Aztek
Mitoloji

Aztek Mitolojisi-Yaratılış / İki Tanrının Ay Ve Güneş Oluşu

Aztek Uygarlığı (İ.S.950- 1200) yılları arasında Toltek Uygarlığı egemenliği altında yaşadığı var sayılmaktadır. Toltek Uygarlığı gücü ve bilgeliği ile diğer birçok kabile devlete baş olmuş bir Uygarlıktı. Yasalarla herkes için adalet sağlarlar, dinleri esirgeyici ve hoşgörülüydü. Aztekler’in kökenleri kesin olarak bilinmemekle birlikte bazı gelenekleri nedeniyle, kuzeydeki Meksika platosunda avcılık ve toplayıcılık yapan bir kızılderili kabilesi olduğu tahmin edilmektedir.

Aztekler İ.S.1200 yılında Toltek egemenliğinden ayrılarak güneye göç etmeye başladılar. Bu göç sırasında; her yerde, barbar olarak görüldüler ve yerli halk tarafından geri püskürtüldüler ve sonunda Tetzcoco gölüne vardılar. (Bugün Meksika’nın başkenti olan Mexico City’nin bir bölümünü bu göl kaplıyor.)

Aztekleri peştemalları, sandaletleri ve basit yaylar ile taş bıçaklardan oluşan silahlarıyla, Tetzcoco yerlileri bir tehlike olarak görmediler ve yerleşmelerine izin verdiler. Ancak diğer komşuları Tepanekler onları istemediler ve saldırdılar. Bu saldırılar sonucunda Aztekler, Tetzcoco gölünün bataklıklarına kaçmak zorunda kalırlar. Bu bölge yılanlarla dolu ve hayatta kalması güç olmasına rağmen Aztekler olumsuz olan her şeyi olumluya dönüştürmeyi başarmış, hayatta kalmalarına yardımcı olacak her şeyi ödünç alıp, taklit edip, uyarlamışlardır. Daha sonra Aztekler Tetzcoco gölündeki adalara yerleşip, adaların en büyüğünde tarihleri boyunca en önemli kentlerinden olan Tenochtitlan’ı 1325’de kurdular. Yaşadıkları bölgelerde onlardan daha önce yaşamış olan kültürlerin (Mayalar, Olmekler ve Toltekler) büyük dinsel ve bilimsel mirasını özümseyip üzerine 15.yy. başlarına kadar sürecek; kibarlıkla barbarlığın, duyarlılıkla fanatikliğin dinle devlet yönetiminin karışımı bir uygarlık kurdular.

Aztek Uygarlığında hükümdar tanrısal biri olarak kabul edilirdi. Kendi panteonlarındaki tanrılarla direkt iletişim kurma ayrıcalığı vardı ve bir rahip aracılığıyla tanrılardan belli yanıtlar talep edebiliyordu. Bu durum ise hükümdara sorgulanamaz bir güç ve otorite sağlıyordu.

Dinlerinin temel özellikleri arasında kurban törenleri yer almıştır. İyileştirme ve yaşam verme gücü insanın kanında vardı ve tanrılara, özellikle güneşi gökyüzünde tutan güneş tanrısı Tonatiuh’a, güçlerini geri verebilecek tek güç insan kanıydı. Bir insanın kulak memesine, dudağına veya parmağına çentik atarak akıtılan kan damlalarının bir çanakta toplanması duaya eşlik eden sunulardı. İnsanın kurban edilmesi gerçek ibadetin kutsal doruğunu simgelerdi.

Aztekler evrenin tarihsel süreci içinde bir zaman yeryüzünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığına inanıyorlardı. Ve Tanrılar evreni kurtarmak için kendilerini kurban etmişlerdir.

