Batı Felsefesi,  Felsefe

Kant Felsefesi – Yargıları – “Görüsüz Kavramlar Boştur!”

 Kant Felsefesi

Kant, 22 Nisan 1724’te Könisberg’te basit bir zanaatkarın oğlu olarak dünyaya geldi. Doğuştan zayıf ve hastalıklı bir bedene sahip olan Kant, bu durumu doğanın kendisine “yaşama gücünden ancak küçük bir pay verdiğini” söyleyerek açıklamıştır. Doğanın ona karşı olan bu cimriliği onun hayatı boyunca yüksek düşünme yeteneği ve güçlü iradesiyle birlikte yetersiz bedeniyle savaşmasına neden olmuştur.

           Kant Felsefesi ’nin çıkış noktası Aydınlanma düşüncesinin Almanya’da kazandığı başlıca bir form olan Leibniz-Wolf  felsefesidir. Kant düşüncelerini bu felsefe içerisinde ele almış ve yöneldiği felsefe alanı içinde diyalektik yöntem ile kendi düşüncelerini oluşturmuştur.O bir yandan kendisinden önceki düşüncenin bütün çizgilerini felsefesinde toplarken , öbür yandan ise kendisinden sonraki düşünce tarihindeki isimleri ya doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemesi nedeniyle felsefe tarihinde bir dönüm noktası olmuştur.

Yenilik Kant’ın “SALT” kavramını genişletmesi ile başlamıştır. Salt ile öznede bulunan ve deneyden gelmemiş bir düşünce formunu anlarsak böyle bir şeyin hep düşünce bilgisinde olduğu ileri sürülmüştür. Oysa ki Kant duyu bilgilerinin de salt ögeleri olduğunu söylemekteydi. Ona göre, duyu bilgilerinin salt ögeleri Uzay ve Zaman ’dır. Bunlar birer kavram değil GÖRÜ ‘dürler. Çünkü bunlar düşünce ile edinilemezler ancak görülebilirler. Örneğin; sağ ile solu tanımlayamayız ancak gösterebiliriz. Bu yüzden bunların bilinmeleri yalnız görü ile olabilir ve bunlar öznenin birer gözlükleri gibidirler.

Kant Felsefesi ’nin Soruları ve Cevapları

        Kant Felsefesi ‘nin üç temel sorusu vardır: “Neyi nereye kadar bilebilirim? Ne yapmalıyım? Ne umabilirim?” Bu üç soru da aslında temel bir soruya bağlanır ve bu soruların temelini oluşturan “insan nedir?” sorusuna dönüşür. Kant da kendisinden önceki filozoflar gibi insanı düalist bir yapıda görür ve ruh-beden ayrımına sadık kalır.

Kant Felsefesi’nde insanı beden yönünden bir organizma varlığı olarak ele alır ve buradaki hareketin hep dışarıya doğru olmasından yani insanın kendi ihtiyaçlarını gidermesi bakımından hep dışarıya yönelme zorunluluğu olması açısından insanın organizma yönünden özgür olmadığını söyler. İnsan ruhunun yapısını ise üç bölüme ayırır ve burada “algılama yetisi, anlama yetisi ve akıl yetisi”nin bulunduğunu söyler. Akıl burada bir üst yeti olarak karşımıza çıkar ve her insanda ortak olan şu üç soruyu üretir: ”Ölümsüzlük, Tanrı, Özgürlük.” Akıl bu soruların üretildiği yer olması bakımından cevaplarının da bulunabileceği tek yerdir. Her tek kişi bu soruların cevabını verecek özgürlüğe sahiptir ve insan bu yönüyle tanrısal bir varlık olmaktadır.

TRANSCENTENDAL YÖNTEM

Transcendental yöntem belirli bir objeye yönelmiş olan bilgiyi değil, bilginin kendisini inceleyen, bilginin sınırlarını aşmadan bilgiyi araştıran bir yöntemdir. Buradan hareketle Kant tanrı, özgürlük, sonsuzluk sorularının cevaplarının bilgi temelli olmadığını söylemektedir. O’na göre felsefe tarihi boyunca yapılan yanlış, bu üç soruya bilgi temelli cevaplar aramaktır. Buradaki sorun aklın bizi böyle bir eğilime yönlendirmesidir yani akıl bizi inançlarımızın bilgisel temelli olduğunu ve bunların nesnel geçerliliği olduğu yönünde düşünmeye zorlamasını “Kant Aklın Diyalektiği” “olarak açıklamakta ve bunun da felsefi düşünceyi çıkmaza soktuğunu söylemektedir. Bunun nedeni olarak da Kant, aklın sınırları içindeki soruların cevaplarını fiziki dünyada aradığımızda bir çatışma çıkacağını bu yüzden de aklın sınırları içindeki soruların cevaplarını yine aklın sınırları içerisinde aramamız gerektiğini söyler.

           Buradan hareketle Kant Felsefesi ’nin sorularının temelinde Metafizik kavramının olduğunu söyleyebiliriz. Burada iki temel soru karşımıza çıkar: “Metafizik mümkün müdür? Metafizik bir bilim olarak olanaklı mıdır?” Metafizikten hareketle aklın sorduğu soruların olması, metafiziğin olanaklı olduğunu gösterirken, aklın doğal yatkınlığı olan metafizik de akıl ile birlikte var olma olanağına sahip olmaktadır. Bir anlamada akıl ve metafizik karşılıklı olarak birbirlerinin nedeni olarak var olmaktadırlar.

Kant Felsefesi – Analitik ve Sentetik Yargılar

          Kant bize ilk sorunun cevabını verdikten sonra ikinci soru olan metafizik olanaklı mıdır? sorusuna geçer. Ancak bu soruya cevap vermek için öncelikle “bilim nedir?” sorusuna cevap vermek gerekir. Bilim, bir yargıya varmak ve tanım yapmaktır. Yargılarımız da analitik ve sentetik yargılar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Analitik yargılar, bize yeni bir bilgi vermeyen yargılardır. Örneğin ”Cisim yer kaplar.” cümlesindeki gibi cisim zaten yer kaplama özelliğine sahip olduğundan bu önerme yeni bir bilgi vermez.  Sentetik yargılar ise bize yeni bir bilgi veren önermelerdir. Örneğin”Bazı cisimler ağırdır.” dediğimizde cisim kavramına yeni bir özellik katmış olur ve sentetik tipte bir önerme haline gelir.

A priori ve A posteriori Yargılar

          Kant, bundan sonra yargılarımızı bilginin kaynağı açısından tekrar ikiye ayırır ve daha sonra da bunları birleştirir. Bu ayrım A priori ve A posteriori yargılardır. A priori; zorunlu,mutlak ve karşıtı olmayan bilgilerdir. A posteriori ise; kökünü sentetik deneyimlerden alır ve A priori bilgiler kadar kesinlik derecesi yoktur. Analitik yargılar karakterleri gereği hep A prioridirler. Bu yüzden A posteriori olan analitik yargılar olamaz. Buna karşılık sentetik yargılar içinde A posteriori olanları da, A priori olanları da vardır. Birinciler yargıların normal hali ve en çok rastlanan formudur. İkincisi ise Kant Felsefesi ‘nde araştırmasının temelini oluşturur.

Sentetik yargı, eldeki kavramın dışına çıkan ama buna rağmen deneye dayanmayıp A priori olan yargı demektir. A priori bilgi de zorunlu ve tümel bilgi olduğuna göre sentetik a priori yargı da hem bilgimizi genişleten hem de zorunlu ve tümel olan bir bilgi olacaktır. Kant bu çeşit yargıların dayandığı temeli ve nedenini göstermek istemiştir.

Onun ana düşüncesi; bilgide kesinlik ancak salt deney bilgisinin dışına çıkıp bu gibi sentetik a priori yargıları kullanmaya başladığımızda ortaya çıkar. Kant Felsefesi ’ne bilimin ortaya koyduğu bilgiler kesin olduğundan a priori olması gerekir ve aynı zamanda bu kesin bilgilere yeni bir şeyler katarak da ancak gelişmeleri mümkün olacağından bilimin yapısı sentetik a priori yargılardan oluşmalıdır. Örneğin matematiğin nesnelerinin kökeni deneyden gelmektedir ve biz bunları görerek a priori yargılara ulaşabilmekteyiz. Matematiğin bütün önermeleri sentetik a priori yapıdadır.

   “Görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür”

 “İnsan Nedir?” Sorusu

Sentetik a priori yargıların nasıl olanaklı olduğu sorusu bizi “İnsan nedir?” sorusuna götürür. Metafiziğin varlığının temeli akıldır ve metafizik de köken olarak a priorodir. Doğa bilimlerinde sentetikten başlayıp a prioriye giden bir yol olduğu gibi a prioriden kökenini alıp, sentetiğe giden bir bilim de olabilir. Bu yaklaşım sosyal bilimlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamış ve bu bilimlerin kaynağı da etik olmuştur.Kant burada bize ontolojik bir bakış ile akıldan metafiziğe bakılabilidiği gibi metafizikten de akıla bakılabileceğinin olanaklı olduğunu göstermiştir.

  “İnsanın gerçekten gereksindiği bir bilgi varsa, o da insana, yaratılışında verilmiş olan yeri doldurmayı, yani insan olmak için ne yapması gerektiğini öğreten bilgidir.”

Kaynakça:

  • Heinz Heimsoeth – Kant’ın Felsefesi
  • Macit Gökberk – Felsefe Tarihi

5 Yorum