Camus Felsefesi
Batı Felsefesi,  Blog,  Felsefe

Camus Felsefesi ve İntihar | Şimdinin Cehennemini Yaşamak

Camus Felsefesi ve Sisifos Söyleni.

Şimdi’nin cehenneminde, sıvışmadan absürdü yaşamak…

Albert Camus’un felsefesindeki en önemli üç kavram “intihar, idam ve cinayet”tir. Camus, intihar konusunu “Sisifos Söyleni” adlı metninde ele almaktadır. İdam ve cinayet kavramlarını anlayabilmek açısından intihar kavramı kilit bir noktada durmaktadır.

“Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.” -Sisifos Söyleni, Camus

Uyumsuz ve İntihar

Felsefe tarihinde “intihar” meselesinin en önemli ve en temel felsefi konu olduğunu söyleyen Camus’dür. Yaşam, sahiden yaşamaya değer midir? Ona göre felsefe, yaşamın yaşamaya değmez olduğunu söyledikten sonra başlamaktadır.

Hiçbir düşünce için, hiçbir hakikat için hayatına son vermeye değmez. Çünkü bir şeyin hakikat olduğuna inanıyorsak bu hakikat zaten bir gün ortaya çıkacaktır. Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır. Durum böyleyken insan neden bir hakikat uğruna intihar etmektedir?

Herhangi bir düşünsel hakikat için olmayıp, sadece yaşamın anlamsız olduğunu düşünüp; intihar eden insanların sayısı da hiç az değildir. Bu durum Camus’a göre üzerine düşünülmesi gereken bir konudur. Kimi insanlar da bazı düşleri ve düşünceleri kendileri için bir yaşama nedeni olarak görür. Bu düşler ve düşünceler ortadan kalktığında bunların ortadan kalmasını bir ölüm nedeni olarak görürler. Camus için tüm bu örnekler olumsuz birer örnektir.

Cinayet

“Yaşam anlamlı mıdır, değil midir?” sorusunun Camus açısından önemli olmasının sebebi; kişiyi başkalarını öldürtmeye götürmek ile bir kişinin yaşama sevincini on katına çıkartmak arasındaki bir çizgidir. Yaşamın anlamsız olduğunu söyleyip kişiyi yaşama bağlayan hakikatler ve düşler ortadan kalktığında kişi bir karar verme çizgisine gelir ve intihar etmesi gerekir. Bunu yapamayan tabiri caizse korkak insan, kendine değil de bir başkasına kıyar. Cinayet işleme yoluna girer. Ona göre cinayet meselesinin çıkış noktası burasıdır.

İntihar edemeyen insan, cinayet işleme yoluna gider.

Yaşamın değer olduğunu düşünüp, buna göre hareket eden insanlar ise başkalarının yaşama sevincini on kat arttırmaktadır. İntihar meselesi, bu yüzden önemli bir konudur. Ancak yaşamın yaşanmaya değer olup olmadığı sorusu akılsal ve mantıksal açıdan ele alınmamalıdır. Bu soru; samimiyet, coşkunluk, açıklık, alçakgönüllülük ve bu alçakgönüllükten doğan “dürüst” bir düşünce tutumu ile değerlendirilmelidir.

Bireysel ve Felsefi Bir Olgu Olarak: İntihar

Düşünce tarihinde intihar olgusu toplumsal olarak değerlendirilirken; Camus’a göre bireysel ve kişiseldir. Sisifos Söyleni’nde Camus, intiharın birey ile arasındaki bağı göstermeye çalışır.

Bireyin intihar ile olan ilişkini ele alırken; bu sürecin sinsi bir şekilde ilerleyebileceğini söyler. Bu sürecin başlangıcında bir kurtçuk (intihar düşüncesi) içeriden büyümeye başlar. Bu sürecin yavaş yavaş başlayıp, yüreğin sessizliğinde büyüyen başyapıtı, bu ölümcül oyunu izlemek ve anlamak gerekir. Toplum ise, bu sürecin son aşamasında devreye girmektedir.

