Batı Felsefesi,  Felsefe

John Locke Felsefesi, Epistemolojisi – “Zihin Boş Levhadır!”

John Locke Felsefesi

John Locke aydınlanmanın, liberal düşüncenin ve emprizmin kurucusu sayılan; felsefesini genel itibariyle epistemolojik bir temele dayandıran 17. Yüzyıl, İngiliz filozofudur.

Ne kadar 17. Yüzyıl’da doğduğu için o dönem filozofu olarak değerlendirilse de onun ve felsefesinin ruhu daha çok Aydınlanma’nın zamanı olan 18. Yüzyıl dönemine hitap eder. 17. Yüzyıl tözler tartışmasıyken Aydınlanma devri genel itibariyle ideler üstünde yoğunlaşmıştır. Ve rasyonalist düşünürlerin metafiziksel bakışlarının aksine John Locke, bilgilerin Descartes’in söylediği gibi doğuştan gelemeyeceğini öne sürer ve aklın içini boşaltarak, bilginin ne olduğu, kaynağı ve türlerine farklı bir bakış açısı kazandırır.

John Locke felsefesi daha çok epistemolojik kökenlidir. Ve düşünsel düzlemine de içebakış, kişisel gözlem ve analize dayanan yöntemler kullanarak bilginin sınırlarını, kaynağını ve insanın bilebileceklerini ortaya koyarak felsefesine başlar. Onun için zihin boş bir levhadır(tabula rasa) ve bilginin sınırları bizim fiziksel dünyadan deneyimlerimiz ölçüsünde belirlenir.

John Locke Felsefesi – Doğuştan İdeler Yoktur!

John Locke’un felsefesinin temel eseri ‘İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme’sidir. Ve o eserinde idelerin kaynağı olarak iki alternatiften söz eder. İdeler ya doğuştan gelebilir ya da deneyim yoluyla elde edilebilir. O öncelikle Descartes düşüncesinde Tanrı’nın doğuştan zihnimize yerleştirdiği idelerin veyahut herhangi bir sebeple zihnimizde doğuştan idelerin olmadığı kanaatindedir ve bunun ispatına girişir.

Descartes ve Leibniz gibi rasyonalist düşünürler fiziksel alandaki gibi doğaüstü bilgiler üzerinde de aksiyom ve teorik ilkeler ortaya atmışlardır. Oysa Locke onların doğaüstü alan ve tanrının bilgisi için söylediklerine, doğuştancı tavırlarına şiddetle karşı çıkacaktır. Çünkü rasyonalistlerin ortaya attığı metafiziksel ilkelerin kanıtlanabilirliği mümkün değildir ve bir kesinlik arz etmezler.

Evrensel İttifak Kanıtı ve Tabula Rasa

John Locke doğuştan olarak ortaya atılan ilke veya ideleri ikiye ayırır. Spekülatif ve Pratik. Spekülatif ilkeler hiçten bir şeyin çıkmayacağı gibi mantık ilkeleri ve nedensellik ilkeleridir. Pratik ilkeler ise; yalanın ve verilen sözün tutulmaması gibi kötü olarak nitelendirilen şeylerdir. Ancak bunların hiçbiri doğuştan gelmemiştir. Mantık ve nedensellik gibi ilkeler doğuştan değil de fiziksel dünyaya has sonradan deneyimlerle öğrendiğimiz doğa yasaları sayesindedir.

Ve pratik etik alanda olan ideler ise yine deneyimlerle edinilen çıkarsamalardır. Bu ayrım sonrasında ilk kanıt olarak öne sürdüğü “evrensel ittifak kanıtı”dır. Çoğunluk tarafından uzlaşılan ilkeler doğuştan değildir. “Bir şey çoğunluk tarafından tasdiklense dahi mantıksal olarak o şeyin doğru olduğu sonucuna varılmaz.” İlkece çoğunluğun yanılmış olması pekala mümkündür. Bir şeye herkes tarafından inanılması onu ne doğru ne de doğuştan yapar. Bu anlamda evrensel bilgi yoktur. Ve böylelikle John Locke Aydınlanmanın temellerini ve zihnin temelinde bir başlangıcının olduğu düşüncesini ortaya atmış olur.  O’na göre; zihnin başlangıcı vardır, hiç idesiz, bilgisiz olduğu… Ona göre;  Zihin boş bir levhadır. Bir Tabula Rasa’dır!

