Sadizm Babası Sade ve Satanizm | Sade’ı Yakmamalı Beauvoir
Sadizm Babası Sade.
Sade, radikal bir biçimde hazcılığı savunmasıyla tartışmasız felsefe tarihinin en çok yerilen isimlerinden biridir. Beauvoir, Adorno, Horkheimer gibi isimlerin eleştirileri ise bizi tekrar ‘farklı bir biçimde’ düşünmeye davet eder.
Öncelikle çevirisinden dolayı Cemal Süreya’ya içtenlikle saygılar… Beauvoir, “Sade’ı Yakmalı mı?” kitabına başlarken, “Sade temel soruna, insanın insanla ilişkilerine eğilmemizi ister… yalnız farklılıklarımızdan vazgeçerek mi toplumla bitişiyoruz?” diye sorar.
Sade, onunla ilk kez rast gelenleri ürkütür. Belki de filozofun da dediği gibi, insanın kendi doğasını kabul etme reddinden kaynaklanır, bu çekince. Şayet, Sade doğa konusunda haklıysa ki her şey mümkün. İnsan, böyle bir kabulleniş karşısında en çok kendinden korkar. Hemen distopik bir dünya düzeni kurmaya başlar. Herkes, hazzının istediğini yaparsa, ne olur halimiz? Cinayetler işleyebilir, tecavüzler artabilir, savaşlar durmayabilir, savaşlar durdu sansak bile şekil değiştirip, teknoloji savaşlarına yerini bırakabilir, halk manipüle edilmelere doymaz ve bunu kendi, içinde olmak istiyormuşçasına savunabilir, adalet kavramının içi boşalabilir ve kimse asla sorumluluk almaz ve herkes içgüdüsel bir şekilde istediğini yapabilir.
Sade, Sadizm babası olarak anılır. Bunun sebebi kitaplarındaki öykülerinde sadist tutumların fazlasıyla barınmasıdır. Sade, güzellemesi yapmak değil, amaç; ancak “düşünce özgürlüğü”nü savunuyorsak, bey amcanın söyledikleri fazlasıyla cesurdur. Felsefe tarihi boyunca insana ve ahlaka olan tutumu tepetaklak çevirmiş ve bunları da edebiyatı kullanarak cesurca ifade etmiştir.
Düşünce tarihinde filozoflar, fikirler, ortaya atılan herhangi bir sav onaylanmak için okunmaz. Özellikle bizim kültürümüzde öyle bir telaş vardır ki, “aman insanlar duymasın, okumasın” etkilenirler, benimserler, inanırlar. Veyahut en önemlisi de “ya öyle değilse” sorusunu sorarlar ve uyanırlar. Canla başla çalışarak halihazırda kurulan, dikte edilen bilgi dağarcıkları -daralır-. Tüm telaş bundandır. Sadizm düşünce biçimi adı altında kaç kişi ölmüştür? Bugün ki ölümlerin, eziyetlerin, caniliklerin kaçı sadizm ‘düşüncesi’ yüzündendir? Belki de Sade haklıdır. İnsan özünde canidir. Ve bu caniliklerini dinlere, izm’lere, duygulara, başkalarının kışkırtmalarına dayandırarak kendi doğasını inkar edip, bir kılıf uyduruyordur… Sade’ın da kendi düşünsel ve pratik yaşantısında yaptığı gibi…
“Büyük fikirler yüzünden ahlakı bozulacak kişiye yazıklar olsun! Felsefi düşünceler içinden yalnızca kötü olanları çekip almayı bilen, ahlakı her şeyle bozulan bu kişilere yazıklar olsun! Bunların ahlakının Seneca ya da Charron okuyarak da bozulmadığını kim ileri sürebilir? Ben asla ona hitap etmiyorum!