“Kendini öldürmek, bir anlamda, melodramlarda olduğu gibi içindekini söylemektir. Yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir.” -Sisifos Söyleni, Camus

İntihar eden kişinin onu intihara sürükleyen en etkili nedeni göstererek, bu yüzden intihar ettiğini söylemek yanlıştır. Böyle bir tutum intiharın nedenini anlamaktan bizi uzaklaştırır. Bu görünen neden sadece bardağı taşıran son damladır. Bu da genellikle dışarıdan yani toplumdan gelir. Camus’a göre ise, bireyin ona uygun yapısı önceden oluşmuştur. Bu yüzden Camus’a göre intihar, bireysel ve felsefi bir olgudur.

Camus, intihar güzellemesi yapmaz. Ve onun için hiçbir şey intiharı haklılandıramaz. Kendini öldürmek; çabalamaya değmez demektir. Camus’a göre; elbette yaşamak kolay değildir. Yaşamak mücadele gerektirir. Ona göre; bireyi intihara götüren nedenlerden biri de yaşamın alışkanlıkları ve yaşamın tekdüzeliğidir.

Yabancı | Camus

Bu dünyada kendimizi yapayalnız hissettiğimizde “yabancı” oluruz. İnsan hassas bir varlıktır. Kurdun her an farkına varmadan yüreğine düşebilecek bir yapıdadır. Bu kurtçuk, bizim içimizde bize yabancı bir şekilde büyür. Camus’a göre kişinin kendini bilmesi; içindeki yabancıyı tanıması ve onunla ilişkisi ile ilgilidir. Bunu da ancak “absürt”ü yaşamakla sağlayabiliriz. İntihar ettiğimizde o yabancıyı da öldürmüş oluruz. Ona göre; ancak dürüst kişi kendinden bağımsız ama yine de kendine ait o kurtçuk ile tanışabilir. Kişinin kendi ile bağının kopmasından yabancı, uyumsuz, absürt ortaya çıkar.

Camus’a göre, yaşamın anlamının sorgulandığı an kişinin kendini tanımaya ve bilmeye başladığı “an”dır. Bu eşik ona göre çok yaratıcı ve üretken bir dönemdir. Dürüst insan, kendi kendiyle uzlaşmaya hazır insan; yaşamın anlamsız olduğunu söyleyip, intihara karar verdiğinde kişi için iki tane seçenek vardır: Ya bu inancına uygun olarak eyleminde intihara “evet” demeli ya da “hayır” demeli.  Camus’a göre bir de eşikte duran insanlar vardır. Yaşamın değerini ve anlamını sık sık sorgulayıp, eşikte duranlar…

Sıvışma ve Umut

Uyumsuzu yaşayan insan intihar etmeli mi?

Camus’a göre böyle bir durumda intihar etmeyi seçsek bile bu kolay kolay eylenebilecek bir şey değildir. Çünkü onun saptamasına göre bedenin akıl ile ilişkisinde akla büyük bir üstünlüğü vardır. Beden, yok oluş karşısında geriler. Akıl her ne kadar intiharın mantıklı olduğunu düşünse de intihar etme konusunda adım atamaz.

“Yüreğin çığlığı karşısında akıl güçsüzdür.” -Sisifos Söyleni, Camus

Özetle, bedenin akıldan daha güçlü bir direnci vardır. Ve beden yok oluş karşısında direnmesini haklı çıkarmak, “sıvışmak” için bir şeyler ortaya koyar. Kişi, sıvışma durumdayken mantıklı bir şeyler ortaya koymaya çalışır ve buna da umut denilebilir. Camus için umut, intihar eyleminde bulunmaktan daha kötü bir şeydir. Bunun sebebi ise, umut eden kişinin bugün de yaşamamasıdır. Kişi umut ettiğinde hep o umut ettiği şey de yaşamaktadır. Umudun olduğu yerde ölümcül bir sıvışma söz konusudur. Bu beden yaşıyor gibi görünürken ruhun ölümüdür. Umut ve öte dünya inancıyla yaşamın gerçeklerinden kaçmak, sıvışmak yaşama ihanettir.

