Çin Felsefesi,  Doğu Felsefesi,  Felsefe

Çin Felsefesi – Taoizm ve Konfüçyüs Öğretileri

Çin Felsefesi

Sarı Nehir Vadisi boyunca yerleşen kavimlerin tümü Çin ulusunu oluşturmaktadır. Çin ulusunun çağlar boyunca en önemli özelliği olan keskin sağduyusu onları kendine özgü kökenlerini bir ilaha atfetme çılgınlığından uzak tutmuştur. Antik Çin medeniyetinin göze çarpan iki özelliği vardır. Bir tanesi kehanet yöntemleri ve merasim geleneklerinden oluşur. Bir diğeriyse aile ve kabile kavramıdır. Bu özellikler, bireysel ve toplumsal gelişimin birbiriyle çelişen amaçlarını temsil eder. Kişinin kendi özünde olan doğru ve yanlış anlayışı tarafından şekillenen birey algısı, devletin temelini oluşturarak kehanet yöntemleriyle ilişkilendirilir.

Buradaki mantık şudur: Bireyin dolaysız eylemleri nihai olmalıdır ve bunlar önceden belirlenen eylemlerin sonucudur. Vesayet başlığıyla temsil edilen devlet algısı ise bireyler için neyin doğru neyin yanlış olduğunun belirleyicisi olarak merasim gelenekleriyle ilişkilendirilir. Eski düzen bireyci olarak özgürlükçüyken, sonraki düzen muhafazakardır. Eskisi değişen şartlara uyum sağlar; yenisi bir şeyleri var olan gelenekten yola çıkarak kesin tasarlar.

“Bir insanın, başarısının en yüksek şekli nedir?” Çin Felsefesi’ne göre bu, bilge olmaktan başka bir şey değildir ve bilgenin en büyük başarısı, ferdin evrenle özdeşleşmesidir. Ulusun bilge olma yolundaki felsefi kavrayışlarının ele alındığı okulların fazlalığından, Çinliler bu ekollere “yüz okul” derlerdi. Ve okullar arasında ne kadar farklar olsa da, her okulun felsefi içeriği siyaset felsefelerini de içermekteydi. Çinli yazarlar arasında geleneksel olarak “yüz okul”, altı okula bölünmüştür. Bu okullar şunlardır:

  • Yin-Yang Okulu: Bu okul, ismini yin ve yang prensiplerinden alır. Bu iki prensip, dişil olan Yin ve eril olan Yang prensibi Çin düşüncesinde Çin kozmolojisinin iki ana prensibi olarak kabul edilir. Onların birleşmesinin ve karşılıklı etkileşiminin, Çinlilere göre bütün evrensel fenomenlere yol açar.
  • Ju chia ya da Edipler Okulu: Batı literatüründe Konfüçyüsçü okul olarak bilinir. Kadim klasiklerin öğretmenleri ve bu yüzden kadim kültürel mirasın mirasçılarıdır.
  • Mo chi ya da Mohist Okulu: Mo Tzu’nun liderliği altında sıkı bir organizasyona ve katı bir disipline sahipti. Konfüçyüs’ün ilk muhalifi olarak bilir. Evrensel sevgi prensibini savunur.
  • Ming chia ya da İsimler Okulu: Gerçek midir mutlak olan yoksa isimler mi? sorusuna cevapları, “isimler”dir. Gerçek denilen şey değişkendir ve bilinemez. Mutlaklığı isimlerin içine, ortaya atılan kanıları çürüterek koyarlar.
  • Fa chia ya da Yasacı Okulu: İyi yönetimin, ediplerin yönetim için vurduladıkları ahlaki kurumlar yerine, yasanın tespit edilmiş bir koduna dayanması gerektiğini iddia eden bir krup devlet adamı tarafından kurulmuştur.
  • Tao-Te chia ya da Yol ve Yolun Gücü Okulu: Bu okulun takipçileri, metafiziklerini ve toplumsal felsefelerini, Tao ya da Yol olan yokluk (non-being) kavramı ve onun, insanın doğal erdemi olarak insanda yoğunlaşması etrafında odaklandılar. Bu doğal erdem, Te’dir. ve “erdem” olarak tercüme edilir. Ancak daha iyisi tek tek herhangi bir eşyanın tabiatında var olan “güç” olarak tercüme edilmesidir. Dipnot: Bu okulun taocu dinden dikkatli bir şekilde ayrılması gerekir.

Bu altı felsefi okulun yanında en bilinen ve benimsenen okullar iki genel başlık altında toplanabilir. Temsilcileri Lao Tzu ve Tao Chia olan liberaller ile Ju Chia ve Konfüçyüs’un önderliğindeki muhafazakarlar. Bu iki okulun gelişimi ve eğilimleri hem antik hem de modern dönemde Çin düşüncesini tümüyle etkilemiştir.

