Batı Felsefesi,  Felsefe

Leibniz Felsefesi, Monad Kavramı – “Evren Ruhlarla Doludur”

Leibniz Felsefesi, Monadlar, Kötülük Problemi, Tanrı

Leibniz,  düşünce tarihinin yetiştirmiş olduğu en yaratıcı ve evrensel düşünürlerden biridir. Leibniz için felsefe; bilginin tümünü kapsayan, evrenin rasyonel düzenini akılsal bilgide dile getiren bir metafiziktir. Ancak bu metafizik bilimsel araştırmadan önce gelen ve bu araştırmadan tamamen ayrı olmayan, onunla işbirliği yaparak gelişen bir varsayımdır. Leibniz de Descartes gibi matematiğin yöntemini felsefeye aktarmak ve bu yöntemi felsefesinin temeline oturtmak ister.

Ona göre yalnız matematikçiler ileri sürdükleri görüşleri kanıtlayabilirler. Nasıl ki sayıları hesaplayabiliyorsak kavramları da hesaplayabilir ve bu hesaplamaların sonucunda bir düşüncedeki yanlışı açık ve güvenilir biçimde gösterebiliriz. Ve bununla birlikte felsefedeki ayrılıkların üstesinden gelebiliriz. Ancak evrensel bir matematiğe varırsak bilgimiz de tam olur. Bu “evrensel matematik” ile bilgimizin bütün konularını tam ve eksiksiz bir şekilde kavrayabilir, O’nun bilgi idealine yani “mathesis universalis” e ulaşabiliriz.

Leibniz Felsefesi ’nin Tözleri – “MONAD” Kavramı

 Leibniz’e göre; Monadlar tam bağımsız olmaları durumunda etkin bir kuvvetten ve güçten başka bir şey değildir. Descartes felsefesinde öz niteliği yer kaplama olan maddi tözün, kendiliğinden bir kuvveti olmadığı varsayımı; doğayı cansız bir makine durumuna getirmişti. Oysaki Leibniz’in “cismin özü kuvvettir” düşüncesi onu Aristoteles’in “entelekheia” kavramına geri götürerek, doğayı belli bir yasa çerçevesinde hareket eden bir makine olma durumundan kurtaracaktır.

 Leibniz, tözlerin sayıca sonsuz bir çokluğu olduğunu kabul eder ve bu sonsuz sayıda tözlerin her biri de tek olarak bölünemez bir birlik halindedir. Leibniz tözlerini “monad” diye adlandırmıştır. Monad, Grekçe “monas”= “Bir olan”,“birlik”    anlamına gelmektedir.

Maddi olmayıp bir ruh yapısında olan bu birlikler yani monadlar kendi içlerine kapalıdırlar ve bir anlamda onun tabiriyle “monadların pencereleri yoktur” bu yüzden de birbirlerini etkileyemezler. Buna rağmen monadlar arasında bir bağlantı vardır ve bu bağlantı da monadın özünde saklıdır. Her monad evrenin bütününü kendisinde taşır ve her monad bir anlamda evrenin aynasıdır. Bunun sonucu olarak da “Bir” ile “Bütün” arasında bir bağlantı kurulmuş olur.

Leibniz Felsefesi – Monadlar Hiyerarşisi ve Tasarım

Monadın özünde öteki monadların her biri temsil edilmektedir ve her monadda diğer monadların çokluğu kapsanmıştır; bu yüzden monad özü bakımından çokluk içinde birliktir. Çokluğun birlik haline gelmesini sağlayan ise “tasarım”dır. Tasarım, monadların temel ve ortak bir özelliğidir. Monadlar tasarımlayan kuvvetlerdir ve onların tasarımlarının konusu ise Evren’dir. Monadlar arasındaki ayrım onların bu tasarımlarının açık ve seçik olması bakımından hiyerarşik bir şekilde sıralanması ile oluşur.

Monadların bilgi yetilerine göre oluşan bu hiyerarşi ‘duyumlayabilen’ monad ile başlar ve ‘salt düşünce’ etkinliğinde bulunan monad ile son bulur. Bu hiyerarşinin en altında bulunan, duyumlayabilen monad  “madde” ye karşılık gelirken; en tepede bulunan salt düşünce etkinliğinde bulunan monad ise “Tanrı” ya karşılık gelmektedir. Tanrı bu salt etkinliğin kendisi olarak tektir ve onun altında sıralanan monadlar ise sonsuz sayıdadır.

Monad ve Atom Ayrılığı

Leibniz’e göre monadların bütün tasarımları aynı açıklık ve seçiklik içerisinde olsaydı birbirinden ayırt edilemezdi bu durumda O’nun belli başlı ilkelerinden olan “ayırt edilemeyenin özdeşliği” ilkesine ters düşerdi. Çünkü bu dünyada birbiri ile aynı olan iki şeyin bulunması olanaksızdır. Leibniz Felsefesi ‘nde  Monad teorisini, atom teorisinden ayıran da bu ilkedir. Atom teorisinde atomlar tamamıyla birbirine eşit olan şeyler olarak anlaşılırken, onları birbirinden ayıran büyüklükleri ve biçimlerinin yanında rastlantısal olarak uzayın belli bir noktasında bulunmalarıdır. Bu da kavramsal bir ayrım olmayıp dışsal bir belirlenimdir. Monadların ise birer tekil olarak her birinde başkasında bulunmayan kendine göre bir özelliği vardır.