Uyumsuz Akıl Yürütme

Camus’a göre; insan yaşamın anlamsız olduğunu düşünse bile intihar etmek zorunda değildir. Anlamsızlık, umut olmadan da temellendirilebilir. Ancak bu mantıksal bir akıl yürütmeyle mümkün olmaz. Camus’un önerdiği “uyumsuz akıl yürütme”dir. Absürt akıl yürütme ile anlamsızla baş edebiliriz. Böylesi bir akıl yürütme duyumsadığımız, dürüst ve hissettiğimiz bir akıl yürütmedir.

Ona göre yaşam denilen tragedyanın üç kahramanı vardır: İnsan (akıl), dünya (aklın dışındaki dünya) ve uyumsuz (insan ile dünya arasındaki karşıtlıktan doğan uyumsuz). Uyumsuz uslamlama tam da bir yanıyla akıl bir yanıyla da uyumsuzdur. Bedenin de devreye girdiği bir akıl yürütmedir.

Eşiğe Gelenler | Camus

Camus için yaşamın anlamsızlığı söz konusu olduğunda felsefe bize yol gösteren biricik dostumuz, yoldaşımız olarak ortaya çıkar. Yaşamın anlamsız olduğu kararının verildiği eşik, ıssız ve susuz bir yerdir. Burada artık hiçbir akıl yürütme işlemez. Bazı filozoflar bu eşiğe kadar gelmiştir. Ancak bu eşikten çıkmak için fazla acele etmişlerdir. Sıradan insanlar ise bu eşiğe geldiğinde daha ziyade bedensel intiharı gerçekleştirmektedirler. Filozoflar ise bu eşiğe geldiğinde düşüncelerinin intiharını gerçekleştirirler. Camus’a göre bu eşiğe gelindiğinde, eşikte olabildiğince fazla kalınmalıdır. Ki eşiğin yabani otları derinlemesine incelenebilsin.

Uyumsuz Duvarlar | İnsan İklimi ve Evreni

Derin duygular, büyük yapıtlar gibi açığa çıkmış olanlardan daha fazla şey söyler. Bu derin duygular farkında olmadan alışkanlığa dönüşüp, bizim karakterimizi oluşturan şey olmaya başlarlar. Derin duygunun insanı olmaktayız. Kendimizi bilme durumu, içimde bir yabancı ama yakınımız gibi olan bu duygulanımın açığa çıktığında onunla yüzleştiğimizde anlaşılan bir şeydir. Bir anlamda bam telimiz ile tanışıyoruz demektir.

İnsan varlığının bir iklimi vardır. Yani kaldırabileceği alt ve üst sınırları vardır. Bu sınırlar aşıldığında insan bir patlama durumu yaşar ve tekrar dengeyi sağlamakta zorlanır. Bu sınırları belirleyen de bu derin duyguların insanda bıraktığı izlerdir. Bu derin duygular hiç ummadığınız bir anda karşımıza çıkabilir ve yüzümüze çarpabilir.

İnsanların bir evrenleri yani karakterleri vardır. Bir insanın nasıl bir karaktere sahip olduğunu tahmin edebiliriz. Ancak onu tanıyamayız. Çünkü her insanın içinde bir yabancı yani bize ait aynı zamanda bizden bağımsız bir “şey” vardır. İçimizdeki yabancı ile karşılaştığımızda korkmamak gerekir. Korkmadan orada kalmalı, sabırlı olmalı ve içindeki yabancıyı incelemek gerekir.

