Çin Budizmi
Çin Felsefesi,  Doğu Felsefesi,  Felsefe

Çin Budizmi ve Ch’an Budizmi – Hui-neng ve Boşluk Öğretisi

Çin Budizmi

Çin, Taoculuk ve Konfüçyüsçülüğünün yanında Budizm’i üçüncü büyük düşünce sistemleri olarak kabul ettiler. Ancak bu çok uzun sürmedi. Budizm Çin’in tek kadın hükümdarı olan İmparatoriçe Wu zamanında oldukça yükselişe geçmişti. Sonralarında ise, Çinde Budizm, gerçekçi ve dünyaevi üzerine kurulu inanç köklerine aykırı gelmişti. Çinlililerin “ata kültü” baskın çıkmıştı. Ve Budizm’in keşişliği, dünyaevliğinden ve cinsellikten uzaklıkları, Çin’in Budizm’i kabullenememesinin sebeplerinden biriydi. Budizm keşişliği yayılırsa, bekarlık yayılacaktı. Bekarlık yayılırsa, kimse çocuk yapmayacaktı. Eğer çocuklar olmazsa, atalara kim tapınacaktı? Çinde Budizm, Çin’in ahlaki ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılayamadı.

Çin’de ne kadar diğer kültürlerde olduğu gibi düşünsel sistemine mitoslarla başlamış olsa da onların realistliği her zaman daha ağır basmıştır. Taoculuk ile Konfüçyüsçülük, Çin’in iki ana akımıydı. Çin, Budizm’i tanısa da, benimseyememiştir. Ancak Tao ve Konfüçyüsçülükte tek başlarına tatmin etmemektedir. Bu yüzden sonralarında Tao’nun metafiziği ve Konfüçyüs’ün ahlak ve siyaset felsefesinin bir sentezini yapacak Yeni Konfüçyüsçüler, sahneye çıkacaktı. Çin Budizm’i, Çin’de yerini koruyamamışsa da  Ch’an Budizmi kolu Japonya’ya taşınarak, benimsenecek ve “Zen” adıyla bugün bile yaşam felsefesi açısından pratik alanda içselleştirilmeye devam edecekti.

Çin Budizmi – Budist Okullar

 Tıpkı Hindistan’da olduğu gibi Çin’de de kendisinin orijinal Budist Öğreti olduğunu söyleyen üç ayrı grup ortaya çıktı. Bunlar; Çelenk Okulu (Hua-Yen), Saf Toprak Budizmi ve en önemlisi Ch’an Budizmi’ydi.

Ch’an Budizmi

Altıncı bilge adıyla tanınan Hui-neng (638-713), Ch’an Buddhacılığın en etkin savunucusu olarak bilinir. Ch’an Batıda, daha çok Japonca adıyla, Zen adıyla bilinir. Bu terim Sanskritçe’de meditasyon anlamına gelen “dhyanadan türetilmiştir.

Çin Budizmi – Kuzey ve Güney Okulu

Zen Buddhacılığının, 6. Yüzyıl başlarında Çin’e giden Güney Hindistan Buddhacı Bodhidharma’nın öğretisine dayalı olarak kurulduğu sanılmaktadır. Bodhidharma’nın öğretisi, önceleri birbirini izleyen beş bilgenin oluşturduğu çizgide aktarılıp, geliştirildi; ama sonra, izleyicilerinin kuzey ve güney Çin Buddhacılığını oluşturmalarına neden olan bir ayrılık ortaya çıktı. Kuzeyde Shen-hsiu adlı bir keşiş, aşamalı bir meditasyon süreciyle zihnin temel kısımlarının arıtılmasıyla ulaşılan aydınlanmaya özel bir yer veren, etkili bir okul kurdu. Bilgeliğin kalıtçısı sayılan önce bu okulun kurucusu Shen hsiu olmuş ama sonra Hui-neng’in kurduğu güney okulu, Zen öğretisini aktarma, yorumlama yetkisine sahip olan okul olarak kabul edilmeye başlamıştır. Kuzey okulu ile güney okulu arasındaki farklılıklar “güneyin birdenbireliği, kuzeyin aşamalılığı” anlamına gelen “nan-tun,pei chien” deyişiyle kısa yoldan ifade edilebilir. Güney okulunda “bir anlamda, Hint aklının karşısında Çin aklının kendini tam olarak ortaya koyduğu söylenir.

Hui-neng Öğretisi

Hui-neng’e atfedilen öğretiler, köktenci, dönüştürücü öğretilerdi. Bunlarda, geleneksel kutsal metin ezberleme, okuma törenleri ile Buddha’ya kurtarmalık adak sunma törenleri yadsınıyordu. Hui-neng, bu uygulamalar olmaksızın da, herhangi bir durumda doğabilecek ani, sezgisel bir kavrayışın deneyimlenebileceğini düşünüyordu. O’na göre Zen’in amacı, ansızın yaşanan, her şeyi açıklayan, dolaysız, kavramsallaştırılmamış bir aydınlanmaydı.