Bu iki okul arasındaki ayrım, bir tarafın ejderha atının sırtında bulunan işaretlerden yola çıkılarak Fu Xi tarafından geliştirilen ünlü “Sekiz Diyafram”a bağlı olması, diğer tarafın ise imparatorluk otoritesinin işareti olarak Konfüçyüs tarafından kabul edilen törensel “Dokuzlu Sehpa”yı kabul etmesi olarak açıklanabilir. Liberal Okul kadim yetkiyi “Değişimler Kitabı”nda bulurken, muhafazakarlar “Bahar ve Göz Kronikleri”de bulur. İlki insanın evrenle ilişkisini açıklamak için hayvanların ve bitkilerin alemine yayılmakta özgürdü. İkincisi ise kendisini sosyal yapılanmalarda bulunan insan etkinlikleriyle sınırlandırmıştı.

Çin Felsefesi – Taoizm Felsefesi

Taoizm, bir diğer deyişle Doktrin Okulu, Çin Mitolojisini de etrafında toplamıştır. Tao bakış açısı mitolojik olarak da felsefi olarak da Çin dininin ve felsefesinin merkezinde durmaktadır. Taoizm, muhafazakar tavırdan bir hayli uzaktır. Aynı zamanda Budizm’in Çin’e giren yabancı kökleri sebebiyle, Taoizm Budizm’e karşı bir isyan hareketidir. Taoizm ve Budizm birbirlerine yakın öğretiler gibi görünsede Budizm hem ruhu hem de bedeni öldürmeyi amaçlar. Taoizm ise ölümsüzlüğe, akışa ulaşana dek bedeni ruhun içinde eritmeye çalışır.

“Tao kimin oğlu bilmem ben.

Görünüşe göre, tanrıdan önce de vardı.”

Lao Tzu, Taoizm’in kurucusu kabul edilir. “Tao Te King” adlı eseri ise, Taoizm Felsefesi’nin temel öğretilerini içeren en önemli yapıttır. İlk olarak Taoculuğa ismini verecek olan “Tao” öğretinin temel yapıtaşıdır. “Tao” her şeyin başlangıcıdır, akışın kendisidir, dünyanın yaratılmasından önce var olandır. Tao bir form kazandığında Ming, “bir isim” diye adlandırılır. Bir düşünürün evrenle olması gereken ilişkisi Wu wei (eylemsizlik) ve Ching’tir (sükunet). Bu klasik eser, insanlara Tao’nun bir nevi akışın içinde nasıl olunması gerektiğini öğütlemeyi umar. Umar çünkü “akış” anlatılmaz. Anlatıldığı an öğretinin temel felsefesinden uzaklaşılır. “Su gibi olmak” diğer anlamda akışa teslim olmak, kadim öğretinin temelidir.

“Bir iş bittiğinde geri çekil, göğün yolu bu’dur.”

Karşıtlar Öğretisi

Kimi felsefecilere göre Lao Tzu Nihilist bir düşünürdür. Ancak bu oldukça tartışmalıdır.  Taoizm’in temel içeriği “karşıtlık ama iç içelik” bakış açıdır. İyi kötüyü, kötü iyiyi; güzel çirkini, çirkin güzeli… Kısacası zıtlıklar her daim birbirini barındırmaktadır. Eril ve dişil’in birlikte var olmasıyla hareket meydana gelebilir. Ve bu akış Tao’dan gelir ve Tao’ya geri döner. Her şey akış’tır. Olumlu ya da olumsuz gözüken şey içinde zıttını barındırabilir. Bu anlamda bakılırsa mutlak doğrudan bahsedilmesi mümkün değildir.

“Bütünlüğü korumak için bükül,

Düz olmak için eğil

Dolmak için boş ol.

İstekleri az olan onları elde eder.

İstekleri çok olan yolunu şaşırır.”

Mutlak bir doğru yoktur, bu anlamda kimi düşünürlere göre Lao Tzu bir hiçcidir. Kesin bir hüküm söz konusu değildir ancak bir akış söz konusudur. Akışın kendisi “Tao” dur. Ve Tao dünya bile var olmadan önce olan mutlak gerçekliktir. Tao’nun kesin olarak var oluşu ise, nihilist bir tutumdan oldukça uzaktır…

“Öğrenmeyi bırak, sorun kalmaz. Evet ile hayır arasında ne fark var. Evet ile hayır arasında ne fark var. Onların arasındaki boşluk nasıl kapanacak? ‘Bütün insanların korktuğundan korkmak gerek’ derler. Bu çok yanlış, yüzeysel bir yargıdır.”