“Zira her şeyden önce, bütün çocukların ve budalaların bunlara dair en küçük kavrayış ve düşünceye sahip olmadıkları açıktır: Bunun yokluğu da, bütün doğuştan hakikatlerin zorunlu eşlikçisi olması gereken evrensel onayı tahrip etmeye yeterlidir.”

Evrensel Ahlaki İlkeler Yoktur!

Ve aynı zamanda O’na göre; ahlaki ilkelerin uzlaşımı, insanlığın evrensel ittifakının gerçekleşmesi ihtimali olan spekülatif ilkelerden daha da azdır.

“Hiçbir ahlak kuralı yoktur ki, bir insana emredildiğinde, o kişi haklı olarak bir neden soramasın. Eğer ahlak kuralları doğuştan olsaydı ve doğuştan olan her prensip gibi kendiliğinden apaçık olup, gerçekliğinin anlaşılması için bir kanıta ihtiyaç duymasaydı, bu sorunun sorulması gülünç ve anlamsız olurdu.”

John Locke’un İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme’sinde ahlaki ilkelerin değişkenliği üzerine söylediği en önemli pasajlarından biri ise şu’dur;

“En uygar topluluklar içinde bile çocuklarını terk edip, ormanda vahşi hayvanlarla, açlık ve soğukla baş başa bırakmış, ancak bundan dolayı kınanmamış insanlar olmadı mı? … Ya da düzenbaz bir astrolog yıldızların kötü olduğunu söyledi diye öldürülen çocuklar yok mu? Belli bir yaşa gelen ebeveynlerin çocukları tarafından hiç vicdan azabı duyulmadan terk edildikleri ya da öldürüldükleri yerler yok mu?”

Bazı ülke ve kültürlerde aile büyüklerine iyi muamele etmek ve onların rahatını sağlamak temel ahlaki bir ilke iken; ilkel kabilelerde yaşlı insanların acıları ve ıstıraplarından dolayı ahlaki bir görev anlamında öldürüldüğü nitekim de doğrudur.

İde Nedir? İdenin Kaynağı ve Türleri Nelerdir?

John Locke felsefesinde; ide düşüncenin her türlü nesnesi, malzemesi, bilinç içerikleridir. İdeler dış duyu yoluyla gelirler ve fiziksel alanda deneyimlediğimiz “gerçek” şeylerdir. İnsan tarafından oluşturulamayan veya akılsal alanda doğuştan bulunamayan bu ideler atomcu anlamda çeşitli şekillerde bir araya gelerek zihnin entelektüel nesnelerini yani içeriklerini oluştururlar.

John Locke Felsefesi – Basit ve Birleşik İdeler

İdeler deneyim, duyum ya da dış duyum ve düşünüm, refleksiyon veya iç duyum olarak ikiye ayrılmaktadır. Duyu organlarımız çeşitli şekillerdeki etkileri zihne aktarır ve böylelikle dış duyum yoluyla çeşitli idelere sahip olmuş oluruz. Zihnin idelerle donatılmış olması sonucunda bu ideler bilinçli bir şekilde işlenir ve işlenmesiyle yani iç duyum yoluyla oluşan yeni idelere dönüşürler.

Basit ideler “zihindeki eş biçimli bir görünüş veya kavrayıştan ibaret olup, başka idelere ayrıştırılamazlar.”

