşit ücret, eşit fırsatlar ve boşanmada eşit haklar önemli konulardaki birçok yasal ve sosyal reformda hatırı sayılır başarılar elde ettikleri görülmektedir. Kısacası feminizmin yaptığı şey, kadınları ikincil konumları hakkında, hakları ve geniş anlamda cinsiyet eşitliği için evde, işte ve toplumda her zaman için mücadele etmeleri konusunda bilinçlendirmektedir.

Ataerkillik

Ataerkilliğin tam karşılığı ‘babanın veya aile reisinin yönetimi’ olsa da, feministler tarafından erkeklerin kadınlar üzerindeki her türlü fiziksel, politik ve ideolojik hakimiyetini anlatmak için kullanılmıştır. Bu kavram özelde erkek egemen toplumlarda kadınları baskı altında tutan ve güçsüz kılan sosyal ve politik yapılar, kültürel kurumlar ve güçleri ifade etmektedir.

Ataerkillik, İncil’e “Tanrı erkektir” kabulüne ve Yaratılış Kitabı’ndaki cennet bahçesinde Havva’nın yasak meyveyi yemesinden sonra Tanrı’nın onu ve bütün kadınlığı erkeğe tabi olmaya mahkum ettiği “onlar çocukları dünyaya getirirken acı çekecekler, erkeğe ihtiyaç duyacaklar ve erkekler onlara hükmedecektir” sözüne kadar götürülebilir.

Ancak Adem ve Havva ikilisinden önce Eski Ahit’te geçen  ve feminizmin simgesi haline gelen Lilith unutulmuştur. O Havva gibi, Adem’in kaburga kemiğinden ikincil olarak değil, eşit şartlarda yaratılmıştır. Sesini duyurup, Adem’le eşit olduğunu haykırdığında ise lanetlenmiştir. Kısacası kadın, ya erkeğin yan figürü ya da kendi hakkını kendine vermek istediğinde günahkar ve lanetli ilan edilmiştir.

 Veyahut daha da geriye Antik Yunan’a gidildiğinde, kadının toplumsal alandaki konumu bir hiçtir. Kadın yoktur. Şayet mitoloji tasvirlerinde bile, erkek tanrıların yanına serpiştirilmiş kadın tasvirini Cavarero en ses getiren kitaplarından birine konu edinmiştir.  Athena gibi güçlü gözüken kadın mitleri bile yine erilleştirilen, kadınlığı arka plana atılan ve onun bilgeliğini Zeus tarafından öldürülmüş bilgelik tanrıçası annesinden değil de, Zeus’un başından doğduğu rivayetiyle Zeus’a yine erkeğe armağan edilmiştir.

“Antik devirlere uzanan “yapay” ve “kurgu” olan ataerkilliğe ister yumuşak ister ise radikal bir tutum içinde ‘dur’ demektir, feminizm.”

Feminizm Teorileri

Geleneksel ve liberal feminizm: Geleneksel feminizm, erkek egemenliğin ve kadınların bastırılmasının temel kaynağı olarak aileye dikkat çeker. Geçmişte babanın aileyi ve özellikle kadınları yönetme hakkı kutsaldı ve örfler, adetler ve geleneklerde ve çoğu kez hukukta cisimleşmişti. Liberal feminizm, cinsiyet farkı olmaksızın bireysel özgürlüğü savunur. Ve itici güçleri fırsat eşitliği, kadın hakları mücadelesi ve erkeklerle aynı fırsatların sağlanması taleplerini oluşturmuştur.

“Ataerkillik… kadınların meydan okumalarının karmaşık boyutlarına hiç yer vermeyen kaderci bir boyun eğiş önermektedir.” (Rowbotham, 1979)

Marksist feminizm:  Ataerkilliği basitçe kapitalist üretim tarzının ortaya çıkardığı sömürü ve baskının daha ileri evresi ve şekli olarak görürler. Friedrich Engels’e göre sosyal sınıf gibi ataerkilliğin temelinde de özel mülkiyet yatar; tekeşli evlilik erkek ve kadını evlilik saadetinde birleştirmek için değil, özel mülkiyeti korumak için geliştirilmiştir. Engels’e göre erkek egemenliği, bu yüzden ekonomik egemenliğe dayanır; onun ortadan kalkmasıyla ataerkillikte ortadan kalkacaktır.

