Nietzsche
Batı Felsefesi,  Felsefe

Nietzsche ve Ahlak | “Ey İnsan, Hiç Olmadan Yaratamazsın!”

Nietzsche, felsefesinde  ontoloji ya da epistemolojik olarak  yeni teknik teoriler icat etmedi; ancak o etik alanındaki söylemleri ve keskin bir tarih eleştirmeni olarak en çok okunan ve özellikle aforizmalarına sıklıkla başvurulan, biraz deli-dahi bir filozof olarak felsefe literatüründe yerini aldı.  

Nietzsche bilinçli olarak romantik değildi; hatta romantiklere sıklıkla göndermelerde bulunurdu. Felsefe tarihini ve düşüncelerini, kendi perspektifi açısından ele almış ve keskin bir dille eleştirmişti. O’nun bilinçli bakış açısı daha çok Helenikti; ama Orpheusçu bileşen dışarıda bırakılarak. Pythagoras hariç, presokratik filozoflara hayrandı. Herakleitos’a yakınlığı vardı. Demokritos ve Epikuros’u severdi.

Nietzsche ve Ahlak Felsefesi

O’nun ahlaki anlayışı alışıgelmişin dışındaydı. “İyi” ve “kötü” sözcüklerini olağan çağrışımlarıyla birlikte kullanıp, ardından kötüyü iyiye tercih ettiğini söyleyerek okuru şaşırtırdı.

Nietzsche’nin etiği, olağan anlamda bir kendine düşkünlük etiği değildir; Sparta disiplinine ve önemli amaçlar için acı verme ve katlanma kapasitesine inanır. Tüm şeylerin üstünde iradenin gücüne hayrandır. “Bir iradenin gücünü,” diyor Nietzsche, “sunabildiği direnç miktarına, katlanabildiği ve kendi lehine çevirmeyi bildiği işkence ve acı miktarına göre test ederim; varoluşun acısına ve kötülüğüne azarlayıcı bir parmakla işaret etmiyorum, aksine yaşamın bir gün şimdiye kadar olduğundan daha kötü ve daha fazla ıstırapla dolu olabileceği umudunu taşıyorum.”

Nietzsche – Güç İstenci ve Üst İnsan

Her insan ve hatta hayvan doğası gereği içinde “güç istenci” barındırır. Hıristiyan ahlakı, insanın güç istencini uyuşturur. Zira Nietzsche, alkol gibi uyuşturuculara da bu sebeple karşıdır. Sadece Hıristiyan ahlakı değil tüm dinler, bir afyondur ve insanın doğasında olan yaratım gücünü ve güç istencini kırar, yok eder.

“Avrupa medeniyetinde iki büyük narkotik bulunmaktadır: Hıristiyanlık ve Alkol.” İki unsurda acıyı uyuşturur ve hayatımızdakilerin aslında çok da kötü olmadığını telkin eder, hayatımızı daha iyiye götürme gayesindeki irademizi baltalar.

“Siz konforlu insanlar, insan mutluluğu adına ne kadar az şey bilirsiniz!”…” Dolu yaşamın sırrı: Tehlikeli yaşamaktır! Vesuvius dağının eteklerine inşa edin şehrinizi!”

Nietzsche sanatı yüceltir şayet kişi kendi yaşamını, ahlakını bir sanatçı gibi işlemelidir. Kendi yaşam sanatını ortaya koymalıdır. Bunun içinse, kişinin öncelikle özgür bir ruha sahip olması gereklidir. Nietzsche bir nevi ahlakın sosyolojik ve psikolojik temellerini ortaya çıkarmaya çalışır.  Özgür olmayan ruhlar kendini bir nevi kurban rolü içine sokar ve bir köle ahlakı yaratır. Öte dünyadan medet uman, dünyaevi şeyleri kötüleyen, özgür ruhlu ve kendi kendine yeten, Nietzsche’nin tabiriyle “üst insan” olamadığından kendini uyuşturacak tampon niyetine, “çileci bir ahlak” tesis eder. Bu “köle ahlakı” veya “hıristiyan ahlakı”dır.

