Bilim Felsefesi Nedir
Batı Felsefesi,  Felsefe

Bilim Felsefesi | Mantıkçı Pozitivizm, Popper ve Nietzsche

Bilim Felsefesi Üzerine…

“Bilim nedir? Bilimsel düşünce nasıl bir düşüncedir? Bilimsel yaklaşım, bilimsel yöntem, bilimsel sonuç nedir? Bilimsel düşüncenin veya yöntemin yapısı, işlevi nasıldır? Bilimsel sonuçların özelliği, bilimsel yasa nedir? Bilimi diğer insani etkinlik alanlarından ayıran özellikler nelerdir? Bilimin değeri nedir? Bu ve benzeri sorular bilim felsefesinin sorularıdır… Bu bilimin üstüne düşünmedir.” -Ahmet Cevizci, Felsefeye Giriş

Bugün kullandığımız anlamda bilim ve bilim insanı ifadeleri çok yakın zamana kadar yoktu. Bilim kavramı, 19. yüzyılda ortaya atılmıştır. Latince “scientia” kelimesinden gelen bilim kavramı, başlangıçta hikmet ve ilim anlamına geliyordu. Bugün anladığımız itibariyle deney ve gözlemde temellenmiyordu, ezeli ve ebedi hakikatlerin burhan (mantıksal ispat) yoluyla ortaya konulması anlamına geliyordu. Bugün ki modern bilim ise 1600’lü yıllarda oluşurken ismi bilim değil, doğa felsefesiydi. Fizik ve astronomi şeylerin nedenlerini araştıran bir felsefi alandı. (örn: Aristo ve İbn Sina’nın Fizik eseri).

Bugün bilim denilen, evreni anlama çabası tüm kültürlerde var mıydı? Antikçağlardan itibaren şüphesiz insanlık doğayı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmıştı. Kimi, arayışının sonucunda bir metafizik sistem kurdu, kimi ise fizikselliği, deneyciliği veya deneyimciliği merkeze alarak bilimi inşa etti. Bilim, insanın doğayı, kendini açıklama girişimiydi. En azından bunu amaçlıyordu. Böyle bakıldığında, tüm kültürlerde olan bir arayış, neden bilim denilince Avrupa merkezli bir uğraş gibi hissettiriyordu? Yoksa bilim, Batı Avrupa’nın yarattığı kültürel bir fenomen miydi?

Bilim Felsefesine Ne Gerek Var?

Din, bilim ve daha nice alan düşünsel bir etkinlik yani felsefeyle başlamış ve insanın bilgi birikimi arttıkça, uzmanlaşmak, ilerlemek ve yöntemini kendine has tarzda kurması adına felsefeden ayrılmıştır. Bilimler felsefeden koparken geriye bagajlar bırakır. Bilimsel bilginin doğası ve önemi ile ilgili tartışmalar genelde gündelik bilim pratiğinde pek etki etmez, bilim krize girene kadar… Bilim felsefesi eğitim, tıp, askeri uygulamalar ve bilimin toplumdaki yeri gibi konular söz konusu olduğunda müracaat edilmesi gereken yerdir. İnsanın dünyadaki yeri, insan bilgisinin sınırları ve politik uygulamaları konusunda bilim felsefesine başvurmak zorundadır. Gerçekten zorunda mıdır? Bilim felsefecisi, bilim insanı değildir. Şayet bilim, kendi içinde yöntemsel bir krize girdiğinde neden felsefeye koşsun ki? Doğayı referans alan bilimler, metot bilmek zorundadır ki işin içinde oluşuyla bir çözüm üretebilsin, ancak mesele insan ve değerlerinde temellendiğinde, felsefeye, felsefi düşünüşe başvurmak elzem gibi gözükmektedir.

Felsefi Bilgi ve Bilimsel Bilgi

19. yüzyılda felsefenin, kendi doğuşunda din ve mitolojiye yaptığını, bu kez bilim felsefeye yapmış ve kendine özgü bir alan oluşturmuştur. Ve bilimler felsefeden yalnızca konuları bakımından değil, yöntemleri bakımından da ayrılmışlardır. Bu bilimsel yöntemdir. Felsefenin yöntemi ise her zaman bilinçli, tutarlı, sistemli düşünme, spekülasyon veya refleksiyon yöntemi olmaktan ileri gidememiştir.**

