Batı Felsefesi,  Felsefe

Rene Descartes ve Cogitosu – “Ya Rüya Görüyorsam?”

Rene Descartes (1596)

Modern Felsefe’nin kurucusu olarak kabul edilen Rene Descartes 17. yüzyılda ortaya çıkmış Fransız bir düşünürdür.  İdeler kuramı, yöntem olarak kuşkuculuğu, düşünsel etkinlikleriyle ortaya attığı argümanlar, Kartezyen düalist anlayışı ve cogitosuyla yeni bir çağın vesilesi olacaktır.

O’nun felsefedeki yerinin önemi;  “ya öyle değilse” sorusunu sorup, kendine has bilgi edinme yolunu oluşturmasıdır.  Rönesans’la birlikte Skolastik felsefe zayıflamış ve doğru diye bilinen bilgiler yıkılmıştır. Descartes yüzyıllar boyunca süregelen bilginin yanlışlanmasıyla neyin var olup olmadığını ve doğru bilgi yöntemlerini; şüphe yöntemiyle yeniden değerlendirmeye kalkışmıştır. Böylelikle yanılsamaları, yanlış bilgileri veya bizi kandıran kötü ilahi varlıkların sanrılarını eleme yöntemiyle askıya alıp, doğru bilgiye yaklaşılabileceğini söyleyecektir.

“Eğer birinin sepet dolusu elması varsa, bazıları da çürümeye başlamışlarsa, çözüm bütün sepeti boşaltarak, sepetin içine yalnızca iyi olanları koymaktır. Bu metot inançlara uygulandığı zaman, şüphe edilecek her şeyden şüphe etmektir, ta ki edilemeyecek bazı şeyleri bulana kadar!”

Rene Descartes ’in Yöntem Olarak Kuşkuculuğu

Descartes’e göre öncelikle çürümüş ve bozuk olan yargıları ayıklayıp, zihinsel bir arınma yaşadıktan sonra edindiğini sandığı bilgilerin doğruluğuna ulaşmak için kuşkunun kullanılması gereklidir. Septiklerin doğru bilgi yoktur ve bilinemez kuşkuculuğundan farklı bir yaklaşımdır bu. Doğru bilgiye ulaşmada edinilen tüm verileri masaya yatırıp, tarafsızca üstüne düşünülmesi gerektiğini savunduğu bir yönelimdir. Descartes, zihninde beliren her türlü düşünceye “ide” adını verir. Bu kavram Platon’un idea’sından farklıdır. Platon’un kullandığı anlamda idea’da olduğu gibi hakikati belirten bir terim değildir, Descartes’in ideleri. Zihninde beliren, düşünülen, duyumlanan, imgelenen şeylerin hepsine “ide” demiştir.

Descartes’in Argümanları

Descartes araç olarak şüpheyi kullanır ve tüm ihtimalleri göz önünde bulundurarak apaçık olan bilgiye ulaşmaya çalışır. Apaçık olana giderken de çeşitli argümanlar ortaya atacaktır.

“Bütün bir yaşantımız niçin sürekli bir düş olmasın?”

Onu bu kadar kuşkuyla yaklaşıma zorlayacak ihtimaller ise şunlardır;

Rüya argümanı: Descartes öncelikle bir rüyada olma ihtimalimizi ortaya atar ve değerlendirir. Eğer biz bir rüyadaysak ve bu rüya fazlasıyla bize gerçek gözüküyorsa; ancak biz deneyimlerimizi, düşündüklerimizi, yaptıklarımızı rüyamızda yaptığımızın farkında değilsek… Biz böyle bir ihtimalin içindeysek bile bunun farkında olmayabiliriz. Ve bu farkında olamayış bizi doğru olana götüremez. Descartes bu argümanı ortaya atarken delilik ihtimalini bertaraf etmiştir. Ona göre sanrıların içinde yaşıyor olabiliriz. Ve bu sanrılar “delilik” adı altında edinilen sanrılar değildir. Yani rüyamızda gördüğümüz, düşündüğümüz, yaptığımız şeyler bize gerçek gibi gelir ancak biz bunun sanrı olduğunun farkında ol’a’mayız. Ve böylelikle ister istemez apaçık bilgiden uzak bir tutumda oluruz.

 “Hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü?”Matrix

Kötü Cin Hipotezi: Ya kötü bir cin veya bizden üstün aldatan bir varlık varsa ve bizi sürekli yanıltıyor, farkına varamayacağımız şeylerin içine sürüklüyorsa…  Descartes’e göre böyle bir güç varsa eğer, o bizi sürekli ve sistematik olarak yanıltabilir, hakikate ulaşmamıza engel olabilir.

