Antik Çağ Filozofları,  Felsefe

Platon Mağara Benzetmesi ve Tinsel Varlık Anlayışı

Platon Mağara Benzetmesi

Platon’un tinsel varlık anlayışından bahsetmek için, Platon’un idealar öğretisine ve onun varlığa olan bakış açısına değinmek gerekir. Platon’a göre iki dünya vardır. Biri görünen, diğeri ise; görünenlerin ardındaki idealar dünyasıdır. İdealar öğretisini, Platon mağara benzetmesiyle açıklamaya çalışır. İdealar görünen şeylerin ötesinde, onlardan bağımsız bir gerçeklikte var olan tinsel şeylerdir. Aslen var olan şeyler, idealardır. Görünen şeyler bu asli olan gerçekliklerden ne kadar pay alırlarsa o şekilde tanımlanabilirler. İdealar duyu organlarımızla görebileceğimiz türde şeyler değillerdir. İdealar maddi alandan ve insan zihninden bağımsız olarak vardırlar, tinseldirler. Onlar hep var olan ezeli, ebedi, değişmeyen ve hareket etmeyen şeylerdir. Maddi değil, tinsel şeylerdir. Tek değil, birçok tinsel varlık vardır.

İdealar zihin tarafından üretilmez, keşfedilir. İdeaların bilgisine yani hakiki varlığa ulaşmak istiyorsak mağara benzetmesinde olduğu gibi duyuların sis perdesini kaldırmak ve etrafımıza bakmamız gerekmektedir. Sis perdesini kaldırdığımızda kavradığımız tinsel şeyler görünenlerin, duyulanların ve daha diğer duyumsanan şeylerin asli olan doğasıdır. Platon bu sebepten olacak ki “idea” sözcüğünü, “doğa” anlamında da kullanmıştır.

İdeaların kendi içlerinde bir düzeni vardır ve bu düzenin en üstünde iyi ideası yer almaktadır. Diğer tüm idealar (güzellik, adalet gibi) iyi ideasından pay almıştır ve yine kendisine yönelmesi gereken iyi ideası evrendeki düzenin birleştirici ilkesidir. Onun en yüksek konumu iyi ile varlığın  özdeşliğinin kabulüne dayanmaktadır. Bir anlamda “İyi” varlıktır ve varlık da tinsel anlamda “iyi”dir.

Platon Mağara Benzetmesi

Platon Mağara Benzetmesi’nde, başlangıçta ışığa açık olan bir mağara imgelememizi, burada olan insanların ise çocukluktan beri zincire vurulmuş ve başlarını çevirmeleri mümkün olmadan karşılarında olanı gördüklerini farz etmemizi ister. Bu insanlar mağaranın girişinden gelen ışığı ve arkalarında olan nesneleri göremez durumdadırlar. Onlar sadece arkalarından gelen nesnelerin duvara vuran gölgelerini izlemektedirler ve esir gibidirler.

Dışarıdan biri konuştuğunda karşılarında olan gölgelerin konuştuğunu sanırlar. Onlar için tek gerçek gölgelerdir.  Bu esirlerin zincirleri çözüldüğünde ise mağaradan çıkmalarına fırsat tanınmış olur. Belki de bu insanlar en başından beri bu fırsatı kendi içinde taşıyordur ancak görmek istediği, ona sunulan ve önüne koyulandır. Belki de hakiki olan varlığa ulaşamama sebebi “ya böyle değilse” sorusunu gölgeleri izlemekten soramamasındandır.  Gölgesi olanın kendisi ışıkla tam örtüştüğünde var olan tüm kusurlarıyla veyahut tüm kusursuzluklarıyla kişinin karşısında durmaktadır.

Onu görmek, duymak en çok da tinsel anlamda bildiğini bilmek istemenin sonucu olarak orada durmaktadır. Kişi sırtını döndüğü hakikati tercih ettiğinde ve bildiği yerden başka bir şeyin de var olma ihtimalinin merakıyla o mağaradan çıkmak istediğinde, ışığın –bilginin- etkisiyle gözleri – tini- kamaşacaktır. Öncelikle bu etkiyle başlangıçta tam anlamıyla neyin ne olduğunu anlayamayacak ve bilemeyecektir. Ancak o şey ruhuna yavaş yavaş nakşedildikçe kişi bildiğini sindirmeye başlayacaktır.

Ve sindirilen bir hakikat, ruha ne kadar incelikle dokunup işlenmişse, mağaraya geri dönüş olsa bile ruhtan kazınamayacaktır. Tinsel olan şey iyi ideasından en fazla nasibini alan şeydir. Ve kişi iyi ideasına ne kadar yaklaşır ve hakikate kendini yaklaştırırsa o kişi bilgedir. Ve bu bilge kişi, kendi içselleştirdiği ışığı başkalarına yaymalıdır. Onlara hakikati göstermeli ve hakiki olan varlığı bilmelerini sağlamalıdır. Görünen dünyadaki şeyler asli olan tinsel varlığın birer yansımalarıdırlar. Asıl varlık tinseldir. Ve yansımaların yardımıyla ve özellikle akılla kişi ancak hakikati kavrayabilir.