Tekdüze Yaşamlar ve Uyumsuz

İçimizdeki yabancının bizi kendi bilinmezliklerinin dehlizlerine sık sık çektiğinde bu durum Camus açısından uyumsuz yaşantının ilk belirtileridir. Hiç, uyumsuzluğun ilk belirtisidir. Bu geçişler genellikle rutin işleri yapan insanlar tarafından yaşanmaktadır. Bir gün artık bu rutinin farkına varırlar, ileriye dair değişen bir şey olmayacağına dair inançları varsa kendilerine “neden” sorusunu sorarlar. Bunu sürdürmenin anlamı nedir? Bu şaşkınlık ve bıkkınlık içerisinde neden sorusu yükselir. Bu tekdüze hayatın içindeki bıkkınlık ile uyumsuzun ilk belirtileri ortaya çıkar. Ama aynı zamanda bilincin devinimi de başlar. Çünkü neden sorusunu sormak, bilincin uyanması demektir. Ve uyanışın ardından ya intihar ya da iyileşme gelir. Basit kaygı, her şeyin başlangıcıdır. Bizi neden sorusuna götüren de basit kaygıdır.

Yabancılaşma | Camus Felsefesi

Yabancılaşma, önce dünyaya yabancılaşmadır. Dünyadaki nesneler artık anlamdan yoksun ve bize yabancıdırlar. Düşüş, yabancılaşma ve anlamın yitirilmesi anlamlarına gelmektedir. İnsan bir an gelir, ölüme de yabancılaşır. Bu durum insanı intiharın eşiğine getiren bir süreçtir. Ölüme yabancılaşmak, uyumsuzun doruğa ulaştığı bir an’dır.

“Bizce”

Ona göre, akıl aracılığı ile yaptığımız tüm hesaplamalar, değerlendirmeler ve anlamlandırmalar “bizce” olan şeylerdir. Biz, insanbiçimci bir şekilde dünyaya baktığımızdan aklın kurgusallığına düşeriz. İnsan, evrenin de sevip, acı çekebileceğini anlayabilseydi o zaman onunla uzlaşırdı…

Biz yaşama kendi penceremizden bakabiliriz ama bunun yanında başka bakışlarında olduğunu, bizim gibi bu dünyadaki şeylere başkalarının da başka anlamlar verdiğini unutmamalıyız. Eğer böyle yapabilirsek hayatın yaşamaya değer mi olduğu sorusunu sorma eşiğine geldiğimizde burada tek olmadığımızı ve bütün bunlara bu anlamları yükleyenin biz olduğu bilincine varabiliriz.

İnsan gerçekten bildiği ile bildiğini sandığı şeylerin farklı olması, aklın bir çelişkisidir. İnsanın apaçık bir şekilde bildiği şey ise insanın ölümlü olmasıdır.

Her şeyi akıl ile çözmeye çalışmak insanlarda önyargılı bir yaklaşım biçiminin oluşmasına sebep olmaktadır. Bu önyargının sonucunda da pişmanlıklar ortaya çıkmaktadır. Aklımız olmasaydı yaşadığımız sorunlar olmazdı. Kendimiz üzerine kurduğumuz hayali bilgiler olmazdı. Bu yalınlık içinde yaşardık. İşin içine akıl girdiğinde ciddi anlamda gerçek ile bildiğini sandığımız aklın yarattığı gerçekle bir uçurum vardır. İnsan dediğimiz canlının yaşam serüveni hep bu yarık üzerinde olup bitmektedir. Yaşam dediğimiz şey bu uçurumdan ibarettir. Bu hakikatin ise bu yarıktan fışkıran absürt yaşantı ile yüz yüze geldiğimizde farkına varmaktayız.

Camus felsefesine göre, insanın bütünüyle kendisini bilmesi mümkün değildir. Ancak uçurum olmasaydı insanın kendini tam anlamıyla bilmesi mümkün olabilirdi. Yani sadece akıl ya da sadece bedenden oluşmuş olsaydık kendimizi bilebilme ile ilgili bir problem ortaya çıkmazdı. Çünkü kendimiz ile içimizdeki yabancı arasındaki bu uçurumu hiçbir zaman kapatamayız. Oysa ki bütün bir düşünce tarihi bu uçurumu akıl ile kapatabileceğini varsaymıştır. Bu uçurum insanın bir gerçekliği ve kaderidir.

