
Arap Mitolojisi | İslam Öncesi Paganizm ve Kabe
Arap Mitolojisi
Mitoloji denince akla genellikle Yunan, Mısır veya Hint mitolojisi gelir. Ancak, Arap Yarımadası’nın uçsuz bucaksız çöllerinde de zamanla unutulmuş, ancak bir dönem halkın inanç dünyasını şekillendiren zengin bir mitoloji vardı. İslam öncesi döneme ait Arap mitolojisi, doğaüstü varlıklarla dolu, kabile kültürünün izlerini taşıyan ve farklı halkların etkisiyle harmanlanmış bir inanç sistemiydi.
Arap Mitolojisinin Kaynakları
Arap mitolojisinin en büyük kaynağı, İslam öncesi Arap toplumunun sözlü geleneğiydi. İslamiyet’in gelişinden önceki Arapların yaşadığı döneme Cahiliye veya Asru ma kable’l İslam gibi isimler verilmiştir. O dönemde insanlar hikâyelerini nesilden nesle şiirler ve destanlar aracılığıyla aktarıyorlardı. Ancak, İslam’ın gelişiyle birlikte birçok mitolojik inanç terk edildi ya da İslami anlatılar içinde farklı bir şekil aldı.
Arap mitolojisini anlamak için şu kaynaklara başvurulabilir:
• İslam öncesi Arap şiirleri
• Kur’an’daki atıflar
• İslam sonrası tarihçilerin aktardığı anlatılar
Arap şehirlerinde de ticaret yaygındı. Ve dönemde tüccar ve şair olan çokça şehirli bulunurdu. -Nadr b. Haris çok yönlülüğüyle örnek gösterilebilir- Arap Mitolojisi, Mezopotamya, Mısır, Asur, Fenike, Pers ve İbrani gibi çeşitli kültürlerden etkilenmiştir.
Arap mitolojisi de diğer mitolojiler gibi sözlü kültüre dayanmaktaydı. Ancak nadir de olsa çeşitli yazılı kaynaklar bulunmaktadır: Örnek olarak, Seyf b. Ziyezen, Lokman, Ebu Leyla el Mühelhil gibi halk kahramanlarının hikayeleri ile diğer folklorik hikayelerden müteşekkil bulunan Binbir Gece Masalları’dır.
Bunun yanında Arap Mitolojisi için Kur’an’da önemli bir kaynaktır. Örneğin Kur’an’da İslam öncesi Araplarının cinlere tapındığı (34/41), meleklere tapındığı (43/19) ve dişi tanrıçalara tapındıkları (4/117) geçmektedir. Arap mitolojisine dair Kur’an’da geçen en belirgin öğe belki de onların yaratıcı sıfatı bulunan belirli bir baş tanrıya tapındıkları fakat bunun dışında, belki de bu baş tanrı ile kendileri arasında aracı olmaları için, çeşitli daha küçük tanrılara tapındıklarıdır. (29/61,63; 39/3 vd.).
Arapların inanış sisteminde monoteizme doğru evrilen politeistik bir animizm de söz konusudur. Buna göre, Araplar ruhlarını (cinler) ağaçlara, güneşe, aya ve yıldızlara yerleştirirlerdi. Yine bu dönemde, içlerinden birinin Heredot’un, Arapların Yunan kadın tanrıçası Aphrodite’e “Alilat” (lat) dediklerini belirttiği ve ‘Allah’ın kızları’ olduğuna inandıkları üç tanrıçaya tapmışlar ve ayinleri de totemist cemaat ayinlerine tam olarak uyan kurban ayinleri eşliğinde gerçekleştirmişlerdi.
Bir başka deyişle, İslam öncesi Arabistan’ın, animist ve totemist inançları ve bir ölçüde put figürlerinde ortaya çıkan antropomorfizmi ile birlikte görünür hale gelen Sami politeizmi, insanı çoğu defa taşlarda, ağaçlarda ya da gök cisimlerinde tezahür eden birçok güçlere, tanrılara, büyüye vs. ye bağımlı kılar. Putlar ve taşlar, inançların tüm soyut unsurlarının ve güçlerin kendileri üzerinden işlev gördüğü, kutsallıkla dolu ve tanrısal özelliklerin atfedildiği dini sembollerdir.