Radikal devrimci feminizm: Marksist feminizmin ataerkillik temelini sömürü ve sınıflaşmadan başlatmasından rahatsızlık duyar. Onlara göre, kadının akla gelen her alanda ikincil konuma getirilmesi, daha da eskilere dayanmaktadır.  Bazıları, kadının ikincil konuma düşmesini onların doğum yapmalarına dayandırır. Doğum yapan kadın, erkeğe kendini bağımlı kılmaktadır. Bu tür bir feminizm doğumu olumsuzlar. Kadın, doğum kontrol teknikleriyle bilinçlendikçe -ve hatta daha da ileri giderler- yapay bir rahim modelinde doğum gerçekleşmedikçe kadınların özgürleşmesi mümkün değildir. Ve hatta aşırı radikalciler işi daha da ileri götürürler; gerçekten bağımsızlığın ancak sadece kadınlardan oluşan bir toplumda mümkün olabileceğini, lezbiyenliğin cinsiyet özgürlüğünün tek gerçek yolu olduğunu savunurlar.

Siyah feminizm: Siyah feminizmin kaynağı, önceki feminizm anlayışlarından duyulan hoşnutsuzluktur. Onların deneyimi, beyaz olan kadın kardeşlerinden daha katmanlı ve çok yüzlü bir şeydir. Siyahi kadınlar hem kadın oldukları için hem de siyahi oldukları için ikincilleşmişlerdir.  Siyah feministler ‘feminist teoride ırkçı bir temayül’ belirlemişlerdir ve onlar için beyaz yönetimden kurtulmak kapitalizmin ataerkilliğinden kurtulmak kadar önemlidir.

Post-modern feminizm:  Daha yakın dönemlerde bazı feminist yazarlar Marksizm’e ve ataerkillik kavramına dayalı yapısal analizlerden uzaklaşmışlardır ve postmodernizmi, Barret ve Phillips’in (1992) ‘teorinin tahtının sarsılması’ olarak tanımladıkları bir süreci benimsemişlerdir. Ayrıca çoğu modern feminist yaygın bir kabule, feminizmin amacının cinsel bakımdan daha eşit bir toplum yaratmak olduğu düşüncesine karşı çıkmışlardır. Daha ziyade onlar, daha olumlu, hatta iddialı bir yaklaşımı benimsemiş ve sadece kadınlar ve erkek arasındaki farklılıkları değil, aynı zamanda kadınsılığın daha üstün niteliklerini vurgulamaya çalışmışlardır.

“Sürekli normal olmak için uğraşırsanız, ne kadar mükemmel biri olabileceğinizi asla bilemezsiniz.” Maya Angelou (1928-2014)

Postmodern feminizmde, kadınların konumunu bütün yönleriyle açıkladığını iddia eden toplum teorileri reddedilir. Hatta burada özerk bir kadın kategorisi fikrine karşı çıkılır. Gerçekte, her kadın diğerlerinde farklıdır, onlar çok farklı hayatlar sürdürürler ve bu yüzden tek bir kalıp yargının veya özel bir teorik çerçevenin sınırlarını aşarlar. Geleneksel feminist düşünce, erkeksi düşünceler veyahut eril bir dil kirletilmiştir; postmodern feminizm amacı ise, genel olarak  eril dilin dünya görüşünü, yapı-bozuma uğratmaktır.

“Özgürleşme, kadının ruhunda başlar. Tarih bi­ze, her ezilen sınıfın özgürlüklerini efendilerinden kendi güçleriyle söküp aldıklarını gösteriyor. Kadının bundan ders çıkartması çok önemlidir ki, özgürlüğe ulaşma gücü ne kadar artarsa özgürlüğü de o kadar artacaktır. Aynı za­manda, kadın için daha önemli olan, iç dünyasındaki yeni­lenmeyle eski önyargıların, geleneklerin ve adetlerin ağırlı­ğından sıyrılmaya başlamasıdır. Hayatın her alanında eşit hak talep etmek, haklı ve adildir, fakat hepsinden önce, en hayati olan hak, sevme ve sevilme hakkıdır. Kısmi özgür­leşme gerçek ve tam özgürleşmeye dönüşecekse, sevilmek, sevgili ve anne, köle veya birine tabi olmakla eşanlamlı gö­ren saçma tutumdan sıyrılmalıdır. Cinslerin ikiliği saçmalı­ğı ya da kadın ile erkeğin birbirine düşman dünyaları tem­sil ettikleri fikri de def edilmelidir.” -Emma Goldman, Dans Etmeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir.

Kaynakça:

  • Sosyolojide Temel Fikirler – Martin Slattery
  • Sosyoloji Kuramları – George Ritzer / Jeffery Stepnisky