Çin Felsefesi – Konfüçyüs Felsefesi

Konfüçyüs Felsefesi, Taoizm gibi öncelerde düşünsel bir zemine dayanmaktaydı. Sonralarında ise, iki öğreti de Çin’in yerli dinleri halini almıştı. Konfüçyüs Felsefesi daha çok ahlak ve siyaset ağırlıkta bir düşünce sistemiydi. Bir dinden ziyade ahlak felsefesiydi. Konfüçyüs hiçbir zaman kendini ilahi bir temsilci gibi hissetmemiş; tabiatüstü varlıklar, üstün kuvvetler ve ruhlardan da bahsetmemiştir. Ayrıca Tanrıların ve ruhların varlığı hakkındaki düşünceleri de reddetmiştir. Bu sebeple çoğu din adamı Konfüçyüs’ün din tarihinde değil; felsefe tarihinde olması gerektiği yönündedir. Konfüçyüs, ölümden sonraki yaşama da inanmamaktadır. Hatta bu konuyla ilgili bir soruya “Eğer insan hayatı henüz tanıyamamışsa, ölümü nasıl tanıyabilir?” diye cevap vermiştir. O, ruhlar hakkında da konuşmamış; “Eğer biz insana hizmet edemezsek, ruhlara nasıl hizmet edebiliriz?” diyerek ahiret inancına sahip olmadığını açıkça ifade etmiştir.

“Üç büyük tehlike: Akıllı insanların duygusuz oluşu, duygulu insanların etkisiz oluşu ve etkili insanların akılsız oluşu.”

Batı kaynaklarına göre, Konfüçyüsçülük bir devlet diniydi. Devlet yönetiminde olan kişi Tanrı’nın Vekiliydi. Devleti dengeye iyi bir şekilde götürebiliyorsa ilahi kaynaktan aldığı güçle bunu yapmaktaydı. Devletin iyisi, kişi erdemlerinin ahlaki olarak yönetimde birebir işlenmesiydi. Ancak asıl önemli olan şey, her şeyden önce kişinin önce kendini yönetmeyi bilmesidir. Büyük Öğreti’de bu düşünce daha da derinleştirilerek “kral ne kadar az icraat yaparsa o kadar çok sonuç alınır” prensibi getirilir ve böylece Taoist Wu wei kavramına sıkı sıkıya bağlanır. Krallığının etrafında döndüğü “sakin merkezi” oluşturarak kral, her şeyin düzgün çalışmasını sağlar ve kendisini bütünün parçalarıyla uğraşıp onları değiştirmek zahmetinden alıkoyar.

“Bu denge, dünyadaki tüm insan edimlerinin çıktığı eşsiz köktür; bu uyum tüm edimlerin izlemesi gereken evrensel yoldur.”

Evrende bir denge bulunmaktadır. Ve Konfüçyüs’e göre insan evrenin dengesini örnek alarak kendini şekillendirmeliydi. Eğitim ahlaki olarak eğitilmek için verilirdi. Eğitilen kişi, eğiticisini örnek almalı ve yine öğretmeni gibi eğitmeliydi. Devletin yönetimine gelmeden önce en önemli olan şey buydu.

“Eğitimli insanlar başkalarında iyi olanı beslerler, kötü olanı değil. Küçük insanlar ise tersini yaparlar.”

Ahlaki değerler için kişinin kendi iradesini yönetebilmesi gerekliydi ve sonrasında gerekli erdemleri bünyesine almalıydı. Konfüçyüs, dünyada beş şeyi her şeye uygulayabilme yeteneğine “mükemmel erdem” adını vermiştir. Bu beş şey ağırbaşlılık, cömertlik, samimiyet, doğruluk ve nezakettir. Konfüçyüs’ün telkini şu dört husus üzerine dönmüştür: Kültür, iş yönetimi, üste karşı dürüst davranma, verilen söze bağlılık.

“Zıt karakterde birini gördüğümüzde içimize dönüp kendimizi incelemeliyiz.”

 Taoizm daha çok bireysel ve özgürlükçüyken, Konfüçyüsçülük daha çok toplumsal ve muhafazakardı. Aile değerleri oldukça önemliydi. Anne babaya saygı en büyük ve önemli değerdi. Usta-çırak, büyük-küçük ilişkilerine dayandırılan bir bakış açısını içermekteydi. Konfüçyüsçülük’te Taoizm’de Çin’in en büyük ve önemli düşünce okullarıydı; Çin tarihini ve günümüz Çin’ine zemin oluşturan felsefi temellerdi.