DÜNYANIN YARATILIŞI – ESKi ZAMANLAR

Eski kitap ve resim yazılarından ortaya çıkan, kızılderililerin “Etimizin efendisi” olarak adlandırdıkları bir tanrıları vardı. Ve karısı Xochiquetzal ile birlikte kimsenin hakkında bir şey bilmediği, onüçüncü gök katında oturuyorlardı…

Bu iki tanrının dört oğlu vardı. En büyüklerinin adı Kırmızı Tezcatlipoca idi, çünkü doğuştan kıpkırmızı 17 renkteydi (ona esas tanrı olarak tapınan Uexotzinco ve Tlaxcala yerlileri ona Camaxtli adını verdiler). İkincisi Siyah Tezcatlipoca idi. İçlerinde en güçlü ve en kötüsüydü; tüm varlıkların ve nesnelerin ortasından doğduğu için hepsinden daha kudretliydi ve daha fazla hükmetti. O da doğuştan siyahtı. Üçüncüsü Quetzalcouatl, diğer bir adıyla ” Gece ve Rüzgar “ idi. Ve en gençleri olan dördüncüsü “Kemiğin efendisi” veya “iki başlı yılan”dı. Meksikalılar ona Uitzilopochtli dediler ve esas tanrıları olarak kabul ettiler…

Bu dört oğuldan siyah Tezcatlipoca her şeyi bilen, her yerde olan ve tüm kalplerin içini okuyabilendi. Bu nedenle ona Moyocoya dediler. Anlamı, her şeye kadir olan veya her istediğini yapabilendi…Uitzilopochtli doğuştan sadece kemikti, hiç eti yoktu ve altı yüz yıl böyle kaldı. Bu süre içinde tanrılar katında hiç bir şey olmadı…

Altı yüz yıl geçtikten sonra bu dört tanrı bir araya gelir ve artık düzen ve kanunları koyma zamanı geldiğine karar verirler; Quetzalcouatl ve Uitzilopochtli’ye nesnelerin düzenini kurma görevi verildi ve diğer iki tanrının onayını aldıktan sonra önce ateşi yarattılar, sonra da yarım bir Güneş.

Daha sonra Oxomoco adında bir erkek ve Cipactonal adında bir kadın yarattılar. Onlara toprağı işlemelerini emrettiler. Kadın örgü örmeli ve dokumalıydı. Zevk ve mutluluk olmadan sadece çalışıp her ikisinden basit halk üremeliydi. Ve kadına; hastalıkları tedavi etmek, fal bakmak ve büyü yapmak için mısır taneleri verdi Tanrılar. Sıra günleri ve ayları yaratmaya geldi, her bir ay 18-20 gün çekiyordu ve böylece yılda on sekiz ay ve üç yüz altmış gün oldu.

On üçüncü gök katından aşağıya, suyu yerleştirdiler içine Cipatli adında bir balık koydular. Ve sonra bu balıktan yeryüzünü yarattılar. Suyun tanrı ve tanrıçasını yaratmak için dört tanrı bir araya geldi ve hep beraber Tlaloc ve Chalchiuhtlicue‘yi, suya (yağmura) ihtiyaç duyulduğunda dua edilecek olan tanrıları yarattılar…

En sonunda dört tanrı birlikte balık Cipatli‘den dünyayı yarattılar. İnsanlar dünyayı bir balığın üzerinde yayılan tanrısallık olarak tanımladılar. Çünkü zaten balıktan yaratılmıştı.

Bazılarına göre ise dünya şu şekilde yaratıldı:

“İki tanrı Quetzalcouatl ve Tezcatlipoca yeryüzü tanrıçasını gök katından aşağıya indirdiler. Tanrıçanın tüm eklemlerinde gözler ve vahşi bir hayvan gibi herşeyi ısıran ağızlar vardı. İki tanrı yer tanrıçasını gökten indirmeden önce kimsenin nasıl yaratıldığını bilmediği su vardı. Tanrıça suyun üzerinde hareket etti ve bunu gören tanrılar yeryüzünü yaratmamız gerekli dediler birbirlerine. Ve her ikisi de büyük yılanlara dönüştüler. Birisi tanrıçanın sağ elini ve sol ayağını yakaladı, diğeri de sol elini ve sağ ayağını. Onu öyle bir çektiler ki tanrıça ortadan ikiye ayrıldı. Omuzlarının arkasındaki yarısından yeryüzünü yarattılar. Diğer yansını da gök katına geri götürdüler. Bu duruma diğer tanrılar fena halde öfkelendiler. İki tanrının yer tanrıçasına verdikleri zararı telafi etmek için bütün tanrılar gök katından aşağıya indiler, onu teselli ettiler ve tanrıçanın içinden insanlığın devamı için ihtiyaç olan tüm yiyeceklerin oluşmasını emrettiler. Böylece tanrıçanın saçlarından ağaçlar, çiçekler ve otlar, derisinden çimenler, güzel küçük çiçekler, gözlerinden küçük kuyucuklar, kaynaklar ve küçük mağaralar, ağzından ırmaklar, büyük mağaralar, burun deliklerinden yüksek vadiler, omuzlarından dağlar yaptılar. Zaman zaman yer tanrıçası geceleri çığlıklar atar ve insan kalbi ister. Ona istediği verilinceye kadar sakinleşmez ve insan kanına doyuncaya kadar da ürün vermez.”