Kendini bilmek diye bir şey olamaz; ancak iklimimizi duyabiliriz.

Camus’un İyileşme Tüyosu

Camus aslında bize, biz yaşamımıza devam ederken bütün olup-bitene ve dünyaya anlamı kendimizin verdiğini aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini öğütler. Eğer bunu yapabilirsek bir gün kurduğumuz dünyamız alt-üst olursa ona anlamı zaten bizim verdiğimizi söyleyebilir ve intiharın eşiğine gelmekten kendimizi alıkoyabiliriz.  İşte bu “İYİLEŞME”dir.

Bizim dışımızdaki bu dünya tamamen akıl ve mantık dışıdır. Uyumsuz olan ise bu dünyaya akıl yüklemeye çalışmaktır. Uyumsuzu bilmek ve yaşamak ise bunun farkında olmaktır. Bu uyumsuz yaşantı şimdi de ortaya çıkar. Uyumsuz ne geçmişte ne de gelecekte vardır. O sadece şimdi de vardır.

Camus’a göre; insan yaşamı bir dramadır. Bu dramın üç kahramanı vardır: Birincisi dünya; insan bedenini de içine alan, dünya, akıl dışı olan yerdir. İkincisi insan; insan ile kastedilen akıldır. Bu ikisinin uyuşmazlığından da üçüncü kahraman; uyumsuzluk duygusudur. Kendimin iklimini ve karakterini bilmem bu uyumsuzluğun varlığına bağlıdır. Yapmam gereken bu uyumsuzu olabildiğince sürdürebilmektir. Camus’un bilmek istediği bu uyumsuzu olabildiğince sürdürmektir. Camus’un bilmek istediği “uyumsuz ile insan yaşayabilir mi?” sorusunun cevabıdır. İnsan uyumsuzdan kendisine bakmayı becerebilir mi? Ve insan uyumsuzda ne kadar kalabilir?

“Uyumsuzu yaşayan kişi onu yaşadığını fark ettiği anda ona tutku ile bağlanır.”

Felsefesel İntihar

Camus’a göre 19. Yüzyıla kadar her şey akıl ve mantık ilkeleri ile açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak 19. Yüzyılın ikinci yarısında Nietzsche’nin önderliğinde başlayan süreçte Kierkegaard, Scheler, Heidegger gibi filozoflar uyumsuzun eşiğine gelmişlerdir. Camus’a göre uyumsuz ile Heiddeger’in Kaygı’sı arasında niteliksel bir fark yoktur. Ancak onlar bu eşikten sıvışıp kurtulmayı istedikleri için Camus’a göre kendinden farklıdır. Çünkü onlar yaşamdan kaçarak öte bir dünya yaratmışlardır. Bu yaratım, metafizik dünya kurgusu ile yaşamdan kaçmaktır. Onlar bu eşiğe geldiğinde bir çıkış yolu aradılar. Oysa ki Camus’a göre burada durmak yaşamın ta kendisidir. Çünkü yaşamda acı, korku, sevgi her duygu bir aradadır. Bu durumda geleceğe umutla bakıp, uyumsuzdan çıkmak yerine şimdi’de kalıp onu yaşamak gerekir.

Çünkü yaşamak, şimdiyi yaşamaktır. Şimdinin cehennemini yaşamaktır.

Her zaman mutlu bir biçimde şimdiyi, anı yaşayamayız. Gerçek yaşantıları, duyguları, o anı yaşamayı; bir adını koyma gayreti içinde bir noktaya bağlamak, onu bir çerçeve içine almak yaşantıya yapılan en büyük ihanettir. Adını koyarak bir anlam yüklemesi yapmaktayız. Fakat bu, hayali bir anlamdır.

