afrodit
Batı Felsefesi,  Felsefe

Mitos ve Akıl – Mitoloji’nin Logos’a Serüveni

Mitos ve Akıl

Mitos, insanın evreni, doğayı, doğa olaylarını ve kendi varoluş sürecini anlama çabalarıyla kurguladıkları ‘inanç destanları’dır. İnsanlığın anlamlandırma çabalarındaki bebeklik evresi de denilebilir. Mitoslar, inancın hikayeleştirilmiş halidir.

Mitos Kavramı Açıklanabilir mi?

Sorusunun cevabı günümüzde bile aslında net değildir. Bilim insanlarından bazıları ‘mitos’ kavramının açıklanması gerektiğini, oluşturulan hikayelerin altında daha derin, o dönemin insanlarının psikolojisini, düşünme yapısını yansıttığını ve yine o dönemin ihtiyacından doğan bir kavram olduğu konusunda diretirken ve bu kavramın üstüne –mitoloji– araştırma bilimini ortaya koyarken, bazı bilimciler ise bu kavrama çok da anlam yüklenmemesi gerektiğini, o dönemin dogmatik bir dini olduğunu, çok da bir şey ifade etmediğini söylemektedir.

Mitos Kavramının Önemi

Mitos kavramı sadece mitolojinin alanında değil, felsefeden başlayarak edebiyat, psikoloji, antropoloji, sosyoloji alanlarının da açıklamayı, içine bakmayı istedikleri bir dert olmuştur.

Mitos söylemlere Antik Yunan tarihinde ilk olarak Homeros (İÖ VIII) İlyada Destanı’nda rastlanmaktadır. İlyada Destanı’nın içeriği Truva Savaşı’nı anlatmaktadır. Aynı zamanda bu destan Tanrıların Savaşı’nı da konu almaktadır.

Mitos ve Akıl – Logos Nedir?

Eski Yunanca’ da -söylemek, kavramak, konuşmak – anlamına gelen ‘log’ kelimesinden türeyen logosun ilk anlamı us ve usa dayanan sözdür.  Daha sonra uyum, yasa, düzen, bilim ilkesi, akıl ve yine söz anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

Heraklitos, logos kavramını ilk ortaya atan düşünür oluyor. Bu Antik filozofla birlikte logos evrenin usu,  evrenin yasası yani değişme yasası olarak felsefenin kavramlarından biri haline gelecektir.

Ortaçağ Felsefesi’nde Augustinus ile birlikte logos, tanrının sözü, bilgi kaynağı, bizzat Tanrı kavramı olarak kullanılmaya başlayacaktır.

Mitos ve Akıl – Mitos’un Yerini Logos’a  Bırakması

Mitos inancı konu alırken, logos akılla kavramaya geçiş olacaktır. Tanrıların tamamen insan şahıslara dönüşmesiyle, kimi şüpheci ve ilk ilke kavramının daha fazlası olduğunu düşünen zihinlerin, Anadolu’daki bir fırtınanın Olympos’un zirvesinde oturan bir tanrının öfkesinden kaynaklandığına inanmayı reddetmesi kaçınılmaz olacaktı. Ve bu reddediş ‘arkhe’ kavramının ortaya atılmasıyla devrim yaratacaktı. Batılı anlamda ilk adımı atan, ilk ilke yani arkhe kavramını farklı bir şekilde yorumlayıp buna ‘su’ diyen Thales olacaktı. Ve farklı filozoflarla farklı ortaya atılan arkhelerde peşinden geliyordu.

Logos genişledikçe, mitos daralacaktı. Mitos artık ‘masal, öykü, destan’ gibi kurgusal anlatım şekilleri demek olacaktı.

Kutsal Metin: Homeros – İLYADA DESTANI

Yunanlılar teolojik tasarımlarını Homeros ve Hesiodos gibi o dönemin ozanlarının yazılı anlatımla yaydıkları şiirlerinden yapmışlardır. Atina’nın en büyük bayramlarından biri olan Panathenaia gibi dinsel törenlerde Homeros’un İlyada Destanı kutsal bir metin gibi okunmaya başlanmış, her türlü bilginin özü olarak görülmüştür. Askeri, politika, eğitim ve inanç alanlarında esas alınmıştır.

Ksenophanes: Tanrı Daha Fazlasıdır.

Ancak İÖ 600’lerden sonra eskiden beri süregelen inançlara dayanmak yerine mantık ve gözlemle dünyayı anlamlandırma çabasını yeğleyen felsefenin yükselmesiyle, Homeros’un anlattığı hikayelere ilk eleştiriler, İonyalı düşünürlerden gelecektir. Mitosların teolojisini kabul etmekte zorlanan düşünürlerin başında ise Kolophon kentinde Homeros’dan iki yüzyıl sonra yaşamış olan Ksenophanes (İÖ yak. 570-475) gelir. Bu tanrıları aslında insanların kendi imgeleminde yarattıklarını düşünür. Teolog tanrıların insan-biçimli düşünülmelerini söyle eleştirir:

“Atların, aslanların ya da ağır kanlı sığırların heykel yapabilen becerikli elleri olsaydı, atın tanrısı at, sığırınki sığır olurdu.”

Aslında bu imgelemenin şimdi bile birazcık geçerli olduğu söylenilebilir mi?

Yani en azından çoğumuzun aklından küçükken Tanrı’yı hayal ederken aksakallı, nur yüzlü bir dede gibi hayal ettiğimizi umuyorum yalnız hissetmek istemediğimden…

Ksenophanes  o dönemde çok farklı bir bakış açısını savunmaktaydı, inanç tarihinde bir ilki dile getiriyordu.

“Evreni bilgilendirip, yöneten görünmez bir tanrının varlığı…”

Ona göre tanrılar insanlardan çok daha üstün bedensel ve zihinsel olarak ölümlülere benzemeyen, ancak düşünce gücüyle her şeyi denetim altında tutan bir Tanrı vardı. Bu düşünceyle Eski Yunan araştırmacılarına göre Ksenophanes, monoteizmi ilk ortaya atan düşünür olarak kabul edilse de bu görüş tartışılmaktadır. Zira bazı düşünürler, onun aslında tüm tanrısallığı kozmik bir uyuma bağladığı ve panteist olduğu görüşündedir.

Öte yandan Ksenophanes’in  çağdaşı olan Herakleitos da tümüyle Zeus’a karşı olmamakla birlikte bilgeliği ve gerçeği bilmeyi savunur. Homeros tanrılarını aşan bir teklik düşünür.

“Mitos ve Akıl” Thaeahenes ve Empedokles: Mitos ’a Alegorik Bakış

Güney İtalya’da yaşamış olan Arkeik dönem şairi Thaeahenes’de (İÖ VI. Yy) Homeros’un mitoslarını olduğu gibi benimsemenin ahlaksal açıdan kabul edilemeyeceğini öne sürerken, Yunanlıların geleneksel inançlarından vazgeçmeden yaşamasının uzlaşmasına gitmeye çalışacaktır. Theagenes, Homeros destanlarını alegorik olarak yorumlar. Destanlardaki mitosların yüzeysel olarak değil de metafor olarak bir şeyler anlatmak istediğini düşünür.  Theaganes’e göre Troia Savaşı’ndaki Tanrıların çarpışması doğa olaylarını simgelemektedir. Ve ona göre Tanrılar insan özelliklerinin simgelenmesidir.

Theagenes’den sonra Empedokles’ de alegorik yorumlar yapmaya çalışacak ve tanrının bir bedende varlık göstermediğini söyleyecektir. Onun adının ağza alınmayacak “kutsal akıl” olduğunu söyleyecektir. Empedokles kendinden önceki filozofların su, ateş ve hava arkhesine toprağı eklemiş ve ‘dört ana öğe’ kuramını oluşturmuştur. Bu dört öğe, doğada birbirlerine örülü olarak vardır. Bunlara mitolojik tanrıların adıyla seslenmiştir. Hera hava, Zeus ateş, Aidoneus(Hades) toprak ve Nestis sudur. Empedokles dört öğenin ayrılmasında ve birleşmesindeki en önemli etkenin sevgi ve nefret ikileminin olduğunu söyler.

Aşağı yukarı aynı dönemlerde yaşayan Anaksagoras da (İÖ yak. 500-428) mitoslara yanlış davranışların kötü sonuçlarını göstererek erdemli olmayı öğretmek olduğunu iddia eder.

Mitos ve Akıl – Sofistlerin Şüphesiyle Kaos

Yunan dünyasında tanrılara ilişkin kuşkucu tavırlar sofistlerin meydana çıkmasıyla daha fazla artacaktır. Sofistlerin babası olan Protagoras (İÖ yak. 485-410) Tanrılara Dair isimli yapıtında önceki düşünürlerin tanrı kavrayışlarını sorgulamış ve “Tanrıların ne var olduklarını ne var olmadıklarını ne de neye benzediklerini bilebiliriz. Çünkü bunu öğrenmemize engel olabilecek bir sürü neden var, ama en önemli neden, bu meselenin kendiliğinden bulanık oluşu ve insan ömrünün bu konuya tam olarak vakıf olamayacak kadar kısa oluşu” demiştir.

Protagoras’ın bu açıklamasıyla Yunan Sitesi’nin (devlet) onu tanrı tanımaz olarak suçlayıp, yargıladığını ve Atina’dan sürdüğü söylenmektedir. Çünkü Antik Yunan’ın Tanrıları, devletin de tanrılarıydı. Bu düşünce devlete de rahatsızlık vermişti.  Kritias (İÖ yak. 460-403) Protagoras’tan daha da ileri giderek tanrıların bütünüyle keyfi olan, politik hesaplarla –zeki devlet adamlarının uyruklarını itaatli kılmak için tasarlanmış bir takım kuruntulardan başka bir şey olmadığını- söylemiştir. 

Homeros’un Mitos ‘una Karşı Platon

Ünlü düşünür Sokrates ve öğrencisi Platon ise Olympos’ta yaşayan tanrıların ahlaki durumlarından  oldukça rahatsız olmuşlardır. Özelikle Platon, Homeros ve Hesiodos’a karşı çıkar. Onları yalanlar uydurmak ve zararlı öyküler üretmekle suçlar, Platon kurguya çok da karşı olmasa da olumsuz mitosların çocuklara anlatılmaması gerektiğini savunur. 

Kutsal Anlatı: Hükümdar Tanrılar, Euhemerizm

Platon’dan iki kuşak sonra Messeneli Euhemeros (İÖ yak. 331-251) Yunan tanrılarının kökeni hakkında devrim niteliğinde bir kuram ortaya atar. Kutsal Anlatı adında kurmaca gezi öyküsünde Hint Okyanusu’ndaki Panchaia adlı bir adaya gittiğini iddia eder. Anlatıya göre; halk, tarih öncesi krallarının adları yazılı olan bir sütun dikmişlerdir. Üzerinde Uranos, Kronos ve Zeus’un adları vardır.

İddiaya göre bu sütun Homeros tanrılarının aslında eskiden yaşamış ölümlü liderler olup, öldükten sonra tanrılaştırılmasının yazılı kanıtıdır. Euhemerizm olarak bilinen bu görüş gerçekten yaşamış liderlerin Yunanlılarca tanrılaştırılmış olduğunu kabul eder. Büyük İskender’den sonraki yöneticilerin ve Roma imparatorlarının da aynı şeyi yapmaları bu görüşe bağlanır.

Ortaçağ’da Mitoslar

Ortaçağ dönemine geldiğimizde mitos kavgası sona ermişti. Hıristiyan Kilisesi bu inancın gerçek inanca aykırı olduğunu söylemesiyle mitoslar önemini yitirdi. Yunan mitoslarını canlı tutmaya çalışsalar da bunu Hıristiyanlık doktrinine yaklaştırarak yapmaya çalıştılar. Orta Çağ teologları, Yunan teologlarına şeytana bağlı olanlar gözüyle bakıyordu. Fakat Avrupa’nın Rönesans devrine girmesiyle mitoslar, edebiyat, sanat, bilim dünyasına tekrar girmeye başladı. Belirli alanlarda akademilerin yeniden araştırma konusu oldu.

 “Mitoslar tam olarak ne anlatmak istiyordu?”

Protagoras’ın şüpheciliğine sığınmak isteyebiliyor bu soruyla insan…

“Tanrıların ne var olduklarını ne var olmadıklarını ne de neye benzediklerini bilebiliriz. Çünkü bunu öğrenmemize engel olabilecek bir sürü neden var, ama en önemli neden, bu meselenin kendiliğinden bulanık oluşu ve insan ömrünün bu konuya tam olarak vakıf olamayacak kadar kısa oluşudur.”

  • Kaynak:
  • Antik Yunan’da Mitosun Serüveni – Zühre İNDİRKAŞ-
  • Sokrates Öncesi ve Sonrası –F.M.CORNFORD
  • Öneri:
  • Truva (Troy) -2004 Film
  • Truva – Bir Şehrin Düşüşü – Dizi

2 Yorum

  • yavuz selim

    Bir çok kaynakta karşılaşma sansimizin olmadığı kadar zengin, son derece faydalı bilgilerle donatilmis, insanı o döneme dair cidden besleyen enfes bir yazı olmuş.. devamını sabirsizlikla bekliyoruz.