Descartes apaçık bilgisine ulaşana kadar da bu kötü cin hipotezini baz alarak düşünsel etkinliğini sürdürecektir. Duyularımızla elde ettiğimiz bilgileri-örneğin;  bir yemeğin tadının ekşi olduğunu sanmamı- kötü bir cin sağlıyor olabilir. Ya da yürüdüğümü, koştuğumu, sevindiğimi, ağladığımı…

Descartes’in Ego’su

Rene Descartes her şeyden şüphe duyar. Ancak bir şeyden değil: Düşünmek! Biz ne kadar sanılarımızın içinde yüzüyor olsak da, bedenimiz gerçek olmasa da, yanılgılarımızın mekanı olarak bir şey olmalı. Yemeğin tadına güzel diyebileceğimiz, kahvaltı yaptığımızı veya yürüdüğümüzü düşündüğümüz bir alan olmalı. Descartes’e göre bu alan zihin yani akıldır. Bu yönüyle Descartes, rasyonalist bir filozoftur. Ona göre kötü cinin bizi kandırabilmesi için kaçınılmaz bir “ben” bulunmak zorundadır. Descartes’in varlık olarak gördüğü tek şey “ego”dur yani “ben”dir. Onun ben’iyle düşünce, varlık aynı şeydir. Ve onun kuşku duymadığı tek şey olarak ben’i sahneye almasından sonra felsefesini oluşturmaya başlayacaktır.

Descartes doğru bilgiye ulaşmak için; üç ilke, kuraldan bahseder. Apaçıklık kuralı, analiz kuralı (parçalara ayırmak), sentez ya da sayma kuralı.

Rene Descartes ’in Cogitosu; “Düşünüyorum, o halde varım!”

Rene Descartes’e göre doğru olan bilgiye ulaşmanın yolu, kuşku yöntemidir. Ve doğruluk ölçütü ona göre; açık ve seçik olandır. Apaçık olan bilgi, doğru bilgidir. Bu apaçıklığa sahip ve kuşkuyla bile çürütülememiş tek bilgi Descartes’e göre cogito’dur. Her şeyden kuşku duyulabilir ancak tek bir şeyden kuşku duyulamaz. Rüya argümanı ve kötü cin hipotezi doğruysa bile emin olduğu tek şey kendidir. Rüya görebilmek içinde, Tanrı tarafından yanıltılabilmek içinde bir özneye ihtiyaç vardır. Düşünen bir töz! Bunun üzerine şunu söyler; “Düşünüyorum o halde, varım!”

Kartezyen Felsefesi ve Düalizm

Descartes’in felsefesi, Kartezyen felsefe olarak da bilinir. Kartezyen felsefenin ise; en önemli içeriği düalizm anlayışıdır. Descartes ruhu ve bedeni, Tanrı ve doğayı iki ayrı unsur olarak değerlendirmiştir. Ruh ve beden birbirinden tamamen ayrı iki tözdür. Zira Tanrı ve doğa da birbirinden bağımsızdır. Hepsi ayrı ayrı birer tözdür. Ve bu ayrı tözlerin birbiriyle hiçbir bağlantısı yoktur.

  • Tanrı – Doğa düalizmi; Tanrı yaratılmamış bir töz olarak evrenin dışındadır. Doğada tanrıdan bağımsızdır. Cansız mekanik bir işleyiş olarak edilgen bir alandır.
  • Zihin- beden düalizmi; Zihnin özü düşünce, bedenin ise; mekanda yer kaplamaktır. Zihin, bedenden bağımsız bir töz olarak var olabilir. Çünkü beden bölünebilirdir ancak ruh bölünemez ve bu durumda beden bölünse de ruhtan bir şey eksilmeyecektir.

Kartezyen felsefesine yöneltilen eleştirilerde ruh ve beden ayrımı olacaktır. Çünkü Descartes ruh ve bedenin hiçbir şekilde birbiriyle bağlantısı olmadığını söyler. Ve “Meditasyonlar” eserinde bu ayrımı yaparken, ‘nasıl olur da elimizi kestiğimizde acı duyarız’ sorusuna net olarak bir cevap koymamaktadır.

 Duygular; ruha tabiidir. Bedende gerçekleşen şeylerin nasıl duygu olarak ruhta belirdiğine ilişkin Descartes kısaca günümüzdeki “epifez bezini” ortaya atmıştır. Bir diğer ruh ve bedenin etkileşimini sağladığı fikrini Kartezyenci  Aranedenciler sunmuştur. Ve bu etkileşimi sağlayanın “Tanrı” olduğunu söyleyip, Descartes’e atfetmişlerdir. Ancak Kartezyen düalizminin bu ayrımı günümüzde özellikle zihin felsefecileri tarafından hala tartışılmaktadır…

Kaynakça:

  • 17. Yüzyıl Felsefesi – Ahmet Cevizci
  • Batı Düşüncesindeki Dönüm Noktası – F.Capra
  • Tartışılan Modernlik – Tulin Bumin
  • Gençler için Batı Felsefesi – Luc Ferry