Nietzszhe’nin yücelttiği üst insanı |Übermensch|, hayat onlara ne verirse versin içlerinde bulunduğu durumların ve zorlukların üstesinden gelir.Şüphesiz o yapıtlarının bize “gerçekte olduğumuz kişi olmayı” öğretmesini istiyordu. Tüm kötü yönleriyle, yaşama içkin olan ve dinlerin bastırdığı kıskançlık, acı, gerekirse merhametsizlikle bireyin kendi yaşamının iplerini ellerine almalarını öğütlüyordu.

Nietzsche insanın her arzusuna sahip olabileceğini söylemiyordu ancak insanın en içteki arzularıyla yüzleşmesi, bu arzuları elde etmek içinse kahramanca “üst insan” gibi çaba göstermesi, savaşması gerekiyordu; insan ancak o zaman asaletle yenilginin yasını tutabilirdi. Günah olduğu veyahut yasak olduğu için arzuladığı şeye giden yola hiç girmemiş olmaktansa, istediğinin savaşına girip; yenilecekse de kahramanca çaba gösterdikten sonra yenilebilirdi. Böyle bakıldığında acı o kadarda acı verici olmazdı. Acı kişinin çabasının göstergesi olurdu ki, kişiyi “öldürmeyen acı güçlendirir”di. Bu ise tam anlamıyla “üst insan olmak” demekti.

Köle Ahlakı

 Zira Nietzsche’nin bakış açısında Hıristiyanlık geç Roma imparatorluğu döneminde gerçek isteklerinin peşine düşme cesareti olmayan ürkek kölelerin zihninde ortaya çıkmıştı. Hıristiyan Felsefesi de korkaklıkları bir fazilet olarak nitelendirmiş oldu. Buna da “sklavenmoral” kölelerin ahlakı adını verdi.  

Bir diğer deyişiyle Hıristiyanlar, birer hayvan sürüsüydü. Aslında onlarda hayatın gerçek zevklerinin tadına bakmak istedi: Güçlü bir statü, seks, entelektüel gelişim, yaratıcılık… Ancak bunları elde etmek için çok beceriksizlerdi. Bu yüzden isteyip de elde edemedikleri şeyleri kötüleyen iki yüzlü bir inanç sistemi kurdular; kötü hallerine şükür duaları ederken.

Yani, Hıristiyan değer sisteminde sessizlik masumiyet oldu. Zayıflık iyilik oldu, boyun eğme sadakat oldu. Nietzsche’nin ağzıyla ”intikam alamama beceriksizliği” bağışlayıcılık oldu. Bu yüzden kendi güçsüzlüklerini sinsice kendi taraflarına çeken bir ahlak inşa edilmiş oldu.

Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.

Nietzsche ve Nihilizm

Nietzsche bir nihilist olarak nitelendirilir ancak onun nihilizmi kültürün özellikle çileci din ahlakının prangalarından kurtulmanın ve aklı berraklaştırmanın hiçciliğidir. O’nun ahlak öğretisi normatif değil, metaetik düzeyinde keskin bir nasihat niteliğindedir. Din ahlakı, insanın kendi yaratıcılığına yabancılaşmasıdır. Efendi ahlakının yanında köle ahlakı insan sığlaştırır, yaratıcılığını yok eder.  Hıristiyan ahlakı insanın özgür ruhuna ket vurur. Böyle bir ahlakın ortadan kalması gerekir; bir şey toptan yıkılsın ki, ‘nihilizm’ tavrına bürünülsün ki, yerine yeni bir şey inşa edilebilsin.

Gerçekten kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?”

 Nietzsche’ye göre  herkes, prangalarından kurtulmuş, kendi ahlakını inşa etmiş, yaşamı olumlayan ve kendi yaşamını seven üstün insan olamaz, o yüzden onun ahlaki söylemleri kitlesel değildir. Daha çok potansiyeli taşıyan bireye göndermedir.

Nietzsche, Hıristiyanlığın ya da herhangi bir dinin metafizik doğruluğuyla ilgilenmez; hiçbir dinin gerçekten doğru olmadığı kanısında olduğu için, bütün dinleri toplumsal sonuçlarına göre değerlendirir. Kiliselerin demokrasi düşmanlarının müttefiki olmasına gelince, bu, diyor Nietzsche, gerçekten tam tersidir. Fransız Devrimi ve Sosyalizm, ona göre, esasında ruh olarak Hıristiyanlıkla özdeştir; hepsine karşıdır ve aynı nedenle, hiçbir konuda insanları eşit kabul etmeyecektir.

