rönesans felsefesi
Batı Felsefesi,  Felsefe

17. Yüzyıl Felsefesi – Rasyonalizm – “Doğa ve Kadın”

17. Yüzyıl Felsefesi, Rönesans ve Reform Dönemi’nden, keşiflerden ve bakış açısı değişikliğinden sonra modern düşünce çağına giriş felsefesidir. İngiltere’de Francis Bacon ve Thomas Hobbes, Fransa da ise;  Rene Descartes ile başlamaktadır. Rönesans, 17. Yüzyıl Felsefesi’nin zeminini hazırlamış olsa da tam anlamıyla modern bir bakış açısını ele almamaktadır. Orta Çağ’da yaratan Tanrı anlayışı Rönesans’la doğa tanrıça mertebesine yükselmiştir. Modern felsefede ise, doğanın ele alınışı özellikle Bacon’un düşünceleriyle makineleşmeye gidecektir.

Modern felsefe; dünya kavrayışı, yarattığı birey kavramı, koşulsuz öznelciliği, ilerlemeci tarih anlayışı, mutlak hümanizmiyle yepyeni bir felsefe anlayışını ele alacaktı. Ve bu ele alışların felsefeye kattıkları, bir sistem veya düzen oluşturulmak istendiğinde hala etkisini göstermektedir.

Modern felsefe üç büyük döneme ayrılmaktadır. 17. Yüzyıl Felsefesi bunun başlangıcının temellerinin atıldığı dönemi kapsar. Bu dönem felsefi bir devrim niteliğindeydi. Doğayı kavrayış şekli değişmişti, birey özgürlüğünü ilan etmişti, felsefe artık bağlılığını dinden tamamen kurtarıp, bilime transfer etmeye başlamıştı.

Modern Tarih Anlayışı

Modern felsefenin başlangıcıyla, Orta Çağ’daki tarih anlayışı tamamen değişecekti. Orta Çağ’da insan bir günah sebebiyle Tanrı’nın cennetinden düşmüş bir varlıktı. Bu sebepten kişiler kirlenmiş bir ruh ve kul olarak tanımlanmaktaydı. 17. Yüzyıl Felsefesi’yle kişiye olan bakış değişecek ve artık insan kirlenmiş bir ruh değil, özgür ve bağımsız bir birey olarak ele alınmaya başlanacaktı. Tanrı’ya olan bağlılık düşmüştü ve artık insan kendi yazgısını kendi yazabilen, hatta ona karşı çıkabilen kişi durumuna geçmişti.

Modern önceleri tarih ise Tanrı’nın ve yaratımlarının üstünden ele alınmaktaydı. Modern felsefede bireyin kendi kurduğu ve yaratıcısı olduğu bir dünya anlayışı; insanın özne olarak alınmasıyla birlikte ilerlemeci tarih anlayışına geçiş söz konusudur. Bembeyaz bir sayfa açılmıştır artık, geçmiş inkar edilecek ve geleneği yok sayacak bir Tabula Rasa’dan (zihin boş bir levha) başlayan özne temelli bir düşünsel süreç başlamıştır.

Hümanizm ve Özne Merkezli Bakış

Felsefenin teolojiden bağımsız olarak özerkliğini ilan etmesi bu dönemin en önemli özelliklerinden biridir. İnsan merkezli veya özneden hareket eden bir felsefe olması anlamında homosantrik oluşuma işaret eder. Özellikle Descartes’ten sonra Orta Çağ’ın teolojik kavrayışının aksine felsefenin asıl konusu batılı anlamdaki özne olmuştur. Tanrı’nın indirildiği tahta artık özne oturmuştur.

17. Yüzyıl Felsefesi -Rasyonalist Tutum

Nasıl ki teolojik felsefe mistisizme ve daha çok ilahisel bir kavrayışa yol açarsa, insan merkezli bir tutumda rasyonalizme yol açmaktadır. Rasyonalizm genel itibariyle, bilginin kaynağına aklın koyulması aklın; bilimin ve felsefenin kavrayışında otorite olarak sayılması denilebilir.