Ahlaksız Ahlaklı Bir Yaşam | Sadizm Babası Sade
Marquis de Sade, 18. Yüzyıl’da Fransa’da yaşamış aristokrat, yazar ve filozoftur. Sade, topluma sinmiş ve dayatılan ahlak kurallarına etiyle, kemiğiyle karşıydı. Ve böylesi ahlakların insanın doğasına aykırı, potansiyeline ise ket vurduğu inancındaydı. 1763 yılında fahişeleri kırbaçlama sebebiyle hapis cezası verildi. Çirkin ve rezilce davranışları yüzünden Paris dışında bir Şato’ya kapatıldı. Yine de arzularının esiriydi. Kadınları kamçılıyor, bedenlerini kesiyor, yaralarına bal mumu döküyordu. Bu olay açığa çıktığında ise kadının para karşılığında sapkınlıklarını kabul ettiğini söylemişti. Kadının savunusu ise, Sade’ın kadının kahya olarak işe alınacağını, söylediğiydi. Sade, yine hapise geri döndü. Ailesinin kraliyet imkanlarını kullanarak Paris’te oturmaması şartıyla serbest bırakıldı. Yine durmadı, bu sefer ise başka bir skandala karıştı ve zehirleme, ırza geçme ve oğlancılık suçlarından uşağıyla birlikte idama çarptırıldı. Ancak yine kaçmayı başardı… Cinsel sapıklıklarının yanına obeziteyi de ekledi. Acı, zevk ve yemek… Sade, başka ne isteyebilirdi ki? Hapis, dışlanma, suç işleme, hapis, kapatılma arasında gidip, gelen yaşamı sonunda 1814’de astım krizinden öldü.
Sade ise kendini şöyle tanımlar: “Kızgın, karşı konmaz, öfkeyle dolu, her şeyde aşırı, töreler konusunda görülmedik bir hayalleme sapışı taşıyan, bağnazlığa dek tanrısız… Bir iki lafla ben böyleyim işte. Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurup öldürün beni. Çünkü değişmeyeceğim.”
Beauvoir, “önce hücrelerdeki sıkıntının ufacık ateşiyle, sonra lekelemekle, adını silmekle, onu öldürmeyi seçtiler, der. Böylesi bir ölümü kendisi de istemişti zaten”: “Mezarımı örter örtmez üstüne ağaçlar dikilsin… mezarımın izleri kalmasın yeryüzünde. İnsanların belleğinde hiçbir anım kalmadı diye övünç duyayım…” Nitekim Sade’ın sadece bu son isteği gerçekleşmişti. Hem de nasıl bir titizlikle… Öz oğlu bile onu gammazlamıştı: On ciltlik “Florabelle’in Güncesi” adlı eseri ve daha nicesi imha edilmişti. Günlükleri yakılmış ve kitapları yasaklanmıştı.
Sade’ı ‘sadece anlamak’ isteyenler sayılıdır. Bunu yapmaya kalkanlar ise tapılmaya itilmişlerdir, der Beauvoir. Sade, çoğunluk için halk düşmanıydı veya putlaştırılması müsait bir figür. Sadistti, biraz mazoşistti. İnsanlara, tanrıya, doğaya nefret besliyordu. Sade’ı biraz okuyunca, onun aşağılık kompleksi olan ve kendini, varlığını aşırı dozda hisset(tir)me dürtüsüyle donatan biri olduğunu ahlaklı, ahlaksız; sapkın…
Ahlaksızlık Ahlakı | Hazzımız Ne İsterse
Psikiyatri kayıtlarında Sade gibi örneklere bolca rastlanıyor. Ancak onu, o yapan; eylemlerini dayandırdığı temel varlıksal ve ahlaki sistem. O’nun ilginç yanı, cinsel sapıklıkları değil, onları yüklenme tarzıdır. Kendine has, tepetaklak edilmiş bir varlık felsefesi kurgulamış, bunu cinsellik eylemine uyarlamış ve cinselliğinden bir ahlak çıkartmıştır.
