Doğu Felsefesi,  Felsefe,  Hint Felsefesi

Buddha Felsefesi – Zihin ve Acı Felsefesi

Buddha Felsefesi

Hint Felsefesi ‘nde her zaman samsara “yeniden doğum”dan kurtuluşun yolları aranmıştır. Bu zihniyetin temellerini ise, Hinduizm atmıştır. Kişi, yeniden doğum döngüsünden çıkmak istiyorsa, kast sistemindeki yerini bilmeli ve tanrılara sunular sunmalıydı. Brahminler (rahipler) bu sistemin en üst katmanındaydı ve kurtuluşa “mokşa” ya en yakın olanlarda onlardı.

Sidhartha Gautama –Buddha- ise M.Ö. 5 yaşamış bir devrimciydi. O Brahminlerin bir alt tabakası olan savaşçı ve yönetici kesimden geliyordu. O’nun babası kraldı. Prens Sidharta, bir kahinin sözü üzerine tabir-i caizse pamuklar içinde büyütülmüştü. 29 yaşına geldiğinde ise kozasından çıkmış ve acıyla tanışmıştı. Sarayından çıktığında yaşlılığı, güçsüzlüğü, fakirliği, hastalığı görmüştü. Bu onu derinden etkiledi. O günden sonra onun amacı acının kaynağına inmek ve acı çekmenin “duhkha” kökten bir çaresini bulmaktı.

Buddha Felsefesi günümüzde din olarak ele alınsada, o acının felsefesini ortaya koymuştu. Ve acıdan yola çıkarak, kendini de araştırmasına katarak bir zihin felsefesi -senenin M.Ö. 500 yılları olduğunun tekrar altının çizilmesi gerekir- inşa etmişti.

Batı felsefesinde Buddha’yı bir kefeye koymak gerekirse, onun yönteminin bir yanı kesinlikle deneyimciydi ancak; dışa dönük değil, içe dönük aklın ve sezginin sentezinin bir deneyimiydi.

Buddha acıyı araştırmak üzerine bir tefekküre daldı. Doğanın içinde inzivaya çekildi ve çilecilerle onların yöntemlerini deneyerek altı sene geçirdi. Yemek yemedi, uyumadı, yıkanmadı. Ve en sonunda haliyle ölüyordu. Farkına vardı, bu böyle olmayacaktı. Acıdan kurtulmak isterken, acıya daha çok saplanıyordu. Bunun bir “orta yol”u olmalıydı. Buddha hafif bir yemek yedi, temizlendi ve Bodhi ağacının altında dört aşamalı olan uzun bir meditasyona daldı. Ve dört aşamalı meditasyonun sonunda o, aradığının cevaplarını bulmuştu. O artık buddhalığa, aydınlanmış olana ulaştı.

Vedalar, Upanişadlar ve Buddha Felsefesi

Vedalar baz alınırsa, Brahminler sunular sunarak samsara döngüsünü kırmaya en yakın kişilerdi. Onlara göre karma inancı, sunular sunmaktı. Diğer kasttan olanlar için ise bu döngüyü kırmak istiyorlarsa, otoriter olan Brahminlere ve kurban törenlerine ihtiyaç vardı. Mokşa’ya yani kurtuluşa ermek için bariz bir şekilde “insan” seçiliyordu.

Buddha’yla birlikte bu durum, eşitlikçi bir anlayışa büründü. Karma inancı, eylemden; eylem niyetine evrildi. Sunuların önemi kalmadı, brahminlerinde… Kişi, herkes, aydınlanabilirdi. Niyet iyiyse ve bu eylemin icraatına dökülüyorsa, yaşamın içindeyken de kişi aydınlanabilirdi.

Vedalarda tanrılara tapınmak, insanı mükafatlandırıp, samsaradan kurtarıyorsa; Hint Felsefesi’nin bir diğer önemli kaynağı olan Upanişadlarda da durum değişmişti. Upanişadların felsefesi de Vedaların yanında radikal bir değişiklik içeriyordu. Artık kanlı kurbanlara gerek yoktu. Vedaların çok tanrıcılığının yanında temelde her şeyden önce var olan bir tek olandan söz ediliyordu. Tad ekam. Her şeyden önce var olan ilke. Bu bakış açısı, Upanişadlarda geçen, tek töz olan Brahman’ın yolunu açmıştı.

Upanişad felsefesinde Brahman tek tözdü. Atman ise, bu tözün aynısı ancak her şeyde var olan onun tezahürüydü. Yani her şey Brahman’dı ve bir özü içeriyordu. Bu ise çileci bir meditasyona sürüklemişti. Dünyayı, maddeyi tamamen Brahman’ın oyununun bir parçası saymış ve Hintli’nin düşünce sistemini “ruh” “töz” “zihin” artık ne denirse, tekçi bir idealizme sürüklemişti. Buddha buna da karşı çıkacaktı. Bir öz arayışı, kişiyi hem egoizme hem de ölüme sürüklüyordu. Ruhu yüceltip, maddeyi bertaraf etmek, kişinin kendi bakış açısının yanılgısıydı. Buddha’nın aydınlanma yolundaki en önemli farkındalıklarından biri de buydu.

Buddha Felsefesi – Bireysel Öz Yoktur!