“MONADLARIN PENCERELERİ YOKTUR”

 Leibniz Felsefesi ‘nde  monadların birbirleri üzerinde doğrudan bir etkileri yoktur. Monadlar arasındaki etkileşimler bir “görünüş” den ibarettir. Her monad kendi içinde yaşar fakat aynı zamanda her monad kendi içindeki yaşamda aynı şeyi yaşar ve bundan dolayı da birbirlerine etkide bulunuyormuş gibi görünürler. Monadlar arasındaki bu bağı Leibniz, “önceden kurulmuş uyum” şeklinde tanımlamaktadır. Ruh ve beden arasındaki bağı da bu önceden kurulmuş uyum teorisi ile açıklamaktadır.

Aslında ruhun ve bedenin monadları arasında hiçbir nedensellik bağlantısı yoktur fakat ruh her an bedende olup biten  şeyleri tasarımladığından bedeni etkiliyormuş gibi görünmektedir. Tanrı yalnızca ruh ve beden arasındaki değil, tüm varlıklar arasındaki ilişkiyi önceden kurulmuş uyum ile düzenlemiştir. Önceden kurulmuş uyum teorisi sıkı bir “determinizm”e yol açar ve buna bağlı olarak Leibniz Felsefesi “mekanizm” ile “teleolojiyi” uzlaştırmaya çalışır. Monadların bu dışarıya kapalı olan durumu kendisini en güzel insanın kurtuluşunda gösterir. İnsanda da böyledir çünkü o da kurtuluşa giden yolu ancak yalnız ve kendi içine dönerek bulabilir.

 “Sorun Tanrı’nın hiçbir ilişkisi kalmadığı mekanik dünyada Tanrı’ya ve dine her nasılsa bir yer bulmak sorunu değildir. Zira böyle bir dünyada Tanrı ve din er ya da geç yok olup gidecektir; esas sorun rasyonalizm içinde aşkın ve yaratıcı bir Tanrı’ya, gerçek bireylere ve hepsinden önemlisi nesnel amaçlara bir yer bulmaktır.”

AKIL DİNİ VE POZİTİF DİN

Leibniz’in dünya görüşü, din felsefesinde en derli toplu anlatımına kavuşmuş ve önceden kurulmuş uyum sistemi ile en yüksek olgunluğuna varmıştır. Leibniz’e göre “Tanrı’yı akılla kavramak” bilginin en yüksek ödevidir. Bu yüzden o felsefe ve dini birbirinden ayırmaya çalışanlara karşı sürekli bir mücadele içerisinde bulunmuştur. Leibniz, burada “Akıl Dini” ve “Pozitif Din” ayrımını yapmaktadır.

Akıl dini; inançları akıl ile temellendirilmesi olanaklı olan dindir. Pozitif din ise; realitede karşımıza çıkan tarihi dinlerdir. Aklın dini aklın doğruları arasında yer alırken pozitif din ise, olgunun doğruları içerisinde yer alır. Leibniz için asıl din akıl dinidir ve pozitif dinin dogmaları; akıl dinine sonradan eklenmiş şeyler olup, değer bakımından daha aşağıdadırlar. Dinde esas olan Tanrı sevgisidir. Monadın açık ve seçik bilgisinin insanı saf sevgiye götürdüğü gibi en yetkin monad olan Tanrı’yı bilmek de Tanrı sevgisine ulaştırır. Bunun sonucu olarak Tanrı’yı “bilmek” ve “sevmek” bir ve aynı anlama gelir. 

“Sevmek, mutluluğumuzu bir başkasının mutluluğuna bağlamaktır.”

BİTMEYEN TARTIŞMA KÖTÜLÜK PROBLEMİ VE TEODİSE

 Orta Çağ Felsefesi’nin tartışma alanının merkezinde bulunan kötülük problemi, Leibniz  Felsefesi için de açıklığa kavuşturulması gereken öncelikli bir mesele olmuştur. Leibniz, Teodise eserinde Tanrı’nın bilgeliği ve gücü ile bu dünyanın eksik ve bozuk yapısı arasındaki çelişmeyi ortadan kaldırmak için öncelikle kötülüğün ve günahın “metafizik bir gerçek” olduğunu reddeder. Yanlış kendi başına var olmayan sadece doğrunun eksikliğinden meydana gelen bir olgudur.

En yetkin varlık olan Tanrı, temelinde acı ve eksikliklerden meydana gelen monadların dünyasını birçok “olanaklı“ dünyalar arasından en iyi olanın bu dünya olduğunu “zorunlu” olarak düşünmesinden dolayı tasarlamıştır. Bu dünya olanaklı dünyalar arasında en yetkin olanıdır; dünyanın ve içindeki varlıkların tam yetkin olmayışları Tanrı’nın kendi yetkinliğini gösterebilmesi için zorunlu bir hale gelmektedir.

Tanrı’nın kendisi sonsuz olmasından dolayı en yetkin varlık konumunda bulunması, bu dünyayı ve içindekileri sonlu ve bunun sonucunda yetkin olmayan varlıklardan oluşturması bu farkın kavranabilmesi için mantıksal bir zorunluluktur. Tanrı dünyayı yaratırken sonsuz bilgeliğinin olanaklarına bağlı olduğundan mutlak anlamda özgür değildi. Tanrı’nın istenci de aklın doğrularının egemenliği altındadır. Aklın doğrularının zorunlu olmasından dolayı kendi istencinin yetkin bir dünya yaratma isteğine rağmen olanaklı olan en iyi dünyayı yaratmıştır. Tanrı’nın iyiyi istemesine dolayı onun bilgeliği istencinden üstündür ve mantıksal bir zorunluluk olarak bu dünyayı eksik ve bozuk yaratmıştır.

“Bu dünya mümkün dünyaların en iyisidir!”

Kaynakça:

  • Ahmet CEVİZCİ- 17. Yüzyıl Felsefesi
  • Macit GÖKBERK- Felsefe Tarihi

3 Yorum