Sade, ahlakı ve erdemi reddeder. Ve bu iki kavramın insana ket vurduğunu, özellikle toplumun ahlaki değerleri açısından bakıldığında insanın doğasına aykırı olduğunu ilan eder. İnsan doğası gereği, haz isteyen bir varlıktır.
“Bizler, bizi yöneten ilkel dürtülerin ardından giderken, taştığı için Nil nehrinden ya da dalgalandığı için denizden daha günahkar değiliz.”
Birey hazlarının, toplumun birlikte yaşayabilmesi için sınırlandırılması gerektiği söylense de Sade, bu fikre karşı çıkar. Böyle bir sınırlama gereksizdir. Sade insanların ”hazları ne istiyorsa” yapması gerektiğine salık verir.
Özgürleşemeyen İnsan
İnsan, o’na göre asla tam anlamıyla özgürleşemez. Çünkü kendi doğalarını reddederler. Ve asla tam anlamıyla içlerinden geldiği gibi hazlarını yaşayamazlar. Oysaki Sade’a göre yaşamaları gerekir. İçlerinden geldiği gibi, hazları nasıl istiyorsa… İnsanın kendi doğasına ihanetini, sinsiliğini ve ikiyüzlülüğünü zorunlu kılan toplumun kendisidir, rahat bırakalım kendimizi, der Sade. Sade, insanın doğasının bencillik, acımasızlık ve arzulara dayandığını söyler. Ve farklılık yalnızca bizim önyargılı kibrimizde mevcuttur.
“Düşünmenin seni hayvanlardan üstün kıldığını nerden çıkardın? Belki bu daha kötü yaptı seni? Sınırladı! Hayvanlardan tek farkın, zevk duygundur. Çılgınlıkların en büyüğü, doğanın bize verdiği eğilimlerden dolayı yüzümüzün kızarmasıdır.”
Sade, insanın karanlık tarafıyla meşguldür. Ve insanların karanlık tarafıyla yüzleşmesi gerektiğini söyler. Gerçi Sade için bu karanlık yön değil, insanın asli olan yönüdür. O’nun için insanlar yalnızca doğa durumunda saftır; doğadan ayrıldıkları anda kendilerini alçaltmaya başlarlar. Diğer yandan kimileri Sade’ın karanlık yönümüzü baskılamamamız gerektiğini, ne kadar uğraşırsak uğraşalım derinlerde olanın önüne geçemeyeceğimizi söylemesinin, Carl Gustav Jung’ın Gölge Teorisi’ne kapı açtığını, söylerler.
“İndirin batıl inanç ağacına son darbeyi; dalları budamakla yetinmeyin, etkileri bu kadar bulaşıcı olan bir bitkiyi tamamen kökünden söküp atın!”
Sade, çoğunlukla ahlaksız olarak anılır. Sade, ahlakı reddeder ancak yine de bir ahlakı benimser. Bu durum Tanrı’yı reddeden bilimcilerin, bilim yordamıyla buldukları sonuçları kutsallaştırmaları veyahut direkt bilimin yani insan aklının kendisini ilahlaştırmalarına benzer.
Satanizm | Ekoller
Sade’ın inandığı ahlak öğretisi “teistik satanizm”dir. Teistik satanizm, adından da anlaşılacağı üzere teistik dinlerdeki tanrı kavramının karşısında olan varlığa inanma edimidir. Özetle, şeytana tapınma ve onu yüceltme denilebilir. Diğer yandan “Lucifer” denilen tanrıça figürü ilahlaştırılır. Sadizm inancında da çeşitli ekoller vardır: Spiritüel satanizm, sembolik satanizm, teistik satanizm… Teistik satanizm’de de şeytanın kahinine yazdırdığı kitap inancı vardır.
Satanizmin de çeşitli ibadetleri vardır. Spiritüel satanistler, meditasyon yaparak ibadetlerini yaparlar. Teistik satanizm de ise tek kişilik ibadetler olduğu gibi topluluk halinde yapılan ayinlerde vardır. Kişi bu ayini tek başına yapamaz, insan çokluğu gereklidir ve bu ibadetin sonucunda bir orji (grup seks) vardır. Böylesi bir inanç sistemi tam olarak Sade’ın doğa anlayışına uygun bir inanç türü gibi gözükür. Sade’da cinsellik biyolojiden çıkmaz. Toplumsal bir olay olarak görünür; hoşlandığı şölenlerin hemen hemen hepsi ise topluluk halindedir.
Satanizm’de de çeşitli günah ve sevaplar vardır. Örneğin, sembolik satanizm’de günah; olmadığın biri gibi görünme, sürüye uyma ve aptallıktır. Teistik satanizm’de ise sevap, insanları uyandırmak, dinin nasıl bir şey olduğunu öğretmek denilebilir.
“Ey yanlışın ve fanatizmin kör ettiği zayıf ve saçma faniler, tepesi tıraşlı rahiplerin batıl inancının size gömdüğü tehlikeli yanılsamalardan vazgeçin!” der. “Bir filozof olarak önüne koyduğu başlıca hedef, insanları, bir sürünün parçaları haline getiren, uyuşturan, güdükleştiren tüm inançları, kurumları birer birer çökertmektir.”
Satanistlerin temel motivasyonu genel anlamıyla şudur: Reenkarnasyon inancı vardır ve eğer insanlar bu dünyada sanat yaparak, üreterek, sorgulayarak ve en önemlisi ise yaşamı “haz” içinde yaşayarak geçirirlerse tekrar bedenlenip, dünyaya geleceklerine ve dünyanın zevklerinden yararlanacaklarına inanırlar. Özetle, şeytan bize iç güdülerimizi dinlememizi, iç güdülerimizin bizim için kutsal olduğunu söyler. Şeytan ve Sade’ın en çarpıcı ortak mottosu ise budur: İç güdülerimize uygun yaşamak!
“Doğanın yasalarına aykırı olan tüm insani yasalar ancak küçümsenmeyi hak ederler.”…“Kutsal kitap denen ve Babil’deki esareti sırasında cahil bir Yahudi’nin can sıkıcı intihali olan o bayağı romanda tuhaf bir masala rastlanır; ama bu yanlıştır, tamamen gerçekdışıdır… Bana bir Tanrı’nın eseri olarak verilmek istenen bu kutsal kitaplar aptal birkaç şarlatanın işinden başka bir şey değildir ve burada Tanrısal izler yerine aptallığın ve dalavereciliğin izlerini görüyorum… Senin tanrına atfettiğin şeyi doğanın yapması mümkünken, niçin doğaya bir efendi arıyorsun ki?… Senin anlamadığın şeyin nedeni belki de dünyanın en basit şeyidir. Fizik bilgini yetkinleştirirsen doğayı daha iyi anlarsın, aklını arındır, ön yargılarını yok et, o zaman tanrına ihtiyacın kalmayacak.”
Sade, tanrıdan nefret eder. Tanrı ve ahlakı elememizi söyler ki doğamıza uygun davranabilelim. Ancak o, doğadan da nefret eder. Doğa onun için, estetik, doğurgan, yaşam içeren bir ana tanrıça değildir. Doğanın temelinde yıkıcılık vardır. Doğa, kendi akışını koruyabilmek için her şeyi mümkün kılar. Onun doğa tasviri adeta lanetli bir tanrıçadır. Doğa için şunları söyler: “Evet ondan iğreniyorum ve bu nefretim onu gayet iyi tanımamdandır.”
Kişi düşünce düzleminde varlık anlayışını nasıl tasvir ederse, yine görülüyor ki varlık kavrayışı tüm düşünce dünyasına siniyor. Doğayı yıkıcı ve bencil bir güç olarak resmeden bir düşünür için bireyin doğasını da bu şekilde tasvir etmesi ve ahlak işleyişinin bu şekilde olması gerektiği savı, mantıksız durmuyor gibi gözüküyor.
Sade, satanizm savunusu yapar gibi görünür ancak tanrıya inanmaz veyahut kendiyle çelişir ve tanrının yeteri kadar kadir-i mutlak ve güçlü olduğuna inanmaz. Kötülük sorunu yine sahnededir. Yine de eserlerinde evrenin yaratılışıyla ilgili şu tınıyı görürüz. ‘Evren kendi kendine çalışır ve doğanın sonsuz yasaları herhangi bir ilk nedene ihtiyaç duymaz ya da marş motoruna ihtiyaç duymaz.’ Sade, hiçbir şeyin akla yatkınlığına kanıt olmadığı saçma bir varoluşa onu ikna edecek bir şeyin olmadığını söyler.
“Tanrı’nın insanlara iyi olmalarını emretmesine rağmen, dünya kötülüklerle doludur; bu, ya Tanrı’nın gücünün sınırlı olduğunu ya da insanların Tanrı’nın emirlerini umursamadığını gösterir.”…“Tanrı fikri, insanoğlunun affedemeyeceğim yegane hatasıdır.”
İnsan Nedir?
Sade, ‘İnsan nedir? Onunla diğer bitkiler arasındaki fark nedir? Onunla doğadaki tüm diğer hayvanlar arasındaki fark nedir?’ sorusuna kesinlikle hiçbir fark yoktur, yanıtını verir. İnsan da onlar gibi bu yerkürenin üzerine rastlantı sonucu yerleşmiştir, onlar gibi doğmuştur, onlar gibi ürer, çoğalır ve azalır; onlar gibi yaşlanır ve onlar gibi doğanın her hayvan türüne biçtiği sürenin sonunda, organlarının yapısı nedeniyle hiçliğin peşine düşer.
“Her şeyin kendisi için yapıldığına inanan insanın aptalca kibri, insan soyunun tümüyle yok edilmesinin ardından doğada hiçbir şeyin değişmediğini ve yıldızların dönmesinin hiç de gecikmediğini görünce pek şaşırmış olacaktır.”
Sadizm Babası Sade
Sadizm’in dayanağı; Sade’ın açıklamasıyla şu şekildedir:
“İş, başarabileceğimiz en sert şokla sinirlerimizin bütününü sarsmaktan ibarettir.” Acı zevkten daha canlı ve etkin olunca başkalarından elde edilmiş böyle bir coşkunun bizde meydana getireceği şoklar, aslında daha yüksek titreşim taşıyacaktır. O titreşimdeki sertliğin şehvet algılarına dönüşmesi…
“Hiçbir duyuş yoktur ki acıdan daha girişken daha keskin olsun; izlenimlerine tam güvenilebilir acının.”…”Zevk alıp almadıklarını anlamak çok zor, yanılmak her zaman olası. halbuki insan etkisinin tepkisini arzuluyor. Acı ise gizlenmez, etki ne kadarsa tepki o kadar çıkar ortaya.”
Sade | Kadın
Sade’ın eserlerinde “kadın” aşağılanmış, gözü yaşlı, alay konusu, edilgin, kurban doğmuş yaratıklardır. “Sade’ın kadınlara duyduğu nefret annesinden mi geliyor? İkinci bir soru daha var, yoksa Sade kadını kendisinin bir tamamlayıcısı olarak değil de bir yedeği, bir kopyası olarak gördüğü ve ondan hiçbir şey anlamadığını sandığı için mi bu nefreti besliyor?” (s. 29, S.B.) Beauvoir, Juliette eserinde Sade’ın kendini kadın gibi gördüğünü ve kadınların istediği gibi erkekleşemediklerinden yakındığını, söyler. Erkekleşebilmek… Bu eyleme, en uygun kişi ise kitaptaki ‘Durand’ karakteridir. Sade, bu kadına dev bir klitoris kazandırmış ve cinsel açıdan bir erkek gibi işlemde bulunabilme yeteneği vermiştir.
Sade’ın kadınlar konusunda amiyane tabirle bir yarası olduğu bellidir. Özellikle Klossowski, Sade’ın annesine duyduğu kinde yapıtlarının ve hayatının temelini bulur. Sade’ın çocukluğuyla ilgili çok bir bilgi yoktur. Ancak çocukken babası ve amcası tarafından tacize uğradığını, söyler kimileri. Klossowski, Sade’ın babasına hiç hınç duymamasına şaşar. Otoriteye karşı da kendinden bir nefreti yok gibidir. Bir birey, kendi haklarını iyiye kullanmış veyahut kötüye kullanmış olduğu gibi kabul eder, onu. Sade’ın toplumla çatıştığı plan daha çok kadınlarla ilgilidir: Eşe, kaynanaya karşıdır ilkin. Özellikle kaynanası. Ve hatta “Yatak Odasında Felsefe” eserinin son sayfalarında kendi kızına insafsızca alay ettirdiği kadın da kaynanasıdır.
“Ne mi istenir sevişirken? Çevrede herkes bir sizinle uğraşsın, bir sizi düşünsün, bir size çalışsın… Bir kadınla yatarken zorba olmayı istemeyen kimse erkek değildir…” “Doğa ana, insanın taslağını çizerken çiftleşme ve öfke edimlerini aynı şeyler olarak düşünmeseydi, şehvet krizinde şu kudurganlığı bulabilir miydik? Sağlam yapılı, ergin bir erkek olacak da… sevgilisinin canını… yakmak istemeyecek, laf mı bu?”
Beauvoir ise bu söylemin üzerine şunları iletir: “Egemenliğin sarhoşluğu hemeninden zalimliğe bitişir, çünkü zevk düşkünü kişi işini gören nesnenin canını yakarak, gücünü uygulayan sihirli bir bireyin tadacağı bütün tatları sınar; egemenliği vardır, tirandır.” (s.11) Ve Beauvoir devam eder: “Bir de şurası ilginç: “küçük evinin” duvarları dışında hiçbir güç gösterisinde bulunmamakta; hiçbir girişim esprisi taşımamaktadır, hiçbir tutkuya kapılmamaktadır; hatta sanırım, o evin duvarları dışında gevşeğin, ödleğin tekidir de.” (s.12)
Sade için suç, özellikle erdem için işleniyorsa terör eylemiydi bu. Ahlak kaygılarıyla gelişen terör onun şeytansı dünyasında en köklü yadsımayı yaratmıştı. Bu yüzden olacaktı ki, kendi içsel lanetini ve çürümüşlüğünü kabul ediyordu. Sorumluluğunu almıyordu ama olsun. Tutarsızdı, olsun. Ahlaklardan, erdemlerden biriydi, onun ahlaksız ahlak anlayışı da. Din adına, devlet adına, ideoloji adına, gelenek adına suç işleniyordu ve dinin, devletin, geleneğin üstüne atılıyordu; değişen bir şey yoktu Sade’ın bu ahlaksızlıklarında da… Suç, onun için kesinlikle doğanın kendisindeydi. Sade’da değil, doğanın bahşettiği ‘her şey mübah’ anlayışındaydı.
Kaynakça:
- Sade’ı Yakmalı mı? | Simone de Beauvoir
- Erdemsizliğe Övgü, Juliette | Marquis de Sade
- Erdemin Felaketleri, Justine| Marquis De Sade
- Can Çekişen Ateist | Marquis de Sade
- Yatak Odasında Felsefe | Marquis De Sade
- Aşkın Suçları | Marquis De Sade
- Tanrıça | Marquis De Sade
- Tanrıya Karşı Söylev | Marquis De Sade
- Komşum Sade | Pierre Klossowski
- Şeytana Tapınmanın Yeni Adı Satanizm | Perihan Akdemir Çetin (Harran Üni. Yüksek Lisans Tezi)