Bu ideler insanın imgelemesiyle icat edilemez ve zihin bu ideleri kendi başına var edemez. Duyma yetisi olmadan doğan insanların ses, görme yetisi olmadan doğan insanların ise; renklerle ilgili idelerinin olmaması buna en iyi örnektir. Duyular yoluyla edinilen bu ideler pasiftir ve zihnin hammaddesidirler.

Basit ideler 4’e ayrılmaktadır:
  • Tek bir duyu yoluyla; Fizyolojik şeyler, renk, ışık gibi.
  • Birden fazla duyu yoluyla; yer kaplama, hareket, durağanlık, şekil gibi.
  • Düşünüm ve iç duyum yoluyla; anlama yetisi ve istenç gibi.
  • Hem duyum hem de düşünüm yoluyla; Haz, acı, güç gibi.

Locke’a göre birleşik ideler ise; daha kompleks ve karmaşık idelerdir. Daha çok iç duyum yoluyla elde edilirler.

Birleşik ideler de üçe ayrılmaktadır:
  • Yan yana koyma: İdeler kendilerinden bir şey kaybetmezler, yakınlaştırılırlar. Örneğin: Kanatlı at
  • Birleştirme: Birleştirme idesine en iyi verilecek örnek Tanrı idesidir. İyi, mükemmel, sonsuz, sınırsız vs gibi özellikleri alıp, tek bir ide altında toplamaktadır.

Locke’un Descartes’in aksine Tanrı’nın sadece bir ide olarak var olmasını söylemesi, Tanrı’nın kendisi düşüncesini yadsıyacaktır. Locke Descartes gibi kesin bilgiye ulaşmak ister. Ancak O’nun gibi metafiziksel anlamda bilgileri yani fiziksel alandan olmayan varsayımları kabul etmez. Kesin bilgiye ulaşmak için fiziksel dünyaya bakılmalıdır çünkü insan bilgisinin sınırları ancak fiziksel dünyada edindiğimiz deneyimler kadardır. Locke ve sonrasında gelecek olan aydınlanmacı David Hume ve Kant gibi düşünürlerde Tanrı’nın kendisinin olmadığını sadece idesinin var olduğunu söyleyecektir.

Yan yana koyma ve birleştirmeye kadar olan tüm ideleri ve idelerin üstünde çalışılmasını Locke, hem insanları hem de hayvanları dahil ederek anlatır. İnsanın hayvandan farklı olmasının sebebi son birleşik ide olan “soyutlama” becerisidir.

  • Soyutlama:  Yan yana koyma ve birleştirme idelerini toplamak yani bir anlamda genele vurmak soyutlama becerisidir. Örneğin un, süt ve şekerin ortak özellikleri beyazdır. Beyazı yan yana koyduğum idelerden ayırır ve daha soyut bir ide haline getirirsem bunu “beyazlık” olarak ayırmamla yani soyutlamayla yeni ide oluşturma işlemidir. Beyazlık veya üçgen gibi genele alınan şeyler soyut idelerdir.

Dil Anlayışı ve Töz İdesi

John Locke felsefesinde dilin önemi büyüktür. Çünkü insanı hayvandan ayıran temel özellik hayvanların soyutlama yapamamasındandır. Bu beceriyi edinmek kavramlarla mümkün olabilir. Hayvanların soyutlama yapamaması kavramlarla iletişim kuramamasından kaynaklıdır.

Ona göre sözcükler, zihnin dışındaki varlıkların değil; zihindeki idelerin yerini tutar. Bir sözcüğün anlamının kişinin zihnindeki ideden oluştuğunu söyler. Locke’da önemli olan tikel ve bireysel şeylerdir. Tümeller kısaltılmış dil araçları ve anlama yetisinin sınıflama icatlarıdır. Zihin soyutlama işlevini benzer bir şekilde pratik ederek genel idelere ulaşır. Genel terimlerin, şeylerin özel türüne gönderme yapar. Örneğin; töz idelerinin adları, zihnin sadece kendi zihin içeriğidir ve biz ancak bu içeriği bilebiliriz, adların yani tözlerin reel özlerini bilemeyiz.  Bizim bilgi sınırlarımız idelerle sınırlıdır. Kavramsal olarak ideye bir ad vermiş olsak da onun bizahati kendisini “özünü” bilemeyeceğizdir. Bu anlamda dilin en temel işlevi düşüncelerimizi başkalarına aktarmak ve anlaşabilmek için kullandığımız bir araç olmasıdır.