Bilgi edinme yolu olarak ilahi ve tanrısal olan baz alınırken, artık insan ve dünya temelli bir tutumla bilgi arayışlarına başlanacaktır. Modern dünyada insan kuldan azade “düşünen töz” olarak yeniden tanımlanacaktır.

Hükmetme Arzusu: Doğa ve Kadın

Ve düşünen tözler sayesinde artık dünya görüşü doğayı yenmek ve şekillendirmek üzerine kurulmaktadır. Özellikle Bacon, doğayı düşman olarak görmüş ve düşmanı yenebilmek için onu tanımak gerektiğini söylemiştir. Ve onunla birlikte, bilgi artık kendisi için değil fayda ve güç için istenmektedir. Kısacası bilgi, kazandırdığı iktidar, sağladığı güç imkanı için gereklidir. Bu iktidar öncelikle doğa sonra başka toplumlar ve kadın üzerinde elde edilebilecek bir güç olmak durumundadır.

Başta feministler ve eleştirel felsefe okullarında olan düşünürler, doğayla kadının üstünde kurulan zorbalığın eş zamanlı olduğunu ve bunun temelinde de modern bilimin olduğunu öne atmaktadırlar.

“Doğanın sömürülmesi, bütün çağlar boyunda doğayla özdeşleştirilmiş bulunan kadının sömürülmesiyle el ele gitmiştir. En erken dönemlerden beri doğa müşfik ve besletip büyüten bir anne olarak, ama aynı zamanda vahşi ve dizginlenemeyen bir dişi olarak görülürdü. Ataerkillik öncesi çağlarda kadının birçok yönü, bir tanrıçanın çok sayıdaki tecellisiyle özdeştirilmişti.

Ataerkil yapı altında iyi kalpli doğa imgesi, edilgen bir imgeye dönüştü; oysa doğanın tehlikeli ve vahşi olduğu görüşüne, sonradan egemenliğin altına giren kadın düşüncesi yol açmıştı. Aynı zamanda kadın, erkeklere göre daha pasif ve ona tabi olan hem cins olarak betimlendi. Sonunda Newtoncu bilimin doğuşuyla, kadının çalıştırılması ve sömürülmesi yanı sıra, doğa da çalıştırılabilir ve sömürülebilir mekanik bir sistem şeklinde anlaşılmaya başlandı. Kadın ve doğa arasında kurulan bu antik bağ, bu kadının tarihi ve çevrenin tarihiyle birbirine eklenmektedir.”*

17. Yüzyıl Felsefesi ’nin Genel Özellikleri

  • En önemli özelliklerinden biri, Antik Yunan’da ki ‘kozmos’ anlayışının tamamiyle yıkılmasıdır. Her bir unsurun diğer unsurlara bağlı olduğu canlı bir organizma tasvirinden evren, cansız bir makine olarak ele alınmış, hem varlıkların hem de tanrının dışında bir tasvire geçiş yaşamıştır.
  • Düşünebilen, akılsal bir varlık olarak ‘özne’ merkeze alınmıştır.
  • Doğa ancak matematiksel bir dil ile okunabilir.
  • Bilimsel yöntem olarak olmazsa olmaz iki yöntem ortaya atıldı: Amprik ve dedüktif.
  • Etik, öznel ve hümanist bir şekilde oluşturulmaya başlandı.
  • Politika alanı da iktidarlara; merkezde olması gereken “bireydir” diyecektir.

Dönemin En Önemli Filozofları

Kaynakça:

  • 17. Yüzyıl Felsefesi – Ahmet Cevizci
  • Batı Düşüncesindeki Dönüm Noktası – F.Capra
  • Tartışılan Modernlik – Tulin Bumin