“Putperest bilinçte en üstün güç, en yüce varlık ve mutlak yaratıcı anlamında Allah tasavvuru daima vardır ve onun bu konuda bir tereddütü yoktur.” – bk. Ahmet Refik, Tarih-i Umumi -Araplar- (İstanbul: Kütüphane-i İslam ve Askeri Neşriyatı, 1328), 5/21.
Tanrılar ve Tanrıçalar | Arap Paganizmi
İslam öncesi Araplar, farklı kabilelere göre değişen çok tanrılı bir inanç sistemine sahipti. Ancak bazı tanrılar, Arap coğrafyasının büyük bir bölümünde ortak olarak kabul ediliyordu.

Yüce “El/İl“
Arap mitolojisinde “El” (veya “İl”), antik Kenan dininde ve Mezopotamya’nın Erken Hanedan Dönemi’ndeki Doğu Sami dillerini konuşan halklar arasında yüce tanrı olarak kabul edilen bir figürdü. Ugarit ve Levant bölgesinde El, insanlığın ve tüm yaratıkların babası olarak görülürdü ve en önemlileri Hadad, Yam ve Mot olan birçok tanrının babasıydı. Ugarit’in kil tabletlerinde El, tanrıça Aşera’nın kocası olarak tasvir edilir.
El’in önemi ve rolü, farklı kültürlerde ve dönemlerde değişiklik gösterebilir. Örneğin, bazı kaynaklarda El, yaratıcı ve bilge bir tanrı olarak tasvir edilirken, bazılarında daha pasif veya geri planda bir figür olarak görülür. Ancak genel olarak El, Arap mitolojisinde önemli bir tanrı figürü olarak kabul edilir ve diğer tanrıların ve yaratıkların kökeniyle ilişkilendirilir.
Hubal – Kadim Tanrı
Hubal, Mekke’de en önemli tanrılardan biri olarak kabul ediliyordu. Kureyş kabilesi tarafından büyük saygı gören bu tanrı, genellikle ay tanrısı olarak anılır. Hubal’ın, kırık bir sağ eli olan insan biçimli bir put olduğu ve Mekke’deki Kâbe’nin içinde bulunduğu söylenir. O dönemde Araplar, gelecekle ilgili kehanetlerde bulunmak için Hubal’a danışırdı.

Al-Lât, Al-Uzzâ ve Menât – Kutsal Üçlü
Bu üç tanrıça, İslam öncesi Arapların en önemli tanrıçalarıydı ve özellikle kadınlara güç verdiğine inanılıyordu.
Al-Lât: Bereket ve doğurganlık tanrıçası olarak bilinir. Taif bölgesinde büyük bir tapınağı vardı.
Al-Uzzâ: Güç, savaş ve aşk tanrıçasıydı. Genellikle Venüs gezegeniyle ilişkilendirilirdi.
Menât: Kader ve ölüm tanrıçasıydı. Yolculuğa çıkanlar ona kurban sunardı.
Bu üç tanrıçaya Kureyşliler ve diğer bazı Arap kabileleri büyük saygı gösterirdi. Kur’an’da da bu tanrıçalardan bahsedilir.
“Onlar Allah’ı bırakıp tanrıçalara taparlar ve: “Elbette senin kullarından belli bir takımı alıp onları saptıracağım, onlara kuruntu kurduracağım, develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim, Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim” diyen, Allah’ın lanet ettiği azgın şeytana taparlar. Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinen şüphesiz açıktan açığa kayba uğramıştır.” -Nisa Suresi 117. Ayet
Dhu’l-Shara – Nabati Tanrısı
Bu tanrı, özellikle Petra ve çevresindeki Nabati Arapları tarafından kutsal kabul ediliyordu. Genellikle güneşle ilişkilendirilir ve ona adanmış tapınaklar bulunurdu.