Hui-neng’in ani aydınlanması Hint filozofu olan Nagarjuna’nın Elmas Sutrası’nı, zamanın beşinci bilgesi  okuduğunda gerçekleşti. Bilgelik kalıtının işareti olan ip böylelikle ona verildi. Hui-neng, zaten bu ilk ruhsal yükselişte bile yenilikçi tutumunu ortaya koymuştu. Aydınlanmaya aşama aşama değil, birdenbire ulaşmış, geleneğin kabul ettiği Lankavatara Sutra’nın değil, Elmas Sutra’nın yetkesini örnekleyip, olumlamıştı.

Çin Budizmi – Hui-neng ve Shen-hsui

Hui-neng’in öğretisi neredeyse tümüyle Shen-hsiu’nun öğretisinin karşıtıdır. Shen-hsiu’nun izleyicilerine yönelik temel öğretisi “kuzey okulunun beş yöntem öğretisi” başlıklı el yazısında dile getirilir. Özetlenecek olursa, bu yöntemler tek bir düşünceyi izleyip, ona yoğunlaşarak meditasyon, üst bilgiyi alımlayabilecek hale gelmek, aldatıcı bağlanışlardan, beden zihin ikiliği duygusundan kurtulmak, bir de aydınlanma ile böyleliğin yaşandığı birlik yolunu bulmaktır.

“Bu beden Bodhi ağacıdır;

Bu zihin parlak bir aynanın dayanağıdır;

Onu hep parlak tut,

Tozlanmasına izin verme.” -Shen-hsui

Hui-neng ise, tam tersine, meditasyonu titizlikle denetim altına alan uygulamalarla zihnin -Shen hsiu’nun savunduğu biçimde- ıslah edilmesinden sakınır. Onun tamamiyle farklı, kendisinin belirlemesine, kendi yolunu bulmasına izin verir. Bu yaklaşımıyla, belirgin benzerlikler gösterdiği Taoculuk’tan etkilendiğini de açığa vurmuş olur.

Bu iki akım, gerçekliğim temelde tek olduğu, eninde sonunda dile gelmez, betimlenemez bir şey olduğu inancını paylaşır. Ayrıca, dünya işlerinden uzak durma tutumunda da birbirlerine benzerler.

“Aydınlanan için ağaç yoktur;

Parlak ayna da bir dayanak değildir.

Aslında hiçbir şey var olmadığına göre,

Toz nereye konsun?” – Hui-neng

Çin Budizmi – Boşluk Öğretisi

Hui-neng düşüncesinin en köktenci ve dönüştürücü öğesi, Hui-neng’in temel sözünde “her şeyden önce gelen bir şey yoktur.” sözünde somutlaşır. Bu söz şiirinde değindiği yaklaşımın temeli olmakla kalmaz, onun, Prajnaparamita Sutraları’ndan gelen, sonunda her varlığın “boş” olduğunun, yani bir tözünün, özünün ya da kalıcılığının olmadığının -kavranacağını savunan Nagarjuna’nın sunyata” boşluk felsefesinin kalıtçısı olduğunu ortaya koyar.

Yönelimleri “boşluk öğretisi” çerçevesinde görebilmek, bunların bağlayıcılığından kurtulmaktır; böylece düşünce yanılsamalarında takılıp kalmaz, gerçek böyleliğin ya da sonul gerçekliğin boşluğunun farkına varabilir. Bu farkındalığa ulaşmak, Hui-neng’e göre; bozulmamışlığını hep koruyan nefs-doğanın özgün, istediğince devinen saflığına geri dönmektir.

Nefs-Doğa ve Buddha-Doğası

Hui-neng saf nefs-doğa ile Buddha-doğasını özdeşleştirir; aydınlanmış kişinin doğasıdır bu. Ama kişinin nefs-doğayı görmesi, varlığındaki kalıcı ya da temel öğeleri ortadan kaldırması demek değildir; nefs- doğayı görmek ne bir takım hedeflere, amaçlara varmak, ne doğayı görmek bir takım hedeflere, amaçlara varmak anlamına gelir. Nefs-doğayı görmek, hep orada olmuş olana, varlığın sonul, sorgulanmaz nedensizlik durumuna geri dönmektir

Hui-neng’in öğretisinde vurgulanan, ani aydınlanmalarla (satori) bilgelik deneyimini (prajna) yaşamaktır; üst bilgi durumuna aşama aşama, sıkıdüzenle ulaşmak değildir. Hui-neng aydınlanmanın süreklilik sürecinde beklenmedik bir kesinti olduğunu söyler. Aydınlanmada, birdenbire doğan bir duygu, mekanın, zamanın ötesine geçme, varlıkların bütünlüğüne tam katılım duygusu vardır.

Kaynakça:

  • Otuz Beş Doğu Filozofu- Diane Collinson
  • Çin Felsefesi Tarihi – Fung Yu-Lan
  • Doğu Felsefesi -Jim Powell