Batı Felsefesi,  Felsefe

Rönesans Felsefesi, Hümanizm – Büyü Kutusu Doğa Tanrıça

Rönesans Felsefesi

Rönesans “yeniden doğuş” anlamına gelmektedir. Kilisenin düşünsel etkinlik ve ekonomik yönden zayıflaması insanları kilisenin bakış açısından kopmaya itecektir. Bu uzaklaşma Antik Yunan metinlerinin çevrilmesine; felsefenin, sanatın, bilimin yeniden doğuşuna ve canlanmasına sebep olacaktır. Ve yine bu alanlarda dünyevileşmeye başlanacaktır. Metinlerin okunması, araştırılması, yeryüzünün incelenmesi ve özellikle sanat artık Tanrı ve kilise için değil, bireyin kendisi ve yeryüzü hayatı için yapılmaya başlanacaktır.

Rönesans Felsefesi – Antik Çağ’a Geri Dönüş

Rönesans Felsefesi Antik Çağ’a geri dönüş gibidir. Antik Çağ’ın bir nevi devamı da sayılabilir. Protagoras’ın “insan her şeyin ölçüsüdür” ilkesi benimsenmeye başlayacaktır. Orta Çağ döneminde insan günahkar, kirlenmiş bir mahlukatken; her şeyin belirleyicisi haline terfi edeceği Modern Çağ’a, Rönesans Devri kapı aralayacaktır.

İnsan seküler bir bakış açısıyla doğayı anlamaya ve tanımaya girişecektir. Ve bu çabaya antik düşünürleri taklit ederek başlayacaklardır.  Kilise baskısından bıkmış olan sınıflar, yeni bir umut olarak Antik Çağ’ın bilimine, bilginlerine, yazarlarına, filozoflarına, sanatlarındaki tutuma geri döneceklerdir. Dönemin insanları artık Orta Çağ’da şeytanın elçileri olan, eserlerinin yasaklı olduğu insanları anlamak, okumak, hissetmek ve yaşamak istiyorlardı. Matbaanın kurulmasıyla antik metinler çevrilecek ve bilgi daha ulaşılır, çoğaltılır olmaya başlayacaktı. Yazar ve çevirmenlerden günümüzde en bilinen hümanist kişiler Erasmus, Sir Thomas More, Machiavelli, Montaigne’dir.

“Kitaplar hem ruhsal hem bedensel sağlığa faydalıdır. İnsanı mutlu zamanında dengede tutar, kederli olduğunda teselli eder, servete göre değişmez ve tüm tehlikeleri aşarak kişiye mezarına kadar eşlik ederler… Huzurlu bir okumayı hangi zenginlik ya da saltanata değişirdim ki?” – Erasmus

Rönesans Dönemi’nde Çevrilen Başlıca Eserler
  • 1502 Thukydides, Sophocles, Herodotos
  • 1503 Euripides Helen Olayları
  • 1504 Demosthenes
  • 1509 Pindaros, Platon
  • 1516 Aristophanes Yeni Ahit
  • 1518 Septuagint Aiskhylos
  • 1528 Epiktetos
  • 1558 Marecus Aurelius
  • 1572 Plutarkhos’un tüm eserleri

“Her üstün araştırma, eğitimli bir insan için dikkate değer her bilimsel bilgi, kısacası yüksek bilgiye ilişkin ne varsa, yalnız Yunan Edebiyatı’nda yer almaktadır.”-Fransız Bilgin Muret

Rönesans Felsefesi ve Hümanizm

Hümanizm; İnsanın özüyle bu dünyadaki yerini bulma çabalarını ifade eder. Dinden bağımsızdır. Her şeyin merkezi insandır.

Rönesans Felsefesi’nin modern döneme köprü niteliği göstermesinin asıl sebebi Skolastik Felsefe’den kopuş olarak özetlenebilir. Rönesans hümanisti metinlerini çevirirken direkt metnin genelini ele alacaktır. Bu noktada Skolastik Felsefe’den ayrılır. Skolastik felsefe daha çok çıkarımsal yorum içerir. “Şu bunu dedi, bu bunu dedi” gibi aforizmalardan Tanrı’nın varlığının ispatına götürmeye çalışır. Eseri yazan filozofun çok da bir önemi yoktur. Aforizma, Tanrı’nın varlığını ispatlatabiliyorsa iyidir. Değilse, imha edilmeli veya saklanmalıdır. Hümanizma bir aforizmadan, eserden, filozofun söylediklerinden ve özellikle sanattan kendi çıkarımını yapabilmenin ve yorumlayabilmenin metodunu tekrar sunar. Bu akımın ilk temsilcilerinden biri de gramerci ve şair olan İtalyan Francesco Petrarca’dır.

Sanat Akımı olarak Hümanizm

Hümanizm aslına bakılırsa her şeyden önce sanat akımı olarak değerlendirilir. Orta Çağ’da sanat kilisenin çevresinde şekillenmekteydi. İsa, Meryem ve dini figürler ön plandaydı. Kilisenin zayıflaması ve kraliyetin güçlenmesi sanatı kraliyet ailesine doğru yönlendirecekti. Gotik sanatı yerini barok sanatına teslim etmek zorunda kalacaktı. Krallar, kraliçeler ve soyluların portreleri yapılmaya başlanacaktı. Kilisenin dini figürleri yerini Rönesans sanatıyla biricik, tek insanı resmetmeye bırakacaktı.

Rönesans’da Coğrafi Keşifler

Coğrafi keşifler bu çağda oldukça etkilidir. Orta Çağ dünyasında Tanrı her şeyi yaratmıştı ve doğa O’nun ürünüydü. Coğrafi keşifler ise dünyanın sadece Hıristiyanlar için yaratılmadığını gösterecekti. Dünyadaysanız günahkarsınızdır ve sadece Tanrı sizi kurtulabilir düşüncesi tüm Avrupa’ya yayılmışken, yeni yerlerin keşfiyle (Macellan 1592-1522) ve keşfedilen yerlerin Avrupa dininden bağımsız gayet iyi bir şekilde idare edilişine tanık olunması Hıristıyan dünyasını derinden sarsacaktır.

Doğa ve Evren – Kozmos’un Yıkılışı

İnsan, doğa ve ruh, beden konuları Rönesans Felsefesi’nin ve sonrasında gelen 17. Yy Felsefesi’nin başlıca sorunu haline gelecektir. Orta Çağ da doğayı anlamaya çalışmanın ne bir anlamı ne de buna yönelik bir girişim söz konusuydu. Avrupa dünyası doğayı, Tanrı’nın yarattığı olarak ele alıyorlardı. Doğa tamamen Tanrı’ya aitti. Doğanın işleyişi ve doğada olan her şey Tanrı’nın himayesinde ve bilgisinde gerçekleşebilirdi. Sorgulanamazdı. 

Hıristiyanlık dünyası, Aristoteles fiziğini kendine göre yorumlamış ve sunmuştu. Aristoteles’in kozmos anlayışı ve dünya merkezli bir evren anlayışından sonra Galileo’un ortaya attığı kuramlar ve Copernik’in dünyayı merkezden indirmesi devrim niteliğinde olacaktır. Güneş merkezli dünya anlayışından sonra Yunanlıların kozmos anlayışı yıkılmıştır. Yerini belirsiz, sonsuz, açık evren tasarımı almıştır.

Koyre, “Yunanlıların kozmosu keşfetmesinin birinci devrim, yıkılma anlayışının ise ikinci devrim olduğunu” söyler. Temel fizik yasaları, kozmosun yıkılışıyla elde edilmiştir. İkinci devrimden sonra artık yeryüzü ve gökyüzü karşıtlık içinde ele alınmayacak “bir” olarak kavranacaktır. Fizik ve matematik ayrı olarak ele alınırken, birlikte ele alınıp; üstüne çalışılmaya başlanacaktır.

Büyü Kutusu Doğa Tanrıça – Evrene Yeniden Bakış

Aristoteles fiziği düşmüştü. Doğa artık tanınmak istiyordu. Ve artık doğa Tanrı vergisinden daha çok metafizik bir bakış açısıyla “büyü kutusu” “mucize” “doğa ana” olarak görülüyordu. 16. yüzyıl da astral dinlerin canlanmasıyla doğa ve evren mistik bir tutumla incelenmeye başlanacaktı.

Rönesans Felsefesi zamanında Platon ve Aristoteles’in eserlerine daha farklı bir şekilde yaklaşılacaktır. Özellikle mitlerin Platon’una, dünya ruhundan söz eden düşünüre ilgi daha çok artıyordu. Ve birbirine benzemeyen Platoncu düşünürler ortaya çıkacaktı. Petrarca’nın hümanist Platonculuğu, Bruno’nun başkaldıran Platonculuğu ve Ficinius’un spritüalist Platonculuğu yan yana duracaktı.

Campanelle ve Kepler yeryüzünün bir zekasının olduğunu ilan edecektir. Onlar için; yeryüzü gökyüzünde yolunu bu denli iyi bulduğuna göre bir zekaya sahip olmalıydı.

16. yüzyılı temsil eden en önemli isimlerden biri de G. Bruno’dur. Rönesans Felsefesi ve özellikle Bruno, Parmenides’in felsefesini benimsemiştir. “Var olan yalnızca kozmostur ve her şey iç içedir.” ‘Ben’ mevcut olan dünyaya yerleşmiştir. Toprak, rüzgar, yıldızlar her şey kardeştir. Hıristıyanlık’tan bir haber Bruno, Sokrates öncesi felsefeye daha yakındır.

“Bir ve bütün, kendi içimizde taşıdığımız aynı bir hayatla doludur. Fırtına içimizdeki nefes olarak, ırmaklar atar damarlar olarak, kayalar kemikler olarak yaşamaktadır.”

Orta Çağ’dan Modern’e Doğa

Orta Çağ düşüncesinde doğa Tanrı’nın tasarımıydı ve sorgulanamazdı. Rönesans Felsefesi’nde yani 16. yüzyıl da doğa Tanrıça mertebesindeydi ve hissedilmek isteniyordu. Astral dinler canlanmıştı. 17. Yüzyıl da ise doğayı tanıma çabaları onu fethetmek isteğini içermekteydi. F. Bacon’la birlikte doğayı ele geçirmek için önce onu tanımanız gerekiyordu. Doğa insan sömürüsüne açık olan bir makinaya dönüşecekti. Tanrıça mertebesinden makinaya indirgenip, düşüş yaşayacaktı…

Kaynakça:

  • Luc Ferry – Gençler için Batı Felsefesi
  • Tülin Bumin- Tartışılan Modernlik Descartes ve Spinoza
  • Rönesans ve Reform Çağı – P.Smith
  • Batı Düşüncesindeki Dönüm Noktası – F.Capra