Wadd, Suwa’, Yaghuth, Ya’uq ve Nasr
Bu beş tanrı, farklı Arap kabileleri tarafından tapılan tanrılardı. İslam öncesi Arapların doğaya olan bağlılığı nedeniyle, bu tanrılar genellikle hayvan sembolleriyle temsil edilirdi.
Arap Mitolojisinde Doğaüstü Varlıklar
Arap mitolojisi sadece tanrılarla sınırlı değildi; aynı zamanda cinler, şeytanlar ve efsanevi yaratıklarla doluydu.

Cinler
Cinler, Arap mitolojisinde en yaygın doğaüstü varlıklardan biridir. İnsanlardan farklı bir âlemde yaşadıklarına inanılan bu varlıklar, bazen insanlara yardım ederken bazen de onlara zarar verebilirlerdi. Ateşten yaratıldıkları düşünülür ve özellikle çöllerde ve ıssız yerlerde yaşadıklarına inanılırdı.
Arap kültüründeki cinlerin ayrı bir yeri vardır. Bazı Arap kabilelerine göre cinler, fırtına ve yağmur gibi bazı tabiat olaylarında tasarruf sahibi; bazılarına göre ise yılan ve köpek gibi hayvanların suretine bürünebilen doğaüstü yaratıklardır. Kimileri kendilerini cinden gelen bir sülaleye dayandırırken; kimileri cinlerle evlendiğini iddia eder. Başka bir kabile de ise cinler, Allah’ın kızlarıdır. Cinlerle ilgili ilginç bir durum daha şudur ki; Dönemin önemli şairleri İmriu’l Kays, A’şa, Ubeyd b. El-Ebras, Kümeyt, Hassan b. Sabit gibi meşhur şairlerin cinlerden bir hocası olduğu iddia edilir. Onlar olmadan şairlerin böylesi şiirleri icra edemeyeceklerine inanılır.
Cinleri ulvi derecesine çıkarıp onları kutsal kabul edip, onlara tapınmak suretiyle müşrik olan câhiliye Araplarının bazılarının bu durumla yetinmediğini ve Yüce Allah’la cinler arasında bir nevi soy bağı bulunduğunu iddia ettiklerini şu âyetten öğreniyoruz: “Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah’ın huzuruna getirileceklerini bilirler.” (Sâffât, 37/158).63
Ghul (Gulyabani)
Ghul, mezarlıklarda veya ıssız yerlerde yaşayan, insan yiyen yaratıklardı. Genellikle masallarda anlatılan bu korkutucu varlık, kurbanlarını kandırmak için insan şeklini alabilirdi.

Nasnas
Nasnas, yarı insan yarı hayvan olarak tasvir edilen bir varlıktı. Bir bacağı ve bir kolu olduğu söylenir, hızlı hareket edebildiği anlatılırdı.
Si’lat
Si’lat, şekil değiştirebilen ve insanları kandırabilen kadın formunda bir ruhtu. Cinlerle benzerlik gösteren bu varlık, genellikle tehlikeli olarak tasvir edilirdi.

Arap Paganizmi ve Kabe’nin Önemi
İslam öncesi dönemde Kâbe, Arap Yarımadası’ndaki çeşitli kabileler için kutsal bir mekandı. Farklı inançlara sahip olsalar da, Araplar Kâbe’ye büyük saygı gösterirlerdi. Kâbe, tanrıların evi olarak kabul edilir ve burada çeşitli putlar bulunurdu. Bu putlar, kabilelerin inandığı tanrıları temsil ederdi. Kâbe, aynı zamanda bir ticaret merkeziydi. Yılın belirli dönemlerinde düzenlenen panayırlar sayesinde insanlar buraya gelir, hem ibadetlerini yerine getirir hem de ticaret yaparlardı. Kâbe, Araplar için birliğin ve beraberliğin sembolüydü. Farklı kabilelerden insanlar, Kâbe’de bir araya gelir, ortak bir amaç etrafında toplanırlardı. Bu durum, kabileler arasındaki ilişkilerin gelişmesine ve barışın sağlanmasına katkıda bulunurdu.