Töz sadece bir idedir. Soyutlamaların azaldığı ve idelerin bir idede toplanarak bilgimizin sınırına erişeceğimiz “töz” soyut idelerinde soyut idesidir. Farklı farklı kişilerin bahsettiği tözlerin benzerlikleri olduğu sanılsa dahi gerçekten o kavramın özellikleri olarak tabir ettiğimiz niteliklere tözün sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Ve böylelikle Locke nominalist bir tavırla kavram realizmini ve özcülüğü reddeder.

Bilgi, İnanç ve Safsata

Bilginin kaynağının ne olduğunun cevabını veren Locke sonralarında bilgi, inanç ve safsatanın ne olduğuna gelir. Aydınlanmacı düşünürlerin ortak özelliklerinden biri insanın bilme ihtiyacında olduğu ve bilmeye de uygun bir yapımız olduğunu söylemeleridir. Bir diğer ortak özellikleri de bilgi, inanç ve safsata ayrımlarına değinmeleridir.

Locke’a göre bilgi, iki idenin arasında uyuşma ya da uyuşmamanın algılanmasıdır. Bilgi için en az iki ide gerekir ve bu, ön koşuldur. Uyuşup uyuşmamasının algısı da yeter koşuldur. Kısacası bilgi iki idenin uygunluk veya uygunsuzluğunu algılama edimidir. Ve kesinlik anlamında ikiye ayrılırlar. Sezgisel bilgi ve kanıtlara bağlı bilgi.

Sezgisel bilgi, kesinliği en üst bilgidir. Dolaysız olarak bilinir, kanıta ihtiyaç duymaz. Kanıtlara bağlı bilgi ise; akıl yürütmelerle ve kanıtlarla açıklanması gereken dolaylı olarak bilinebilen bilgidir ve sezgisel bilgiye nazaran kesinliği daha azdır.

Algının bulunduğu yerde bilgi vardır, algının değil de imgenin olduğu yerde bilgi yoktur. Algısı olan bir şeyin bilgisi yoksa eğer bu bir varsayımdır ve Locke buna “inanç” der. İnanç; iki ide arasındaki uyuşmanın veya uyuşmamanın imgesi, varsayımıdır. Bilgi yoktur ancak bir varsayım vardır. Ve Locke’a göre bu bilgi değilse bile bilgiyi besleyen bir şeydir. İnancın varsayımları, bilgiye ulaşmanın vesilesi olabilir. Böylesi inanç, bilgiyi; bilgide inancı besler.

Locke’ın yerdiği inanç adı altında hiçbir anlamı olmayan safsataların ise içi tamamen boştur. İdelerin arasında hiçbir uyuşmanın, uyuşmamanın veya karşıtlığın olmadığı şeyler, algısı ve imgesi olmayanların kulaktan dolma bilgilerle ortaya attığı şeylerdir.

John Locke felsefesiyle maddeye ve fizikselliğe önem atfetmiş; zihnin fiziksel alandan beslendiğini söylemiştir. Onun deneyimciliği, pozitivizmin ve pragmatizmin kapılarını aralayacaktır. Ve Aydınlanma fikri hem düşünsel alanda hem de bilimsel anlamda da bir devrim niteliğinde olmuştur.

Kaynakça:

  • Ahmet CEVİZCİ- 17. Yüzyıl Felsefesi
  • John LOCKE- İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme