Schopenhauer Felsefesi ve Etkisi
Batı Felsefesi,  Felsefe

Schopenhauer ve Acı Felsefesi | “Dünya Benim Tasarımımdır”

Schopenhauer, Arthur (1788-1860) Alman irrasyonalizminin temsilcisi olan, kötümserliğiyle ünlü; Kant, Budizm, Upanişadlar’dan etkilenmiş ve Nietzsche’yi fazlasıyla etkilemiş filozof.  İrade ve tasarım olarak dünya, estetik idealizm, karamsarlık, merhamet ahlakı felsefesinin güçlü çizgileridir.

“Yeryüzünden gelmiş geçmiş düş talancılarının en büyüğü… Kül yutmaz bir ehlikeyf olan o, inançları, umutları şiirleri ve ham hayalleri altüst etti, özlemleri yıktı, insanlarda ne güven bıraktı ne başka bir şey, sevgiyi öldürdü, ideal kadın tapıncını yıktı, kalplerdeki hayalleri yıktı, hiç görülmemiş bir kuşkuculuk tohumu ekti. Alaycılığının ayak basmadığı tek bir yer kalmadı, her şeyin içini boşalttı.” -Maupassant, Bir Ölünün Huzurunda

Maupassant , alaycı ve gülünç bir Schopenhauer portresi çizdiği “Bir Ölünün Huzurunda”, duygularını böyle ifade eder. Gerçekten de birçok yorumcu, filozofa dair hoşgörüden çok uzak yorumlarda bulunmuşlardır: “Ümitsizlik simyacısı”, “tam bir bozguncu”, “sonluluğun kül yığını üzerinde oturan hayal mahsulü bir Eyüp”, “manyak, iğneleyici, insandan kaçan, basit bir rantiye”. Eserlerine saygı gösterdiklerinde bile, genelde, bu “tabldot Budisti”nin (J.Bourdeau) davranışlarıyla savunduğunu ileri sürdüğü ahlak arasında mevcut derin farklı vurgulamaktan geri kalmazlar.

Schopenhauer ’un Etkilendikleri | Upanişadlar, Budizm ve Kant

O’nun felsefesi, Hint Felsefelerinin batılı varyasyonu niteliğindeydi. Upanişadların idealist ve fenomenolojik tutumuyla epistemolojik ve ontolojik felsefesini inşa etmiş, Budizm’in acı felsefesiyle ise yaşama karşı kavrayışını ortaya koymuştu. Schopenhauer Upanişad’la birlikte Hint kültürü ve aydınlanma çerçevesi içinde şunları söyleyecektir;

“Bizim dinimiz Hindistan’da ne şimdi, ne de ileride asla kök salamayacak; insanoğlunun ilkel irfanı Galileo’nun buluşlarıyla rafa kalkmayacak. Tersine, Hint irfanı Avrupa’nın üstüne doğru geri akacak ve hem bilme, hem de düşünce tarzımızda köklü bir değişim meydana getirecek.”

Schepenhauer, Kant’ın fenomen-numen fikrinden fazlasıyla etkilenmişti. Schopenhauer, felsefi yaklaşımında, bilen özneye mutlak bir öncelik verdi. O, Kant’ın mirasçısıdır: Kendi başına asla gerçekten bilinemeyen dünyayı bilme ve kavrama kapasitesi, tümüyle öznede toplanmıştır. Filozofun temel eserinin daha ilk cümlelerinde belirttiği gibi, tüm gerçeklik ancak öznede, öznenin tasarımında var olabilir:

“Dünya benim tasarımımdır… İşte yaşam ve bilgiyle donanmış her şeye uygulanabilecek bir hakikat.”

Sonuç olarak, gerçek değere sahip olan yalnızca, şeylerin öznel olarak kendilerini açığa vuruşlarıdır. Schopenhauer, Kant’ın cümlesini aktarır. Bu cümleye göre, düşünen öznenin ortadan kalması dünyanın yok olmasına yol açar, çünkü dünya öznenin duyarlılığı aracılığıyla algıladığı fenomenden, dolayısıyla öznenin tasarımından başka bir şey değildir.

İrade ve Tasarım Olarak Dünya | Schopenhauer

Schopenhauer’un en önemli kitabı “İrade ve Tasarım Olarak Dünya” ilk olarak 1818 yılında yayımlandı; fakat eser üzerinde yıllarca çalışmaya devam ederek 1844 yılında çok daha uzun bir versiyonunu ortaya koydu.

Eserinin merkezindeki temel fikir oldukça yalındır. Gerçekliğin iki yüzü vardır. Gerçeklik hem irade hem de tasarım olarak var olur. İrade, var olan her şeyde mutlak surette bulunan “kör bir itici güç”tür. Bitkileri ve hayvanları büyüten enerjidir; aynı zamanda, mıknatısların kuzeyi göstermesini ya da kimyasal bileşenlerde kristallerin oluşmasını sağlayan kuvvettir. Doğanın her bir parçasında mevcuttur. Diğer yüz ise, yani tasarım olarak dünya, bizim deneyimlediğimiz haliyle dünyadır.

Tasarım olarak dünya, zihinlerimizde kurduğumuz bir gerçeklik inşasıdır. Kant’ın fenomenal dünya dediği şeydir bu.  Duyularınız aracılığıyla deneyimlediğiniz, tasarım olarak dünyadır. Zihniniz, deneyiminizi tüm bunlara bir anlam verecek şekilde düzenler.

“Doğa, kendisininkiyle karşılaştırıldığında hiç önemi olmayan, kısa bir süre için bireylerin kalmasına izin verir, sonra da yeni yer açmak için buruşturur, atar onları.”

Schopenhauer ve Kant

Kant’a göre numen alanına erişim söz konusu değildi. Onunla ilgili bilgi sahibi olamazdık, biz ancak onların görünümlerini bilebilirdik. Schopenhauer, Kant ile bu konuda ayrı düşecekti. Bir diğer farklılıkları ise Kant’ın gerçekliğin birden fazla parçası olabileceği konusundaki görüşüydü. Schopenhauer ise bunun aksini düşünüyordu. Gerçeklik bölünemezdi. Çünkü böyle bir bölünme uzay ve zamanı gerektiriyordu. Oysa ki Kant’a göre uzay ve zaman gerçeklikte var olmaktan ziyade, bireysel zihnin katkısıyla var oluyordu. Bunun yerine Schopenhauer, İrade olarak dünyayı, olan her şeyin arkasındaki tek, birleşmiş, yönsüz bir kuvvet olarak tanımladı. İrade olarak bu dünyayı biz, kendi eylemlerimiz ve sanatı deneyimlememiz aracılığıyla bir an için görebilirdik.

“Hakikat, onu arzu etmeyenin boğazına sarılan bir fahişe değildir. Hatta o kadar çekingen bir güzeldir ki, onun için her şeyini feda etmiş olan bile onun lütfundan emin olamaz.”

Schopenhauer | İrade Kavramı

Schopenhauer’e göre, bedenimizi hareket ettirme deneyimimizin içsel bir yanı vardır; bu, genel anlamda fenomenal dünya deneyimimizden daha farklı biçimde hissedebileceğimiz bir şeydir. İrade olarak dünyayı doğrudan deneyimlemeyiz., ancak istemli eylemlerde bulunduğumuzda, bedensel eylemlerde bulunmayı isteyip gerçekleştirdiğimizde ona çok yaklaşırız. Bu nedenle, gerçekliği tarif etmek için “İrade” sözcüğünü seçmişti.

Fakat sadece insan söz konusu olduğunda bu enerjinin bir şeyi istemli olarak yapmakla bağlantısı vardır. Bitkiler istemli bir şekilde büyüyemezler, kimyasal reaksiyonlar istemli bir şekilde gerçekleşmez. Dolayısıyla irade “İrade” sözcüğünün burada alışıldık anlamından farklı bir şekilde kullanıldığını fark etmek mümkündür.

Biri bir şey istediği zaman, zihninde bir amaç vardır: Bir şey yapmaya çalışıyordur. Fakat Schopenhauer’un gerçekliği İrade olarak dünya düzeyinde tanımlandığında kastettiği şey bu değildir. İrade amaçsızdır ya da zaman zaman söylediği gibi “kör”dür. Belirli bir sonuç elde etmeye yönelik değildir. Bir amacı ya da hedefi yoktur. Bir şeyleri bilinçli isteme edimlerimizde olduğu kadar, her doğal fenomende de mevcut olan büyük enerji dalgalanmasıdır. Schopenhauer’e göre ona yön verecek bir tanrı yoktur. Ne de İrade’nin kendisi Tanrı’dır. Tüm gerçeklik gibi insanda bu anlamsız kuvvetin bir parçasıdır.

İradenin Kopyası | Sanat

Yine de hayatı katlanabilir kılan bazı deneyimler vardır. Bunlar çoğunlukla sanattan gelir. Sanat, kısa süreliğine de olsa, sonsuz çabalama ve arzu döngüsünden kaçınabileceğimiz sakin bir durak sağlar. Bunu en iyi yapan sanat dalı müziktir. Schopenhauer’e göre bunun böyle olması, müziğin bizzat İrade’nin bir kopyası olmasından kaynaklanır. Schopenhauer’a göre bu, müziğin bizi böylesine derinden etkileme gücünü açıklar.

“Dünya hiç olmasaydı bile müzik var olurdu.

Örneğin, “Gary Moore – Still Got The Blues” solosunu doğru ruh halindeyken dinlediğinizde yalnızca duygusal açıdan uyarılmazsınız: Gerçekliği olduğu haliyle bir an için görürsünüz. 

“Cinsel birleşmedeki esrime hali. İşte bu! Her şeyin gerçek özü ve nüvesi bu, varoluşun amacı ve hedefi.”

Merhamet Ahlakı | Schopenhauer

Schopenhauer sadece gerçekliği ve onunla olan ilişkimizi tasvir etmedi. Ayrıca nasıl yaşamamız gerektiğiyle ilgili görüşlere de sahipti. Hepimizin tek bir enerjinin parçası olduğumuzu ve bireylerin tasarım olarak dünya seviyesinde yaşadığını fark ettiğimizde, bunun yaptığınız şeyleri değiştirmesi gerekir.

Schopenhauer’e göre diğer insanlara zarar vermek, kendine zarar vermektir. Tüm ahlakın temelidir bu. Hint felsefelerinin ve dinlerinin de temelini oluşturan bir ahlaktır bu. “AHİMSA”. Hiçbir canlıya zarar vermeme ilkesi.

Şayet eğer bir canlıyı öldürürsem, hepimizi birleştiren yaşam gücünün bir parçasını da yok etmiş olurum. Kişi bir başkasına zarar verdiğinde bu, Ouroboros yılanı gibi kendi kuyruğunu ısırmaya benzer… Schopenhauer’ın ideal ahlakı, kendi pratik yaşamına sinmiş olmasa da teorik düşüncesinde “merhamet ahlakı”dır.

“Hayvanların hakları olmadığı ve onlara davranışımızın ahlaken önemsiz olduğu iddiası Batı barbarlığının ve ilkelliğinin mükemmel bir örneğidir. Ahlakın yegane garantisi evrensel merhamettir.”

Arzu ve Acı – “Hayat acılarla dolu ve hiç doğmamış olmak daha iyi olurdu.”

 İrade’den nasibini almış yaratıklar olarak hepimiz kısır bir döngünün içindeydik. Sürekli bir şey istiyor, onları elde ediyor, daha sonra başka şeyler istemeye başlıyorduk. Bu durum ölünceye kadar son bulmuyordu. Adeta yürüyen arzulardık. Arzunun getirdiği doyumsuzluk, acının en baskın sebebiydi. O’na kendimizi kaptırmak yerine, Schopenhauer,  arzu döngüsünü kabullenmek için Doğu çilecilerinin yöntemini öne sürüyordu.  Ona yakalanmamak için basitçe dünyaya tamamen yüz çevir ve bir çileci ol: Yoksul ve iffetli bir hayat sür!

Hayatının son dönemindeki hiçbir insan, samimiyse ve bütün melekeleri yerindeyse, her şeyi yeniden yaşamak istemez. Bunu yapmaktansa tamamen yok olmayı tercih eder.

Batı ve Doğu’nun Vücut Bulmuş Hali| Schopenhauer

 Kendi yaşamı göz önüne alındığında merhamet ahlakı ve çilecilik fikirleri ölümüne çelişir gibi gözükür. Schopenhauer adeta doğu ile batı düşüncelerinin farkının vücut bulmuş halidir. Batı’da teoriyi inşa etmede ve kavramlarla sözcüklere dökmede hiçbir sorun yoktur. Ancak çoğu batı filozofu kendi ortaya koydukları felsefi sistemle pratik yaşantılarında çelişir.

Batı, felsefesini şüphesiz topluma mæl etmek için kavramlarla kurar. Doğu ise, pratikte felsefi düşüncesini inşa eder. Bu yüzdendir ki, Hint düşünce tarihi araştırmacıları, kazıya kazıya Hint düşüncelerinin arkeolojisini yapmaya çalışırlar. Sözcüklere dökülmüş düşünceler kısıtlıdır.  Amaç, geleceğe kavram bırakmak değildir –ki yine de 52 harflik en zengin alfabelerden biriyle ister istemez yapmışlardır- , kendi pratik yaşantısını dönüştürmektir. Düşünceyi geleceğe ötelemek değil, bugünde kullanmaktır. Sonuç olarak Batı, her şey olanın, nedenin ne olduğunu araştırıp, fikir dizgileri ortaya koyarken, Doğu her şey olmanın, bir olmanın, nedenin kendisi olduğunun idrakine varır. Ve tüm yaşantısını buna göre düzenler.

Yine de, “İnsan onu sonuna kadar dinlediğinde,” der Kuno Fischer, “ona hak verip vermemek konusunda kuşkuya düşebilir; ama kesin olan bir şey varsa o da asla unutulmayacağıdır.”

Kaynakça:

  • Edouard Sans-Schopenhauer, Dost Yayınevi| Kültür Kitaplığı (35)
  • Nigel Warburton – Felsefenin Kısa Tarihi, Alfa|Felsefe
  • Batı Felsefesi Tarihi-Bertrand Russel, Alfa|Felsefe