Çıplak Tavaf Âdeti
İslam öncesi dönemde Kâbe’yi çıplak tavaf etmek, bazı Arap kabileleri arasında yaygın bir âdetti. Bu âdetin nedenleri ve anlamı hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı kaynaklara göre, bu âdetin temelinde, insanların günahlarından arınma ve yeniden doğma inancı yatıyordu. Çıplaklık, insanın doğal ve günahsız haline dönmesini simgeliyordu. Kâbe’yi çıplak tavaf edenler, günahlarından arınarak yeniden doğduklarına inanıyorlardı. Bazı kaynaklarda ise bu âdetin, kabileler arasındaki sosyal statüyü gösterme amacı taşıdığı belirtilmektedir. Bazı kabileler, diğerlerinden daha üstün olduklarını göstermek için bu âdeti yerine getiriyorlardı. Başka bir görüşe göre ise bu âdet, tamamen dini bir ritüeldi ve tanrılara yapılan bir ibadet şekliydi. Çıplaklık, tanrıların huzurunda insanın en doğal haliyle bulunmasını ve onlara daha yakın olmayı simgeliyordu.
İslam’ın Gelişiyle Değişim
İslam’ın gelmesiyle birlikte Kâbe, Müslümanlar için de kutsal bir yer olmaya devam etti. Ancak putlar kaldırıldı ve hatta yıkıldı. Kâbe, tek tanrı olan Allah’a ibadet için bir merkez haline geldi. Çıplak tavaf âdeti de İslam’ın yasakladığı uygulamalar arasına girdi. Müslümanlar, Kâbe’yi Allah’ın evi olarak kabul eder ve burada ibadetlerini İslami kurallara uygun bir şekilde yerine getirirler.
Arap Mitolojisinin Günümüze Etkisi
İslam öncesi Arap mitolojisi, İslam’ın gelişiyle büyük ölçüde unutulsa da, bu mitolojinin izleri hâlâ Arap kültüründe ve halk hikâyelerinde yaşamaktadır. Örneğin:
Cin inancı, İslam sonrası dönemde de varlığını sürdürmüştür. Bugün hâlâ Arap kültürü başta olmak üzere çeşitli kültürlerde cinlerle ilgili pek çok hikâye anlatılmaktadır.
Gulyabani ve Nasnas gibi yaratıklar, modern Arap korku hikâyelerinde yer almaktadır.
Bazı Arap yer adları ve gelenekleri, eski tanrılarla bağlantılıdır.
Bugün Arap mitolojisi, özellikle fantastik edebiyat, sinema ve popüler kültürde yeniden keşfedilmektedir.
Özellikle Türk Sineması’nın, korku kategorisinde risk almaya cesaret edemeyince ilk başvuracağı durak “cin” temasıdır.
Arap mitolojisi, geniş çöllerden yükselen tanrılar, korkutucu cinler ve efsanevi yaratıklarla dolu zengin bir kültürel mirasa sahiptir. Ne yazık ki, İslam sonrası dönemde birçok mitolojik unsur silinmiş veya yeniden şekillendirilmiştir. Ancak, bugün bile Arap halk hikâyelerinde ve popüler kültürde bu eski mitlerin yankılarını bulmak mümkündür.
Arap mitolojisi, keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibidir. Eğer tarih öncesi çöllerde yankılanan bu efsaneleri derinlemesine incelemek isterseniz, Arap halk anlatılarını ve eski şiirleri okumak ufuk açıcı bir başlangıç olabilir.
Kaynakça:
- İslam Öncesi Arap Mitolojisi | İbrahim Usta
- Kitabü’l-Esnam (Putlar Kitabı) | İbnü’l Kelbi
- Arap Yarımadası’nda İslam Öncesi Dini Yapı | Abdurrahman Okuyan
Bunları da beğenebilirsiniz

Dahomey Amazonları ve Mitolojisi | Savaşın Kadınları
Mart 2, 2025
Sokratesçi Okullar- “Köpek Diyojen, Euklides ve Aristoppos”
Aralık 11, 2020