DÜNYA DÖNEMLERİ

Anlatılanlara göre, daha eski dört insan yaradılışı vardır. Beşinci zamanda, “1 Tavşan” yılında, yer ve gök (yeni) kuruldu. Yer ve gök kurulduğunda dört çeşit insan ve dört farklı dünya yaşı vardı, çünkü birçok “birbirini takip eden” farklı güneş vardı. Quetzalcouatl’a “7 Rüzgar” gününde insanı külden yarattığı atfedilir.

İlk dünya dönemi, başladığı zaman, “4 Su” günüyle bağlantısı vardı. Bu nedenle bu döneme “Su güneşi” dendi. Bu zamanda her şey sulara karıştı ve bütün insanlar su kelebeği larvalarına ve balıklara dönüştü. İkinci dünya döneminin başladığı gün “4 Jaguar” idi ve “Jaguar güneşi” olarak adlandırıldı. Bu dönemde gökyüzü çöktü, güneş seyrine devam etmedi ve daha öğle saatlerinde karanlık bastı. Ve gece olunca Jaguarlar insanları yediler. Bu zamanda devler yaşadı, yaşlılar onların yaptığı korkunçlukları anlatırlar…Üçüncü dünya döneminin başladığı gün “4 Yağmur” günüydü ve “Yağmur güneşi” olarak adlandırıldı. Bu zamanda ateş yağdı ve insanlar yandılar. Ve söylendiğine göre kum ve taş da yağdı dolu gibi. O zamanlar her tarafa volkanik küller ve taşlar saçıldı, kaynayan lavlar fokurdadı ve kırmızı kayalar meydana geldi. “4 Rüzgar” dördüncü dünya döneminin başlangıç günüydü ve “Rüzgar güneşi” adını aldı. Bu zamanda her şey rüzgarla söküp alındı; tüm insanlar maymuna dönüştüler. Tanrı onları, bugün hala maymun olarak yaşadıkları ormanlara dağıttı. “4 Hareket” günü ise beşinci ve şimdiki zaman döneminin günüdür. “Yuvarlanan hareket güneşi” olarak adlandırılır, çünkü güneş bir küre gibi yuvarlanıp gökyüzünde yollar çizer. Ve bu dönemde depremler ve açlıklar olacak ve günün birinde hepimiz yok olacağız.

İKİ TANRININ AY VE GÜNEŞ OLUŞU

Dünyada daha günler oluşmadan önce, tanrılar Teotihuacan’ın olduğu yerde Güneş’i ve Ay’ı yaratmak için toplandılar. “Ey tannlar! Dünyaya ışık vermeyi kim üstleniyor?” Bu soruyu Tecuciztecatl (deniz salyangozunun ülkesinden gelen) adında bir tanrı cevapladı: “Ben üstleniyorum.” Tekrar sordu tanrılar: “Peki, başka kim?” tanrılar birbirlerine bakıp bahaneler bulmaya çalıştı, korkuyorlardı hiçbirisi böyle bir görevi istemiyordu. Sadece şehvet düşkünü olduğu için kimsenin umursamadığı bir tanrı olan Nanauatzin hiç konuşmadı, sadece diğerlerini dinledi ve diğerleri ona seslendiler: “Sen ol, zavallı şehvet hastası” O da kabul etti: “Yakınlığınızın bir işareti olarak benden istediğinizi kabul ediyorum” dedi.

Ve bu iki tanrı dört günlük günahlardan arınma ibadetlerine başladılar. Böylece kayaların üzerinde kurulmuş olan ocağın ateşini yaktılar, burası bugün “Tanrılar ocağı” olarak anılır.

Tanrı Tecuciztecatl‘ın adakları değerli eşyalardı, çam dalları yerine Quetzal tüyleri, ot yumakları yerine altın külçeleri, agave yaprakları yerine değerli taşlar, kana batırılmış agave dikenleri yerine kırmızı deniz kabukları sundu ve adadığı Kopal en iyi cinstendi. Nanauatzin ise bunlara karşılık, çam yaprakları yerine üçer adet birbirine bağlanmış toplam dokuz tane yeşil kamış sapı, ot yumakları ve kendi kanını sürdüğü agave yaprakları adadı ve Kopal yerine kendi yaralarının kabuklarını sundu. Her ikisi için de dağ gibi birer piramit yapıldı ve orada dört gün boyunca oruç tutup inzivaya çekildiler. (Bu piramitler bugün San Juan Teotihuacan yakınlarındadır.)

İbadetlerinin dört gecesi sona erince eşyalarını oldukları yerde bıraktılar. Böylece günahlardan arınma sona ermiş oldu. Kutsal tören başlamadan önce Tecucizecatl’ı “balıkçıl tüyü tası” denilen tüylü bir süsle donattılar ve beyaz kumaştan bir gömlek giydirdiler. Nanauatzin’in başına ise ” kağıttan saç” denilen kağıttan yapılmış bir taç koydular, kağıttan bir atkı ve don giydirdiler ve törene hazırladılar.

Gece yarısı olunca tüm tanrılar dört gündür yanan “Tanrılar ocağının” başında toplandılar ve ateşin etrafına dizildiler. İki tanrı, yüzleri ateşe dönük olarak tanrıların arasından ocağa doğru ilerlediler. Tanrıların hepsi ayağa kalkıp Tecuciztecatl’a ateşe atlamasını söylediler. Tecuciztecatl dört kez denemesine rağmen hiçbirinde ateşe atlayacak cesareti bulamadı. Dört kereden fazla denenmemesi kararlaştırıldığı için tanrılar Nanauatzin’e ateşe atlaması için seslendiler. Daha sözlerini bitirmeden, Nanauatzin tüm cesaretini topladı, gözlerini kapattı ve koşarak ateşin içine atladı. O anda ateş, üzerinde bir şey pişerken olduğu gibi gürültüyle parlayıp ses çıkardı. Bunu gören Tecuciztecatl, yerinden kalkıp tek seferde ocağa atladı.

Derler ki, onun ardından bir kartal kendisini ateşe attı ve yandı, bu nedenle kartalın tüyleri siyahımsı kahverengidir. En son olarak da bir jaguar atladı ocağa, ama o yanmadı ateşin içine gömüldü, bu nedenle postu açık renk ve üzeri koyu beneklidir. İşte, büyük bir savaşçıya “Kartal- Jaguar” denme adeti bu efsaneden gelir. Ve her zaman kartal, jaguardan önce söylenir. Çünkü ateşe ilk önce o atlamıştır.

Bir süre sonra Güneş ve Ay doğudan aynı anda aynı parlaklıkta yükselmeye başladılar. İkisinin aynı parlaklıkta olmasını doğru bulmayan tanrılar kendi aralarında konuşup karar verdiler. Bunun üzerine aralarından biri çıkıp Tecuciztecatl’ın yüzüne tavşanla vurdu, onu donuklaştırıp rengini kararttı ve ay bugünkü halini aldı. Güneş ve Ay dairesel bir yörüngede yeryüzünde yükselirken birdenbire durdular. Bunu gören tanrılar ise; “Böyle var olabilir miyiz? Güneş hareket etmiyor, insanlarla aynı seviyede mi yaşayacağız? Öyleyse hep beraber ölelim ve ölümümüzle güneşi yeniden canlandıralım.”

Tanrılar kendilerini kurban ettikleri halde güneş hiç kıpırdamadı. Bu kez rüzgar işe koyuldu ve tüm gücüyle esti, böylece güneş tekrar hareketlendi ve yoluna devam etti. Ama ay olduğu yerde kaldı. Güneş yolunu tamamladıktan sonra ay hareket etti ve kendi yolunu çizdi. Böylece ayrıldılar ve o günden beri farklı zamanlarda doğarlar; güneş gündüzleri ortadadır, ay ise geceleri ışıldar.