Camus’a göre, felsefe tarihinde uyumsuzu yaşatmak konusunda ortak tavır, onu öldürmek noktasında olmuştur. Uyumsuz ile olanaksız ve çelişkili sözcükleri aynı anlama gelmektedir. Uyumsuz; düşüncedeki bir fikir, bir ilke, bir kabul ile gerçekte olup-biten şey arasındaki uyumsuzluktur. Yani akıl ile dünya arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Uyumsuz, tam da bir aykırılık durumunun adıdır. Burada kahramanlar, kişilerdir.

İlke, ne kadar sağlam bir ilke ise ve bu ilkeye bağlılık ne kadar güçlü ise, o ilkenin aykırısında yaşanan pratik dünyada o ilkeye ters olup-biten şey ilkeye ne kadar uzak ise uyumsuz da o kadar güçlü ve derin yaşanmaktadır. Uyumsuzu yaşatmak başkaldırmakla olur. Uyumsuzu kabullenmek onu öldürmek değildir.

Camus, temelini dinlerde bulan ama onların dışına da taşan bir yere varma isteği gösteren her yaklaşımı dinci olarak görmektedir. Bu düşüncelerin intiharı dediğimiz bir şeydir. Yani insan bedensel anlamda intihar etmeyebilir fakat düşüncelerin intiharını gerçekleştirebilir. Düşüncelerin intiharını gerçekleştirmek de onları bir yerde sona erdirmektir. Düşünce tarihi boyunca da hep böyle yapılmıştır. Bunun nedeni de bu uyumsuzun yaşanmamış olmasıdır. Bu tür yaklaşımlar absürdü yaşayamama ve ondan sıvışmanın bir ürünüdür.

“Bana her şeyi açıklayan öğretilerin aynı zamanda beni zayıflatmalarının nedenini şimdi anlıyorum. Kendi yaşamımın ağırlığından kurtarıyorlar beni, oysa onu yalnız başıma taşımam gerek. “ -Sisifos Söyleni, Camus

Uyumsuz Özgürlük | Camus Felsefesi

Dünyanın kendinde, kendi başına bir anlamı var olup olmadığını bilememekteyiz. Ancak bu dünyaya bir anlam yükleriz ve bu da insanca bir anlamdır. Dünyanın böyle kendinde bir anlamı olsa dahi ona insanca bakmamız yüzünden onun bu anlamı bize kapalı olacağından yine bizim için bir anlamı olmaz. Biz dünyaya ancak insanca, bizce bir anlam yükleriz.

Gerçeklik olarak insan (akıl) ve beden vardır. Bunlar birbirine indirgenemez ve birbiri ile uzlaştırılamaz.

Eğer ağaçlardan bir ağaç ya da hayvanlardan bir kedi olsaydık dünya olurduk ve akıl ortadan kalkacağı için bu dünyanın beni aşan bir anlamı var mı? Sorusu gündemimize gelmezdi. Dünyanın karşısında durmamızı sağlayan şey akıldır. İnsan olmanın bize sağladığı en önemli artılardan biri insan ve dünyanın varlığına dair ve bunların uzlaşılamaz olduğuna dair bilincimizin olmasıdır. Uyumsuzu uyumsuz yapan en önemli şey de ne yaşadığının farkında ve bilincinde olmasıdır. Uyumsuz için yoğun bir farkındalık diyebiliriz. Düşünce ile dünya arasındaki uzlaşmazlığı hiçbir zaman unutmak istemiyorsak bu bilinci sürekli ve gergin tutarak korumalıyız. Uyumsuzun taşıyıcıları tek tek kişilerdir. Uyumsuzun varlığını bulabilmesi, yaşam dediğimiz formun var olması uyumsuzun yaşamasına bağlıdır. Uyumsuzu ancak kişiler yaşatır.

Uyumsuz, kesintisiz ve gergin bilinçlilik halini koruyarak yaşatılabilir. Bu korumayı da ancak uyumsuzu fethederek yapabiliriz. Uyumsuzu korumanın tek yolu kabullenmemektir. Kabullenmeyip üstüne gitmektir. Buna başkaldırarak, uyuyan güdülerimiz, yeteneklerimiz açığa çıkar. Bu başkaldırı ve mücadele ile kendimizi bulmaktayız. Bunun sonucunda içimizdeki yabancı ile barışırız. Bizim insanca yüklediğimiz görünüşte korkunç olan şeyler artık korkunç gelmemeye başlar. Örneğin: ölüm gibi. Bütün bu mücadelenin sonucunda ölümü zincire vururuz. Ölüme zincir vurmanın önkoşulu ise umut etmemeyi öğrenmektir. Gelecek belirsizdir, anlamı bana kapalı olan dünya belirsizdir ve insan ancak bildiğini yapmak ister. Bunu da şimdinin cehenneminde yapabilir. Buradan da şu soruyu ortaya çıkar:

Hiçbir şeye tutunmadan yaşayabilir miyim?

Yaşam ne kadar anlamdan yoksun olursa o kadar iyi yaşamak mümkün olur. Aslında geleceğe dair ne kadar umut beslemezsek o kadar hayal kırıklığına uğramayız. Çünkü Camus’a göre; yaşam, kendi başınalığı içinde anlamdan yoksundur. Bu anlamı ona yükleyen bizleriz. Bunu fark ettiğimizde iyi bir yaşamın kapıları bizlere açılır.

Uyumsuzu yaşayan, uyumsuza başkaldıran, ona direnen ve onu yaşayan insandır. Çünkü uyumsuz yaşantı kendisine direnilmediğinde intihar edildiğinde biter. Sıvışılırsa yine bu uyumsuz yaşantı biter. Yapılacak şey onu mümkün olduğunca korumak ancak onu kabullenmeden mücadele etmektir. Ona göre uyumsuza başkaldırmak “kişisel bir devrim”dir. Başkaldırı bir insanın kendi karanlığı ile sürekli karşılaşmasıdır. İnsanın kendi karanlığı yani o yabancı ile mücadelesidir.

İdam ve Cinayet

Camus’a göre; bir insanın kendine yapabileceği en kötü şey intihar etmektir. İnsanların insan için yapabilecekleri en kötü şey de “idam cezası” vermektir. İdam, hukuk yoluyla ve devlet eliyle yazılmış bir cinayettir.

Metafizik Özgürlük | Camus’un Özgürlük Anlayışı

Dinci düşünce yaşamın gerçekleri karşısında gözlerimizi bağlamaktadır ve sıvışmak için kendimize gerekçeler bulmamızı sağlamaktadır. Ona göre uyumsuzu yaşamamak ve ondan sıvışmak için din kurumunu yaratmaktayız. Uyumsuz kişi kendini kendisi ile dolduran bir tanrı gibidir.

Camus felsefesinde “metafizik özgürlük” anlayışına yer yoktur. Metafizik özgürlük tür olarak insanın özgürlüğüdür. Oysa ki Camus, “insan özgür müdür, değil midir?” bunu bilemeyeceğimizi söylemektedir. Çünkü bunu deneyimleyemeyiz. Ancak kendi özgürlüğümüzü deneyimleyebileceğimiz için “ben özgür müyüm, değil miyim?” sorusunu cevaplayabiliriz.

Ona göre üstün bir varlığın bana tanıdığı özgürlük ne anlamda olabilir ki… Çünkü özgürlük tanınan bir şey olamaz. Bu yüzden böyle tanınmış bir özgürlüğün anlamı yoktur. Camus’un özgürlük anlayışı “umut ve gelecek yoksunluğu”dur. Özgür insan, günü gününe yaşayan insandır. Umut ettiğimiz şeyleri yapacağımızı düşünmek bizim en büyük tutsaklığımızdır. Onları hiçbir zaman yapamayız. Eğer onları yapmak istiyorsak önceden onları yapma pratiklerini gerçekleştirmemiz gerekir.

Kafa ve yürek memurları insanları özgür olmamalarına rağmen onları özgür olduğuna inandıran kişilerdir. Bunlar, metafizik özgürlüğü savunanlardır.

Uyumsuz kişi, hiçbir değer yargısını kabul etmeyen kişidir. Bunları kabul etmek özgürlük tutsaklığının içine girmektir. Çünkü değer yargıları bir hiyerarşi varsaymaktadır.

Ölümün varlığı aslında bize hayat armağan etmektedir. Ölümden korkmayıp ve sıvışmamaya çalışırsak anı yaşarız ve gerçeklerle yüzleşirsek hayat o zaman yaşanır bir hayat haline gelir.

Ölüm vardır, ancak onu nasıl algıladığımız daha önemlidir. Bu evrende tüketilmesi söz konusu olan ne varsa tüketilmelidir. Arka planda bir şey kalmamalıdır. Verilmiş olmayan şeyin ise hayalini kurmamak gerekir.

Hiyerarşi duygusunu yitirmiş kişinin dünyaya bakışı niteliksel değil, niceliksel bir bakıştır. Ona göre önemli olan en iyiyi yaşamak değil, en fazla yaşamaktır. Camus’a göre; ölümün olduğu yerde insanın temel yaşam hedefi, en iyi yaşam değil, en fazla yaşam olmalıdır. Burada fazla yaşamak bir saati, bir ay gibi dolu dolu yaşamaktır. Bunu absürdü yaşayarak yapabilir.

Sisifos Söyleni

Anlamı olmayan bir şeyi sürekli yapmak insanın içini çürüten bir şeydir. Bu mitosta simgesel bir anlatım vardır. Sisifos, tanrıları kandırmaya çalışmasından dolayı cezalandırılmıştır. Sisifos, ölümü zincire vurmuştur ve ölümün korkusuna sahip değildir.

Tanrıları hor gördüğü ve ölüme kin duyup, yaşama tutkusundan dolayı Sisifos, uyumsuz bir kahramandır. Sisifos, kendisine verilen cezayı uygulamaktan vazgeçtiğinde kendi varlığı ortadan kalkacaktır. Oysaki kayayı tepeye çıkarmaya devam ettiğinde Sisifos olarak kalmaya devam edecektir. Tanrılar verdikleri cezadan dolayı Sisifos’un vazgeçip, af dilemesini beklerken aslında Sisifos; tanrıları vazgeçerek, onlara istedikleri vermeyerek cezalandırmaktadır. Burada her türlü hiyerarşiye ve otoriteye bir karşı duruş söz konusudur.

Sisifos, bilinçlidir ve ne yaşadığının farkındadır. Oysa ki günümüzde Sisifos’u yaşayan bizler, bu bilinçte ve farkındalıkta değiliz. Bilinçli uyumsuz yazgısını sevmektedir. Ona göre, uyumsuz kişi mutsuz değildir. Ancak uyumsuz olmakla birlikte bilinçsiz olduğunda mutsuz olur. Bilinçli olan ve yazgısını seven mutlu kişidir. Bu yüzden Sisifos yeryüzünün en mutlu insanıdır.

“Ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydım, bu yaşamın bir anlamı olurdu, daha doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı, çünkü dünyadan bir parça olurdum, oysa şimdi tüm yakınlık gereksinimimle onun karşısındayım. Öylesine önemsiz olan bu us, işte beni tüm evrenin karşıtı yapan bu.” -Sisifos Söyleni, Camus

Kaynakça:

  • Albert Camus, Sisifos Söyleni | Çeviri: Tahsin Yücel, Can Modern Yayınları
  • Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, Ali Osman Gündoğan | Say Yayınları
  • Kadir Çüçen – Varoluş Filozofları | Sentez Yayınları