Hıristiyanlık kalbi ehlileştirmeyi amaçlar, fakat bu yanlıştır. Vahşi bir hayvanın belirli bir ihtişamı vardır; ehlileştirilince onu kaybeder. Bu korkunç yok olma tarzının en ünlü örneği Pascal’dır. Şahsına münhasır matematik dehası, Hıristiyanlık tarafından zehirlenmiştir. O muhteşem matematik zekasını tanrısına kurban etmiştir.

Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz ki!”

Nietzsche ve “Tanrı Öldü!”

Her ne olursa olsun, dinler yanlıştı ancak hayatın problemleriyle mücadele etmemiz açısından işe de yarıyordu. Ancak tanrı ölmüştü, onu insan öldürmüştü. Böylelikle uyuşturucu tamponları yok olunca, kişi varoluş krizlerinden kendini alamaz olmuştu.

 Nietzsche dinin yokluğunda arta kalan boşluğun kültür ile doldurulması taraftarıydı. Felsefe, sanat, müzik, edebiyat. Kültür, eski dini kitapların ve vaazların yerini almalıydı.  Yine de Nietzsche, çağının kültürü ele alış biçiminden şüphe ediyordu. Üniversitelerin insanlığı öldürdüğüne inanıyordu, onları kuru bir akademik askere dönüştürüyordu.

Antik Yunanlıların trajedik dramayı katarsis ve ahlak eğitimi için pratik ve terapatik bir şekilde kullanmasına hayrandı. Kendi çağının da bu konularda tutkulu olmasını diledi. Dinlerin yok olmasının getireceği krizin bilincinde olan insanlardan, dinlerin boşluğunu felsefe ve sanat ile doldurmalarını dileyen bir reform çağrısında bulundu.

“Her çağın kendi spesifik meselesi vardır.”…filozofun görevi bunları tespit etmek ve çözümüne yardım etmektir.”

Nietzsche’ye göre 19. yüzyıl iki büyük gelişimin etkisi altında yalpalıyordu. Kitlelerin demokrasisi ve ateizm. İlki, kitlelerin hazımsızlıkları ve kıskançlıkları peşinde serbest kalmasıyla tehdit ediyordu; ikincisi ise insanları rehbersiz ve ahlaki sistemden yoksun bırakıyordu.

Nietzsche ve Bengi Dönüş

Genel olarak dinler, -Nietzsche daha çok semavi dinler üzerinde durur- insanın güç istencini, güdülerini, acılarını, insanı genişletecek ve üst insan olmaya hazırlayacak olan tüm şeyleri köreltir. Bunun yanında yaşamı da olumsuzlar. Yaşam çile çekmek için vardır. İnsan sabretmeli, potansiyelini ve güdülerini bastırmalı, istencini görmezden gelmeli ve tanrıya havale etmelidir. Ne de olsa öteki dünya da mukafatlandırılacaktır. Peki bu dünya? Bir hiçtir. Dinlerin bu hiçciliğinin yanında Nietzsche yaşamı olumlar. Ve bunun üzerine “Bengi Dönüş”ü ortaya atar.

Bengi dönüş söylemi, yaşamınızı olumluyor musunuz, sizin olan bu hayatı hakkıyla yaşıyor musunuz?” sorusunun teyidi gibidir. Yaşadığınız yaşamı tekrar ve tekrar yaşayacak olsaydınız, yine bu yaşamı, sizi yaşamak ister miydiniz?

İdeal Yönetim ve Sanatçı Tiranlar

Nietzsche bir devlet tapınıcısı değildir; o tutkulu bir bireycidir, kahramana inanır. O’na göre, bütün bir ulusun sefaleti, büyük bir bireyin ıstırabından daha az önemlidir.  O milliyetçi olmasa da, yeryüzünün efendileri olacak uluslararası bir egemen ırk ister; “en sert özdisipline dayanan yeni bir büyük aristokrasi; burada iktidar sahibi felsefi insanların ve sanatçı tiranların iradesi binlerce yıla damga vuracaktır.”

Kaynakça: