Doğu Felsefesi,  Felsefe

Farabi’nin Varlık Kuramı Üzerine…

Farabi’nin Varlık Kuramı Öncesi Düşünürler

Farabi, bir İslam filozofudur ancak felsefe ile dini kesin olarak birbirinden ayırma çabasındadır. Batı Ortaçağ’ında Antik Yunan filozoflarının eserleri kısıtlı olarak sunulmakta ve düşünceleri kısıtlı olarak düşünsel sisteme uyarlanmaktaydı. İslam filozoflarının coğrafyasında grekçe eserlerin tam anlamıyla çevirileri yapılmaya başlamıştı sonrasında ise batı dünyası bu eserleri islam filozoflarının kaleminden, arapçadan alıp; kendi dillerine çevireceklerdi. Çevirilerin ve Antik Yunan felsefe metinlerinin tekrar dünyaya kazandırılmasında Farabi’nin de rolü oldukça büyüktür. Ve Antik filozoflardan Farabi’nin  felsefesi de nasibini alacaktır.

Farabi özellikle varlık felsefesinde Aristoteles’in hareket etmeyen hareket ettiricisini zorunlu varlık olarak Tanrı’yı en üst varlık hiyerarşisine koyacak ve Yeni Platoncu akımın temsilcisi Plotinus’un sudur öğretisini de zorunlu varlıktan türeyenler olarak alt hiyerarşilere uyarlayacaktır. Farabi Tanrı tanımını yaparken Aristoteles’in düşüncelerinden esinlenecektir. İslam dünyasında teorik/felsefi düşünce onun şahsında kendini mükemmel bir biçimde gösterme imkanı bulmuştur. Aristoteles’i ‘ilk muallim’ olarak kabul eden geleneğin kendisine uygun gördüğü ‘ikinci muallim’ unvanı Farabi’nin felsefe tarihindeki özel yerine işaret etmektedir.

Varlık, kavramın dış dünyadaki karşılığıdır. Aristoteles için bir varlığın varoluşunun dört nedeni vardır. Maddi, formel, fail ve ereksel neden. İlk neden, son üç nedenin varlık konumudur. Başka bir ifadeyle son tahlilde varlığın ancak iki nedeninden söz edilebilir, maddİ ve formel neden. Daha açığı varlık konusunda Aristoteles’i takip eden Farabi, kavramları yani varlık hakkında söylenilenleri (Farabi buna makûlât/kategoriler adını vermektedir) bir yandan akla/zihne, bir yandan eşya/nesne/obje/ye ait kabul etmektedir. İşte bu kabul her iki filozofun (Aristoteles ve Farabi) düşüncesinde kavramdan nesneye, nesneden kavrama geçişin,  yani ontoloji yapmanın imkânıdır. Her iki filozof için bir şey/nesne hakkında on şey sorulabilir. O nedenle kategorilerin sayısı ondur. Ancak kategoriler sadece eşyaya ait değillerdir, onlar akla da aittirler. Biri cevher, dokuzu cevhere eklenen varlığı zorunlu olmayan varoluşlardır.

Farabi, zorunlu olarak var olan töz düşüncesine Plotinus’un sudur öğretisini harmanlar. Plotinus Eflatun’un yolundan gitmiştir ancak düşünceleriyle O’nun öğretilerine katkılar yapmıştır. Farabi ise Aristoteles ve Eflatuncu felsefeyi uzlaştırmaya çalışmıştır.

Farabi, varlık görüşünü ortaya koyma amacı, varlık görüşü ile neyi, nasıl ele alıp açıklamaktadır?

Farabi’ye göre felsefe varlık olarak varlığın bilgisidir; yani bütün kainatı önümüze seren ve her şeyi kuşatan külli bir ilimdir. Bu yönüyle Farabi’nin varlık görüşleri felsefesinin ve hakikat bilgisinin temelini oluşturmaktadır. Ontolojik olarak düşünsel etkinliğine başlayan Farabi diğer alanlarda da ortaya atacağı fikirlerin zeminini oluşturmuş olacaktır. O’nun için varlığın bilgisi felsefenin temel bilgisidir. Felsefe yapabilmek, hakikate ulaşabilmek için varlık bilgisini ortaya koymak gereklidir. İlk nedeni ortaya koyarak ve bunu akıl, mantık çerçevesi altında yapmasıyla Aristoteles’in felsefesinden esinlenmiştir. Ve bunu Eflatuncu sudur öğretisiyle harmanlayarak evrenin bilgisini bizlere sunacaktır.

Farabi, varlık için bir ilk nedenin olduğunu ve onun gerekliliğini ortaya koymaya çalışmış ve bunu şu sözlerle tartışmıştır: “Ontoloji anlayışına ilk yaklaşım Tanrı, sonra açıklanabilir özellikler üzerinde fikirleri araştırır.”  Farabi’ye göre geometri felsefe için önemlidir ancak ondan da önemli olan şey kainata dair ilk nedenin ve fiziğin yani varlığın bilgisidir. Fizik alanı varlıktır. Ve insan hakikate giderken önce varlığın nedenini ve varlığı bilmelidir.

Farabi ise; ilk nedeni, zorunlu varlığın bilgisini öncelikle mantık bilimiyle ortaya koymaya ve açıklamaya girişir.  Aristoteles ile Eflatun düşüncelerini uzlaştırmaya çalışır,  uzlaşma zemininde yeni bir sistem inşa eder.  Aristotelesçi felsefeyi gözden geçirerek ona Eflatuncu bir form giydirir. Varlığı zorunlu ve zorunlu olmayan olarak ayırır. Ve zorunlu varlıktan diğer varlıkların türemesiyle oluşan bir evren düşüncesi yansıtır. Farabi için varlık en, unum, verum et bonum (bir, gerçek ve iyi varlık) dönüşümlüdür. Bununla varlık kavramının birlik, gerçeklik ve iyilikle örtüştüğünü ve her varlığın bir, gerçek ve iyi olduğunu kasteder.

Farabi’ye göre zorunlu varlık, kendi başına varolandır yahut varolmaması mümkün olmayandır. Mümkün varlık, varlığını bir diğerinden alandır ve onun var olmayışı mümkündür.

Varlık kavramının analizi bağlamında daha sonra İbn-i Sina’nın kullandığı zorunlu ve zorunsuz ayrımını Farabi mantık disiplini çerçevesinde açık bir şekilde ortaya koymuş olduğu; aynı açıklıkla olmamakla birlikte ontoloji bağlamında da zorunlu varlık ve zorunsuz varlık ayrımına zemin oluşturacak belirlemeler yaptığı görülür. İslam geleneğinde ilk defa Farabi dini geleneğin dışına çıkarak Tanrı-Varlık ilişkisini ‘sudur ya da kozmik akıllar teorisi’ ile yorumlamıştır. Onu böyle bir teori geliştirmeye yönelten bazı mantıksal gerekçeler söz konusudur. Ve Farabi Tanrı’yı ve ondan sudur eden varlıkları mantık çerçevesinde açıklamaya koyulmuştur.

Farabi’nin Varlık Kuramı

      Farabi’ye göre varlık insan aklının ulaşabildiği en genel kavram olup tanımlanamaz bir yapıdadır. Çünkü tanım, cins ile türden oluşur;oysa varlığı kuşatan ve  onun cinsi konumunda bulunan daha tümel bir kavram bulunmamaktadır. Farabi,varlığı en yetkin olandan yetkinliği en alt düzeyde bulunana doğru inen bir sıradüzeni içinde yorumlar.

Buna göre en üstte en mükemmel olan ilk sebep ( Tanrı) en altta ilk madde (Heyula) bulunmaktadır. İlk sebepten sonra filozofun ikinciler dediği ve maddeden ayrık akıllar adını verdiği ayrıca ruhaniler ve melekler mertebesinde gördüğü akıllar gelir ki bunların sayıları dokuz gökküresinin sayısına denk düşmektedir. Varlıklarını Tanrı’dan alan bu dokuz akıl hem gökkürelerinin hem de üçüncü varlık mertebelerini oluşturan ‘Faal Akıl’ın varlık sebebi olmaktadır. Dördüncü varlık düzeyinde ‘Nefis’ bulunur. Gökcisimlerindeki dairesel hareketi   ve insan, hayvan ve bitkilerdeki her türlü biyolojik, fizyolojik ve psikolojik aktiviteyi ifade eder. Beşinci düzeyde yer alan form ile altıncı varlık mertebesini oluşturan madde yalın (basit) birer varlık olmakla birlikte yetkinlikten uzak olup birbirlerinden ayrık olarak bulunamazlar.

Aktif ve şekil verici form ile pasif ve verilen şekli kabul edici konumdaki maddenin birleşmesiyle Ay-Altı alemde öncelikle her biri, ikişer nitelik taşıyan toprak, su, hava ve ateşten ibaret dört element oluşur. Dört unsurdan ikisinin karışımı sonucunda ise ilk somut madde yani cisim meydana gelir. Bunu da ilk aşamada cansız varlıkların, sonra da canlı varlıkların oluşumu takip eder. Ay-Altı alemi oluşturan cisimlerin ana maddesi havadan hafif olan ‘esir’dir. Esir; o dönem uzayı doldurduğu, yıldız ve gezegenleri oluşturduğu sanılan hafif, saydam ve esnek olan maddedir.

                  Farabi sudur sürecinden söz ederken Ay-Altı alem bağlamında imkan kavramına başvurmuştur. Ay-Altı alemindeki varlıkları mümkün varlıklar olarak adlandıran Farabi, zorunsuz varolanları varlık yönünden eksik ,varolma ile varolmamaya eşit yatkınlıkta ve sudur sürecinde en son gelen varlıklar şeklinde nitelendirmektedir. Farabi’nin sadece Ay-Altı alemi  mümkün varlık kategorisine dahil etmesi açıkça belirtmese de Ay-Üstü Alemi Aristoteles gibi ezeli-bilfiil dolayısıyla zorunlu olarak niteleme eğilimine sahip olduğunu göstermektedir.

                 Farabi Ay-Altı alemdeki her varlığın bir tür arkhesi olup, onları Ay-Üstü alemdeki varlıklardan ayıranın ilk madde olduğunu söyler. O’na göre Ay-Üstü alemdeki semavi cisimlerden farklı olarak Ay-Altı alemdeki varlıkların özünü oluşturan şey varlığa geldikleri anda onlara tümüyle bilfiil olarak verilmiş değildir. Dolayısıyla Ay-Altı alemdeki varlıklar özleri bakımından bilfiil değil, bilkuvvedir. Bunun içindir ki Farabi ilk maddeye ilişkin olarak tabiat, imkan ve yetenekten söz ederken onun salt kuvve haline işaret etmek ister. Çünkü salt kuvve anlamında ilk maddenin en önemli özelliği,  semavi cisimlerin çeşitli işlevlerine bağlı olarak farklı formları alabilecek bir niteliğe sahip olmasıdır.

                Farabi,’Hem varolması hem de varolmaması mümkün varlık’ diye tanımladığı zorunsuz varlığı ‘varolmaması mümkün olmayan’ ile ‘varolması mümkün olmayan’ şeklindeki iki uç arasında konumlandırır. Farabi’nin ‘varolmaması mümkün olmayan’ ile zorunluyu, ‘varolması mümkün olmayan’ ile de imkansızı kastettiği açıktır. İmkansızın hiçbir şekilde varlık kazanması söz konusu olmadığı ve aslında varlığa sıfat kılınmak istenmesinin bile anlamsızlığı dikkate alındığında, geriye zorunlu varlık ile zorunsuz varlık kalmaktadır. Farabi, zorunsuz varlıklar ile zorunlu varlık yani Tanrı arasındaki ilişkiyi Sudur Teorisi ile açıklamaya çalışır.

                 Farabi’ye göre; İlk, zorunlu, her türlü iyilik ve yetkinliğin mutlak kaynağı olan, dolayısıyla da bir ihtiyacın giderilmesi anlamında herhangi bir şey amaçladığı düşünülemeyen Tanrı, alemi (evreni) amaç edinmiş olamaz. O halde alem ondan bir tür zorunlulukla ve taşmak (sudur) suretiyle varolmuştur. Bir başka iradeye gerek kalmaksızın, Tanrı’nın yetkinlik, cömertlik ve inayeti varlığın ondan taşmasının yeter sebebidir. Öte yandan mutlak varlık olan Tanrı salt akıl olması itibariyle kendi özünü bilir. O, hem akıl, hem akleden, hem de akledilendir. Bu mutlak bilinçten kaynaklanan aktivite neticesinde ondan ilk akıl ‘sudur’ etmiştir ki bu yaklaşım aynı zamanda ‘birden ancak bir çıkar’ ilkesine de uygundur. Bu yaklaşım aynı zamanda evrenin ezeliliği düşüncesini de beraberinde getirir.

Zira Tanrı’nın bilgisi ve özü ezeli olduğundan bu bilginin ürünü olan varlığın da ezeli olacağı açıktır. İlk akıl Tanrı’ya nispetle zorunlu fakat özü bakımından zorunsuz varlık olup kendisi bu durumun bilincindedir. Yani o, ilkesi olan Tanrı’yı ve kendini bilmektedir ki bu onun çokluk karakteri taşıdığı anlamına gelir. İlk aklın ilkesi olan Tanrı’yı bilmesinden ikinci akıl, kendi özünü bilmesinden birinci gökküresinin (felek), nefsi özünde zorunsuz olduğunu bilmesinden ise birinci gökküresinin maddesi meydana gelir. Bu süreç ve işleyiş aynı şekilde Ay-Aleminin aklı olan ve Ay-Altı alemdeki her türlü değişmenin ilkesi sayılan onuncu akla kadar devam eder. Onuncu akıl, kozmolojik işlevi dolayısıyla ‘formların vericisi’ olarak da adlandırılan ‘Faal Akıl’ olup,  Farabi’nin bilgi, ahlak ve vahiy anlayışında merkezi konuma sahiptir. Bu bakımdan filozof onu vahiy meleği Cebrail ile Özdeş sayar. Semavi dinlerde ise Cebrail’in Tanrı’dan aldığı vahyi peygambere ulaştırmak dışında herhangi bir kozmolojik görevi söz konusu değildir.

Farabi, varlık kuramı ile daha öncekilerde olmayan ve kendisinin ileri sürdüğü iddia nedir?

Farabi, Tanrı anlayışını ortaya koyarken kendine özgü bir öğreti geliştirmiş ve İslam kültürü içerisinde, Tanrı’dan, felsefenin diliyle bahsetmiştir. Tanrı’yı zorunlu varlık olarak gören Farabi, Tanrı’da varlık ve nitelik ayrımı olmadığını belirleyen ilk filozoftur.  Her şey ondan türemiştir. İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin gibi niteliklerin anlamı yoktur. Ve onun felsefesinin en önemli sunularından biri hudüs delilidir. Bu onun için Tanrı’nın varlığının kozmolojik kanıtlardan biridir. Bir zamanlar hiçbir şey yokken, evrenin mevcudiyeti ve içinde olan her şey sonradan meydana gelmiştir. Ve bu Tanrı sayesindedir. Zorunlu olarak Tanrı varlıkların sudur ettiği hareket etmeyen hareket ettiricidir. İlk nedendir. Bunu daha önceden Aristoteles ortaya atmıştır ancak Farabi ilk nedeni Tanrı ilan eden filozof olmuştur. Tanrı’yı en güzel isimleriyle tanıtmaya çalışır. O’na göre Tanrı’nın tanımı tam anlamıyla yapılamaz ve bu her zaman eksik kalacaktır. İslam dünyasında felsefi Tanrı tasavvurlarının sınırları Farabi tarafından belirlenip gösterilmiştir. Öte yandan filozofun kendi sisteminde Tanrı, epistemolojik ve özellikle ontolojik bakımdan merkezi bir konumda bulunmaktadır.

Farabi’nin varlık kuramı ile daha sonrakilere bıraktığı çözüm ve sorunlar nelerdir?

         İslam geleneğinde ilk defa Farabi dini geleneğin dışına çıkarak Tanrı-Varlık ilişkisini ‘sudur ya da kozmik akıllar teorisi’ ile yorumlamıştır. Farabi’nin ilk nedeni Tanrı ve diğer varlıkların ondan sudur etmesini sunması ontolojik soruların çıkmazlığına bir yanıt olarak karşımızda durmaktadır. Bu cevap ontolojik sorunlardan ilk nedeni ve varlıkların ilk sebebinin çözümünü sunmuş olsa da O’nun bu yorumu çeşitli sorular da doğurmuştur. Bu soruların açık kapı bırakmayacak cevapları kimilerine göre tatmin edici, kimilerine göre çeşitli mantıksal hatalar doğurur. Farabi’yi sudur ya da kozmik akıllar teorisi geliştirmeye yönelten bazı mantıksal gerekçeler söz konusudur. Bu gerekçelerle birlikte Farabi kendi düşünsel sistemi içinde felsefi sorulara çözüm niteliğinde cevaplar vermiştir ancak cevabı verilemeyen veya başka türlüsünün de olabileceği düşüncesiyle çeşitli sorunlarda yaratmıştır. Bu gerekçeler şu şekildedir:

  • Mutlak bir olan Tanrı’nın bu çokluk alemini doğrudan yarattığının kabul edilmesi, onun zatında da bir çokluk bulunduğunu çağrıştıracağı için tevhid ilkesiyle bağdaşmaz, kaldı ki ‘Birden ancak Bir çıkar’
  • Yaratmanın ‘sonradanlığından söz edilmesiyle gündeme gelen zaman kavramına bağlı olarak Tanrı’nın alemi yaratmadan önceki iradesiyle, sonraki iradesinin aynı mı yoksa farklı mı olduğu, alemi yaratmadan önce atıl durumda mı bulunduğu şeklindeki paradokslar ortaya çıkmaktadır.
  • Alemin sonradan yaratıldığı inancı karşısında Tanrı’nın daha önce veya daha sonra yaratmasını engelleyen veya  ‘sonra’ denilen anda yaratmasını gerektiren bir başka irade ve gücün mü bulunduğu sorulabilir.
  • Ayrıca ‘sonradan’ ve ‘doğrudan’yaratmanın kabulü alemdeki kötülüğün mutlak iyi olan Tanrı’ya İsnadı anlamına gelir. Farabi, bu gibi sakıncaları bertaraf edebilmek amacıyla Sudur Teorisini temellendirmek, böylece alemi hiyerarşik bir düzen içinde yorumlamak istemiştir.

Felsefe tarihi içinde Farabi’nin varlık kuramının bir çözümlemesi

Farabi’nin sistemi varlığın ilkesini manevî saymakla birlikte geometri ve mantığı temel alan, fizikten (tabiat ilimleri) geçerek metafiziğe yükselen bir sistemdir. Eflatun, Aristo ve Yeni Eflatunculuk’tan gelen ve sistemin bütünü içinde yer yer görülen eklektisizm rastgele bir derleme tarzında olmayıp kendi mantığı içinde son derece tutarlıdır. Bu felsefede bütün kainat sürekli hareket eden bir dönme dolap şeklinde tasavvur edilecek olursa inişli çıkışlı bu sistem içinde en ulvisinden en süflisine kadar maddi-manevi, organik-inorganik her varlık türünün yeri ve işlevi belirlendiği için aynı zamanda determinist ve gayeci bir felsefedir. Bu bakımdan Farabi’ye göre felsefe varlık olarak varlığın bilgisidir; yani bütün kainatı önümüze seren ve her şeyi kuşatan küllî bir ilimdir.

Şu halde varlığın ilk prensibini ve en son gayesini araştıran, onun işleyişini sebep-sonuç ilişkisi içinde yorumlayan filozofun bilgisi de küllî olacaktır. Bundan dolayı Farabi, “Filozofun yapması gereken şey kendi gücü ölçüsünde Allah’a benzemektir” derken bundan, ruhî ve ahlâkî arınmanın yanı sıra filozofun fikren de aydınlanarak Tanrı gibi varlığın evrensel bilgisine sahip olmasını kastediyordu; buna karşılık ruhunu ve ahlâkını arındırma kaygısı taşımayan ve sadece teorik bilgilerle yetinen kimseye “sahte filozof” diyordu. Zira felsefe yapan kimsenin en son amacı önce kendi ahlâkını, sonra ailesinin ve ülkesindekilerin ahlaki durumlarını düzeltip iyileştirmek olmalıdır.

Kindi matematik bilmeden felsefede başarılı olunamayacağını söylerken, Farabi felsefeye geometri ve mantık bilgisiyle girileceğini, fakat fizik bilmeden de bu alanda bir varlık göstermenin mümkün olamayacağını belirtir. Çünkü fizik bizim en kolay anlayabileceğimiz ve bize en yakın bir alandır. Bu konuda Farabi felsefe öğrencilerine de bazı öğütlerde bulunur: Gerçeğe ulaşabilmek için her şeyden önce haz ve şehvet duygusunu yenerek ahlâkını düzeltmeli, sağlam bir iradeye sahip olabilmek için zihnî melekelerini geliştirip güçlendirmeli, hırs derecesinde bir istekle sürekli çalışmalı, başlıca meşguliyet alanı ilim olmalıdır. Farabi’nin felsefesi ahlak, siyaset alanlarında ortaya fikirler atmış olsa dahi çıkış noktası ontolojiktir. Tanrı’nın bilgisi ve tanrıdan sudur edenlerin bilgisi… Böylelikle insan varlıkların geldiği yere Tanrı yoluna bu tür bilgilerle ulaşabilir.

Farabi, kozmik düzende yer alan her varlığı ve meydana gelen her olayı sebep sonuç ilişkisi içinde yorumlamakta, onun inişli çıkışlı sisteminde bir önceki varlığı bir sonrakinin maddesi, onu da bunun sureti saymaktadır. Ancak iniş mükemmelden daha az mükemmele doğru kolay bir şekilde gerçekleştiği halde çıkış mükemmel olmayandan mükemmele geçiş tarzında olduğu için zor gerçekleşmekte ve zaman almaktadır.

Kaynakça:

  • Ahmet Cevizci – Ortaçağ Felsefesi
  • Yaşar Aydınlı – Farabi
  • Hüseyin Sarıoğlu – Ortaçağ Felsefesi
  • İbrahim Maraş – Farabi’de Hudüs Kavramı (makale)
  • Uluğ Nutku ve Gülnihal Küken – Farabi Felsefesi ve Ortaçağ Düşüncesine Etkisi (makale)
  • M. Fatih Demirci – Farabi’de Küllilerin Mahiyeti ve Varlığı (makale)
  • Belleten sayı 194 – Ağustos 1985 – Türk Filozofu Farabi ve Düşüncesi
  • Diyanet Dergi – Farabi’nin Tevhid Anlayışı ve Sıfatlar Meselesi