Günümüzde bilimsel bilgi nedir? Bilimsel bilgi doğrulanmış bilgidir. Bilimsel teoriler bir kısım titiz yöntemlerle, gözlem ve deneyle elde edilen deney olgularında çıkarılırlar. Bilim görebildiğimiz, işitebildiğimiz, dokunabildiğimiz şeyler üzerine bina edilir. Bilim de şahsi fikirlerin veya tercihlerin ve spekülatif tarzların yeri yoktur. Bilim nesneldir. Bilimsel bilgi, nesnel olarak doğrulandığı için güvenilir bilgidir. Chalmers, yukarıdaki türden önermelerin, modern zamanlarda bilimsel bilgiden ne anlaşıldığını gösteren popüler bir görüşü özetlediğini öne sürer.

Bilim Felsefesi | Mantıkçı Pozitivistler

Mantıkçı Pozitivizm, Viyana çevresinde ortaya çıkmış ve mutlak idealizme karşı durmuş bir Viyana ekolüydü.  Temel fikri, “doğrulanabilirlik anlam kuramı”ydı. Erken dönemde Wittgenstein’in dil üzerine fikirlerinden etkilenmişlerdi. Bir cümlenin anlamı, onun doğrulama yönteminden ibarettir. Burada doğrulama gözlem yoluyla doğrulamaktır. Buna “sınanabilirlik” de denir. Doğrulamacılık kuvvetli bir deneyimci ilkedir; deneyim bilginin tek kaynağı olduğu gibi anlamın da kaynağıdır. Doğrulamacılık ilkece doğrulanabilirliğe işaret eder, pratik doğrulanabilirliğe değil. Ve doğrulanabilirlik ilkesiyle, Mantıkçı Pozitivistler tümevarım yöntemini savunurlar.  Diğer yandan, felsefenin saçmalığını; metafizikle bilimi ayırmanın yollarını aradılar. Felsefenin sadece bilimin yandaşı olması gerektiğini ve dilin mantığını ve işlevini bilim için düşünmelerini salık verdiler.

Bilim Felsefesi | Gözlemlenebilirlik Sorunu

Tümevarım, tikellerden yani tekilliklerden tüme, bütüne gitmeyi amaçlayan bir yöntemdi. Doğrulamacı teori tümevarım problemi dediğimiz klasik problem ile doğrudan bağlantılıydı. Hume’un formüle ettiği şeklinde meşhur tümevarım sorunu şöyleydi: neye dayanarak geleceğin de geçmişe benzeyeceğini iddia edebiliriz? Geçmişte gözlemlediğimiz patternlerin gelecekte de gerçekleşeceğine dair elimizde bir kanıt var mıdır? Gözlemlenen tüm kuğular beyazdır önermesinden kuğular beyazdır önermesi çıkar mı? Bilimde yasalara ulaşılan genellemeler yaparken gözlemlerden yola çıkarak genelleme yapıyoruz, öyle ise bilimsel yasaya nasıl ulaşabiliriz? Bilimdeki önkabuller, ya yanlışsa, ya deneylerimiz ve gözlemlerimiz, yanılma deneyleriyse? Bir gözlemcinin gördüğü şey, yani bir nesneye baktığında gözlemci geçirdiği görme tecrübesi, kısmen onun geçmiş tecrübesine, bilgisine ve beklentilerine bağlıdır. Gözleme dayalı bilim mümkün müdür?

Klasik bir döngüsel cevap: Bu zamana kadar deney ve gözlemle elde edilen yasalar işe yaradı, demek ki deney ve gözlem işe yarıyor(?) Sahiden yarıyor muydu? Tümevarımın pek çok durumda işlediği gözlemlenmişti. Mesela, laboratuvar deneylerinin sonuçlarından tümevarımsal çıkarımla optik yasaları, optik araçlarının dizaynında ve pek çok durumda uygulanmış ve bu araçlar yeterli ölçüde görev yapmışlardır. Pekala öyleyse, pandemi zamanında icat edilen aşıların sorumluluğunu, neden onu üretenler veya tedarik edenler almıyorlar ve biz herhangi bir sorundan mesul değiliz diye belge imzalatıyorlardı? Laboratuvar ortamlarında ne kadar denense de, sayılı sayıda canlılar üzerinde deneniyordu ve bir varsayımda bulunuyordu. Bu deneyden, tüm insanları koruyacak gibi bir kesin bilgiye ulaşamazdınız.

Bir bilginin, güvenilir olması için kaç gözlem veya deney lazımdı sorusu ayrı bir sorundu. Emin olmak için kaç gözlem lazımdı? Çok sayıda gözlemin çok değişik şartlar altında yapılmış olması talebinin belirsizlik ve bulanıklığını da getirirdi. Örneğin, bazı insanlar haklı olarak, doğru tahminde bulunan bir falcıya, gerçekten doğaüstü güçler atfetme eğiliminde olabiliyordu. Bilim ile inancı ayıran nokta neydi? Bir deneyi veya gözlemi deneyimlerken, değişkenlerin gözardı edilmemesi gerekir. Bu değişkenleri, gereksiz veya gerekli karar vermemizdeki temel nedir? Bu durumda, çok sayıda değişkenin gereksiz sayılmasını sağlayacak ilkeler nelerdir? Neyi dışarıda bırakacağımıza teoriye dayanarak karar veririz. Fakat, bunu kabul etmek teorinin, gözlemin kaderini belirlemektir. Ya teorimiz yanlışsa, ya dünya değil de güneş merkezdeyse… Kesin yasa yerine ihtimal bizi kurtarabilir mi? İhtimaller üzerine kafa yoran bilim gerçekten, nesnel ve evrensel olarak nitelendirilebilir mi?

Tüm bu sorular neticesinde bilimin de yanılabileceğini unutmamak için bilim tarihine bakmak önemlidir. Bu farkındalığın oluşabilmesi için, en azından insanlık adına bir çaba içerisindeyken, bilimin metot edebini dogma edinmemek için, bizi şüphe içinde tutması açısından önemlidir. Bilim tarihi ister, pratik gündelik yaşamımızda, ister akademinin veya kurumların fildişi kulelerinde olsun; aklımızı diri tutmak ve dogmalara “bilimsel metot” denilen metot içerisinde bile olsa bırakmamak adına kilit bir noktadadır.

“Bilimsel yaratıcılığın birkaç bireysel dahinin kafasından ziyade, gruplar ve onların kaynakları içinde kök saldığının gösterilmesi, bilim tarihi bilgisinin, bilimi yüce katından alıp halka daha yakın bir yere getirmesini sağlar. Eğer okulda bilim tarihi bilgisiyle desteklenen iyi bir eğitim aldıysanız, büyük ihtimalle bilimsel uzmanların verdiği politik tavsiyeler hakkında sağlıklı bir yargıda bulunabilirsiniz.” -Prof. Dr. Ursula Klein, Max Plank Bilim Tarihi Enstitüsü.

Kimi bilim felsefecisi eleştirileri, fikirlerimiz ve hipotezlerimizin bir inanç ağı oluşturduğunu ve bu ağın, deneylerle bütüncül bir ilişki kurduğunu söyler. Bilim de her zaman doğrudan gözlem olmaz, bilim dünyayı olduğu gibi resmetmez. Elektron, gen, bağışıklık sistemi gibi kavramlar, deney ve gözlem ile değil, teorik olarak üretilerek doğrulanmıştır. Bilim sadece gözlemlenebilir gerçeği mi söyler, yoksa gözlemlenebilir gerçeğin ardındaki esas yapıyı mı açıklar? Mesela Darwin hiçbir türün dönüşümünü kendisi gözlemlemedi ama ipuçlarından genelleme yaparak evrim teorisini buldu. Veyahut örneğin atomaltı alanda gözlemlenemeyen olgular için bilimsellik kriterleri çalışmamaya başlar…

Mantıkçı Pozitivistler ve Popper

Mantıkçı pozitivistler 1950’li yıllarda ne kadar ses getirmiş olsa da, 1960’larda büyük bir düşüşe geçmişti. İndüksiyon (tümevarım) psikolojik olarak bizim için doğal bir tavırdı ama rasyonel bir dayanağı yoktur. Hume’a göre bu sadece bir alışkanlıktır. Kısacası sorun: Deney ve gözlem hep sonlu sayıda ve sınırlıdır, bunlara dayanarak her koşulda geçerli doğa yasalarını nasıl üretebiliriz’di. Veyahut gerçekten üretebilir miydik? Yanıt, Karl Popper’dan gelecekti.

Popper’ın Viyana ekolünden miras aldığı temel sorunlar vardı.

Ayırma sorunu: Popper’in amacı mantıkçı pozitivistlerin üstünde durduğu gibi metafiziği dışarda bırakmak değildi. Onun derdi bilimi sahte bilimden ayırma meselesiydi.

Tüm bilimler için ortak bir metot arayışı: Popper’in cevabı gözlem yoluyla doğrulama değil, gözlem yoluyla yanlışlama teorisiydi.

Bilimsel ilerleme sorunu: Popper’a göre bilim yanlışlama yoluyla ilerler ve böylelikle gerçekliğe daha fazla yaklaşır. Popper’a göre Einstein’in teorisi ideal bilimi temsil eder, Freud ve Marx’ın teorileri ise asla yanlışlanamayacağı için gerçek bilim değildir, sahte bilimdir. Popper’in Bilimsel Araştırmaların Mantığı (1953) eserinde temel amacı, bilimin doğasını açıklamak, bilimsel teoriler ile bilimsel olmayanları ayırabilmek ve bilimi sahte bilimden ayırmaktır. O, pozitivistlerden farklı olarak bilim dışındaki faaliyetleri saçma görerek reddetmez, hatta bilime destek olabileceğini bile düşünür. Ancak bilimi diğer faaliyetlerden kesin olarak ayırmaya çalışır.

Popper ve Bilimin Ayracı: Yanlışlanabilirlik

Popper’a göre bir teori hiçbir zaman gözlemle doğrulanamaz. Doğrulama fikri bir mittir. Gözlemin ve deney ile test etmenin yapabileceği tek şey teorinin yanlış olduğunu göstermektir. Popper’in çözümü, yanlışlamacılık  ilkesiydi. Yanlışlamacılık şöyle diyordu: Bir hipotez, ancak ve ancak, mümkün bir gözlem ile yanlışlama imkanı varsa bilimseldir. Ve bilimsel olabilmek için, bir hipotezin risk alması gereklidir. Eğer teori risk almıyorsa, her türlü olgu ve gözlem ile doğrulanabilmeye devam ediyorsa, o teori bilimsel değildir. Bir teorinin doğru olup olmadığından asla tamamen emin olamayız.

 Newton fiziği, Einstein gelene kadar doğru sayılıyordu. Einstein kendi teorisinin doğruluğu için, şimdilik doğru olduğunu söylüyordu, taa ki bir teorinin gelip onu yanlışlayacağı vakite kadar… Doğa yasalarla işliyordu ancak bunu bilimsel bir yasa halinde öne sürmek, onu mutlak doğru kılmıyordu. Tümevarım sorunu yerine ise Popper, tahmin ve çürütme yöntemini önerir. Bilimsel hipotezler dünyanın gerçekliğini açıklayan cesur tahminler, kestirimlerdir (conjectures). Hipotezleri test ederken, bu tahminleri empirik gözlemler ile deneriz ama teorinin doğruluğuna dair tümevarımsal bir doğrulama yapamayız. Neyin doğru olduğunu değil, ancak neyin artık doğru olmayadığını söyleyebiliriz. Popper’a göre bilim bize kesin doğruları söylemese de ilerliyordu. Yanlışlayarak ilerliyordu ve bu ilerleyiş, kendi biyografisinde söylediği üzere, bitmeyen bir arayıştı.

“Beş duyuyla donatılmış olan insanlık, kendisi etrafındaki evreni keşfetme yolculuğuna çıkar ve bu maceranın adı bilimdir.”

-Edwin Hubble

Bir Teorinin Yanlışlaması Nasıl Olur?

  1. Birinin teklif ettiği bir teoriyi alırız.
  2. Bu teoriden bir gözlemsel tahmin türetiriz.
  3. İyi bir tahmin cesur olandır yani yeni tahminler için en çok risk taşıyandır.
  4. Daha sonra teorinin olacağını söylediği tahmini kontrol ederiz.
  5. Tahmin çürütülürse, teori de yanlışlanmış yani çürütülmüş olur.
  6. Eğer tahmin doğru çıkarsa, söyleyeceğimiz teori doğrulanmış değil, bu teori henüz  yanlışlanmamıştır olmalıdır.

Felsefeye Kalan Bilim Felsefesi

Branşların felsefeden kopuşu, felsefeye çok da bir şey bırakmamıştır. Mantıkçı pozitivistler formel bilim ile deneysel bilimin bir sentezi niteliğindeydi. Bilim ile birlikte Viyana çevresinde pozitivistlerin ortaya çıkışıyla analitik felsefeciler, M. Schlick, R. Carnap, A. Ayer gibi bu akıma ait olan filozoflarla, felsefenin dünya hakkında bir şey söylemediği, onun işlevinin önermeleri analiz etme ve onların anlamlarını açığa kavuşturma olduğu öne sürüldü. Harici herhangi bir yelteniş, felsefeye saçmalıktan başka bir şey bırakmıyordu. Felsefenin önünde iki yol kalıyordu. Ya eskisi metafizik önermeler ileri sürmeye devam edeceklerdi ya da bilim felsefesi olacaklardı. Ki metafiziğin, bilim karşısında sallanması felsefeye bilim felsefesi olmaktan başka bir şey bırakmıyordu. Ortaçağa sinmiş, din ya da hiç bakış açısı, şimdi de mantıkçı pozitivistlerle bilim ya da hiç tutumuna dönüşmüştü.

Doğa Araştırmaları ve Perspektivizm |  Nietzsche

Nietzsche gerçek ve görünen dünya ayrımının saf bir kurgudan oluştuğunu iddia eder. Clark’a göre, Nietzsche’nin kalıcı bir şeyin olduğunu söylemenin gerçekliği yanlışladığı fikrini öne sürmesinin altında yatan en temel varsayım, onun duyumun çokluğuyla gerçekliği özdeşleştirmesidir. Bu nedenle görünüş ve gerçek olan birbirinden ayrı ele alınmamalıdır. Görünüşün kendisi gerçekliğe aittir ve onun varlığının bir biçimidir. Nietzsche doğada olan bazı şeylerin, aslında insandan bağımsız düşünülemeyeceğini söyler. Buna göre, doğayla ilgisinde ele alınan bazı kavramlar, onları problem edinen kişiden bağımsız olarak varolamazlar. Doğa araştırmalarıyla bağlantısı içerisinde, madde, atom, yerçekimi, basınç gibi mekaniğe dayalı bir teorinin bütün çeşitlemeleri bir olgu değil, fiziksel kurgulamaların desteklemesiyle elde edilen yorumlamalarıdır.

 Belki de neden ile etki gibi bir ikilik hiç yoktur. Aslında biz parçaları sürekli olarak çiftler halinde düşünmekteyiz; bu yüzden de neden ve etki gibi bir bağ kurmaktayız. Ona göre, birlikte birçok etkinin öne çıktığı birdenbirelik yolumuzu şaşırtır. Bu birdenbirelik anında, gözümüzden kaçan sonsuz sayıda süreç vardır. Neden ile etkiyi gelişigüzel bölümler, parçalanmalar olarak değil bir süreklilik, bir oluş olarak görebilen anlama yetisi, neden-sonuç kavramını tanımayacak, bütün koşulluluğunu yadsıyacaktır. ****

Zira yorumlamanın önemime vurgu yapan Nietzsche’ye göre, olan biteni olduğu gibi aktaran değil, olan biteni yorumlayan filozof (bilim insanı?) eksiktir veyahut fazladır. Yapılanı dar bir perspektiften yorumlayan ahlaksal değerlendirmeler belirli psikolojik koşulların belirtisi olarak yorumlamalardır. Belki de Nietzsche’nin övdüğü, çekiçle felsefe yapmak işlevini, doğa filozofları, bugün ki ismiyle bilim insanları kendi düşünüş ve araştırma yöntemlerine de uygulamalarıdır. Bilim edebinin ahlaki, yöntemsel (bu çağ, fazla bir matematikleştirme sevdalısı) fikirsel birikimselliğinin belki de arada bir dışına çıkmalıdır.

“Olaylar hakkında iyi şeyler düşünebilmem için uzak perspektiflere ihtiyacım var.” -Nietzsche, Tan Kızıllığı

Kaynakça:

*Peter Godfrey- Smith | Kuram ve Gerçeklik, Bilim Felsefesine Giriş

**Ahmet Cevizci – Felsefeye Giriş, 26.Baskı

***Karl Popper-Bilimsel Araştırmanın Mantığı

****Ali Taşkın, Metin Becermen – Felsefe tarihi II: Rönesans, Yeniçağ ve XIX. Yüzyıl Felsefesi Tarihi, sentez yayınları

*****Nietzsche, F. (1997) Tan Kızıllığı, Ankara: İmge Yayınevi, s.485

******İTÜ-Bilim ve Teknoloji Tarihi 2019, sayı 84