Öncelikle her şey değişim içindeydi ve akıcıydı. Bunun aksi olduğunun yanılgısına düşmek kişinin kendisi sebebiyleydi. Zihin iyi, madde kötü denilemezdi. O ya da bu denilemezdi. Dediğiniz anda bir değişim gerçekleşiyordu. Bu, ruhun kalıcı varlığının bir konsept olduğunun fikrine yol açtı. Kişinin özü yoktu. Ortaya çıkma vardı. Yaratılma yoktu ancak bu var olmayı da reddetmiyordu. Buddha, kişinin bağımsız bir öz olduğunun fikrine karşıydı. Bireysel ölümsüz ruh tasarımını reddediyordu. Deneysel kişiliğin –beden, duygular, istekler, zihin tasarımları ve saf bilinç- olmak üzere beş tür varlıktan skandha’dan oluştuğu; ancak bunların Hinduizm’in karma inancında olduğu gibi kalıcı olmadığını ve ruh olarak tasarlanabilecek herhangi bir şeyi meydana getirmeyeceklerini ileri sürdü.

Özgür İrade

Buddha’ya göre öz yanılgısı kişiyi daha da bencil yapıyordu ve derinlerde yatan bu bilinçten kurtulmak gerekiyordu. Böylelikle cinsiyet ve kast fark etmeksizin herkes nirvanaya ulaşabilir, samsara döngüsünden kurtulabilirdi.  Öz yanılgısından kurtulursak, acımızda dinecekti. Sona erecekti. Buddha, Hinduizm’in karma inancının, ritüellerin, kast sisteminin, cinsiyet eşitsizliğinin ipini çekmişti. Buddha insanlara hem  zihinsel hem de eylemsel özgürlüklerini vermişti. Yaşamının kontrolünü ele alma iradesi artık kişinin kendisinin elindeydi.  

Buddha’nın yaptığı bir devrim niteliğindeydi. Özgür iradeyi halkına hediye etmişti. Zihinsel pranganın, acının kurtuluş yolunu apaçık bir şekilde duyurmuştu. Bunu ise “dört yüce gerçek” ve ”sekiz aşamalı yol” öğretileriyle yapacaktı.

Dört Yüce Gerçek

  • Dukkha – Yaşam acı doludur.
  • Samudaya – Acıların sebebi cehalet, açgözlülük ve öfkedir.
  • Nirodha – Sebeplerin ortadan kalkması, acıların ortadan kalkmasını getirir.
  • Magga – Acıların sona ermesinin yolunu Sekiz Aşamalı Yol gösterir.

Sekiz Aşamalı Yol

  • Doğru İnanç
  • Doğru Düşünce
  • Doğru Söz
  • Doğru Tavır
  • Doğru İş
  • Doğru Çaba
  • Doğru Özen
  • Doğru Yoğunlaşma

Buddha, nirvanaya ulaşmıştı. Köşesine çekilebilirdi, ancak o; öğretimi seçti. O öğretisini, şimdi Benares Sermon diye bilinen, gezilerinin pek çoğunda yanında olan beş adama söylevlerini verdi. Budizm, Hindistan’ın yerli düşünce sistemi ve dini olan Hinduizm’e rakip olmuştu. Bunda büyük bir payı olan şeylerden biri de Ashoka isimli bir Hint hükümdarının Buddha düşüncelerini duyurmaya ve benimsemeye niyetlenmesiydi. Ve bu durumdan rahatsız olan Vişnuculuk ekolünün taraftarları, kalabalık bir kitle edinen Buddha’yı Vişnu’nun reenkarnasyonlarından biri ilan edecekti. Buddha Felsefesi, ölümüne kadar, bu söylevlerle birlikte aktarıldı.

Buddha Felsefesi : Theravada ve Mahayana Ekolleri

Buddha’nın ölümüyle ise her öğreti de olduğu gibi Buddha’nın düşünceleri, başka zihinlerce tanındığında, farklı bir ekol ortaya çıktı. Buddha Felsefesi’nin iki önemli ekolü oluştu. Theravada (Küçük Araba) ve Mahayana (Büyük Araba)  budist ekolleriydi.

Theravada Ekolü: Buddha bir azizdi. Bireysel kurtuluşa dayanan bilgelik amaçtır. Gerçek aydınlanma tam zamanlı bir iştir. Bu yüzden kişi bir keşiş olarak sangha’ya, topluluğa üye olmalıdır. Metafizik spekülasyonlar vakit kaybıdır. Meditasyon en iyi yoldur. Yalnızca bir Buddha vardır ve o da Budizm’i kurandır. Pali Canon yalnızca prakritçe öğretilmelidir. Her şey sürekli akış halinde olan elementlerin (dharmas) bir toplamıdır.

Mahayana Ekolü: Buddha bir kurtarıcıydı. Diğerlerine merhamet etmek önemlidir. Kendin için aydınlanmayı ara ama diğerleri içinde ara. Aydınlanma yalnız keşişler için değil, herkes için bir yoldur. Metafizik spekülasyonlar önemlidir. Buddha’ya dualar karşılık bulur ve biz onları ritüellerle destekleriz. Herkeste Buddha doğası vardır, herkes Buddha olabilir. Öğretilmesi gereken metinler, sanskritçe öğretilmelidir. Her şey boştur. (shunyata)

Buddha’nın düşünceleri dünyanın dört bir yanına yayıldı. Kültürlerce ve bölgenin düşünceleriyle iç içe geçti ve Budizm, farklı yorumlar getirilerek benimsendi. Çin’de Ch’an Budizmi, Japonya’ya geçti ve bugün bile pratik alanda içselleştirilen öğretilerden biri Zen Felsefesi halini aldı.

Kaynakça:

  • Otuz Beş Doğu Filozofu – Diane Collinson
  • Doğu Felsefesi – Jim Powell
  • Hint Felsefesi – Mysore Hiriyanna