Hegel Felsefesi
Batı Felsefesi,  Felsefe

Hegel Felsefesi, Bir Sistem Filozofu – Diyalektik ve Tin

Hegel Felsefesi – BİR SİSTEM FİLOZOFU

 Hegel açısından felsefe akılsal düzlemde yapılan bir düşünce edimidir. Onun şu sözü Hegel Felsefesi ‘nin temel ilkesini oluşturur;

‘Akılsal olan gerçek, gerçek olan akılsaldır.’

Hegel’in felsefesi aynı zamanda kendi zamanının düşüncesini özetler,  bu yüzden de filozof kendi çağının çocuğudur. Ancak filozof kendi çağının düşüncesini ortaya koyarken kendisinden önceki düşünce dünyasını yeniden değerlendirir. Bu değerlendirmeyi yaparken de filozof realite ile bir bağ kurmak zorundadır.

            Hegel, içinde hakikatin var olduğu hakiki bir yapı kurmaya çalışır. Bunu yapmasının nedeni de felsefeyi bilime yaklaştırmak ve onu bilimsel düzlemde yeniden kurma çabasındandır. Hegel’e göre felsefe, hakiki olmayan belirlenimlerle ilgilenmez. Soyut ve hakiki olmayan şey, felsefenin öğesi değildir. Felsefenin öğesi ancak hakiki olan, kendini ortaya koyan, kendinde yaşayan ve kendi kavramında var olandır. Burada Hegel’in hakikat ile ilgili dile getirdiği var olana ilişkin bir nitelemedir. O’na göre hakikat, her şeyden önce bir şeyin nasıl olduğunun bilinmesi ve anlaşılmasıdır. Bu açıdan var olana bakarken “özne ile nesne” ayrımını göz ardı eder ve özne ile nesne’yi bir bütün içinde ele alır. Hegel için nesne, önceden var olan bir şey değil, öznenin kurduğu ve onunla birlikte varlığa gelen bir oluşumdur.

Hegel Felsefesi – DİYALEKTİK Anlayışı

             Hegel, felsefe tarihinde kendisinden önce söylenen her şeyi sistemli bir hale getiren filozoftur. Bu sistemli birliği oluşturmak için de “diyalektik kavramı”nı kullanmıştır. Diyalektik, Platon’a göre bir düşünme yöntemiyken ve felsefe için temel bir öneme sahipken; sonraları Dünya merkezli Evren anlayışının değişimiyle birlikte eski önemini yitirmiştir.

Ancak Hegel ile birlikte Diyalektik kavramı yeni bir anlam kazanacaktır. Ona göre diyalektik, varlığın kendisini açmasının bir yasasıdır. Diyalektik kavramını varlığın yapısının ilk görünümü olarak belirtir ve aynı zamanda varlığın kendisini açmasının bir ilkesi olarak görür.

 Hegel Felsefesi ‘nin diyalektik kavramının çıkış noktası;

A-A olmayandır. Ben aynı zamanda “Ben” olmayanımdır. Yani varlık aynı zamanda hiçliktir. Varlığa ait ne varsa onu ortadan kaldırdığımızda geriye kalan hiçliktir. İşte tam da burada varlık kendisini hiçlik olarak ortaya koyduğunda oluş süreci başlar.

Hegel bu süreci şöyle formüle etmektedir:  Varlık-Tez, Hiçlik-Antitez, Oluş-Sentez.

              Varlık ve hiçlik, bu oluş sürecini meydana getirmektedir. Varoluş insana ait bir süreç iken oluş, insanı da içine katarak ortaya çıkan bir süreçtir. Buradan hareketle Hegel’in bir “oluş filozofu” olduğunu ve “diyalektik” kavramını varlığın kökenine yerleştirdiğini söyleyebiliriz.

Hegel Felsefesi “TİN” Anlayışı

                 Mantıkta kendisini düşünce olarak gösteren İde, fiziksel dünyada “Tin” olarak karşımıza çıkar. Felsefe, tarihe düşüncelerle yaklaşıp onu bu düşüncelerle ele alır. Bu yüzden felsefenin tarihe katmış olduğu en önemli kavram “Akıl” kavramıdır. Akıl, dünyaya egemen olur ve Dünya Tarihi’nin gelişiminde her şey akla uygun hareket eder. Felsefenin bilgisi sayesinde aklın, tinsel yaşamın sonsuz maddesi olduğu görülür. Aynı zamanda akıl, sonsuz “Töz” olarak da kendisinde taşıdığı içeriğin gerçekleşmesidir. Bu şekliyle O, kendi kendisinin nesnesidir.

                 Hegel Felsefesi ‘ne göre, doğanın yaratılmasından sonra insan ortaya çıkmıştır. Bu durum doğaya karşı bir karşıtlık oluşturur. Bunun sonucu olarak da insan kendi varlığıyla ikinci bir doğa oluşturur. Bu nedenle “Doğa Dünyası ve Tinsel Dünya” olmak üzere ikili bir doğamızın olduğunu söyleyebiliriz. Tinsel Dünya, insanın meydana getirmiş olduğu bir dünya olmasından dolayı insan ancak burada etkin olabilir.

              Hegel için Tin, soyutlanmış bir şey, insan doğasının ürünü olan bir soyutlama değildir. Tin, bütünüyle bireyseldir, etkindir ve bilinçtir. Ama aynı zamanda bilincin nesnesi olan Tin varoluşu kendi kendisini nesne olarak almasıdır. Bu açıdan bakıldığında Tin düşüncedir, var olan bir şeyin düşünmesidir. Tinin yapması gereken şey kendini üretmek, kendi kendini nesne yapmak ve kendisini kendi üzerinden bilmektir. Böylece O, kendi için olur ve bu yönüyle de özgürdür. Doğal şeyler ise, kendileri için olmadıklarından ötürü özgür değildirler. Tinin özü, özgürlüktür ve onun tarih içerisindeki amacı, öznenin özgürlüğüdür.

               Tin, kendi üzerindeki bilgisine göre kendisini üretir ve gerçek kılar. Aynı zamanda kendisi üzerine olan bilgisinin gerçekleşmesini sağlar. Tinin kendisi üzerine olan ilk bilgisi ise insanın duyan bir varlık olmasıyla ortaya çıkar. Bu aşamada insanın henüz hiçbir nesne ile bir ilişkisi yoktur. Burada kendimizi belirlenmiş olarak buluruz. Sonraki aşamada ise bu belirlenmişliği kendimizden ayırıp ikileşiriz. Burada kendimizde bir eksiklik duymamıza rağmen artık var olduğumuzu biliriz.

İnsan Kavramı

               Hegel Felsefesi ‘ne göre insan, tinsel olarak kendi üzerine dönen bir varlıktır. O, eylem ile kendisini oluşturur. İnsan, ilk olarak kendisine döndüğünde özne kavranılır ve gerçeklik ortaya çıkar. Bir anlamda “Tin” kendi kendisinin sonucu olarak ortaya çıkmış olur. Bunun en güzel örneği, tanrının doğası ve tanrının kendisini “Tin” olarak açmasıdır. Burada tanrı, soyut genelliktir. Kendi nesnesi, kendinden başka ve kendi ikiliği olan ise İsa’dır. Bunların birlikteliğinden kendini bilme ve kendini görme olarak “Kutsal Ruh” yani Tin meydana gelir…

Kaynakça:

  • Ali Taşkın ve Metin Becermen – 19 Yüzyıl Filozofları
  • Macit Gökberk – Felsefe Tarihi 2