
Vandana Shiva ve Ekofeminizmin Felsefi Çağrısı: Toprağa Sarılmak
İnsanlık, kendi eliyle kurduğu uygarlığın ağırlığı altında eziliyor. Betonun sesi, toprağın sesini bastırıyor; üretimin kutsallaştırıldığı bir çağda, doğumun anlamı unutuluyor. Bu çağda bir kadın çıkıyor ve bize hatırlatıyor: “Toprak bizim bedenimizdir, tohum bizim dilimizdir.” Vandana Shiva’nın sesi, bir akademisyenin sessizliğiyle değil; bir köylü kadının toprağa eğilen ellerinin bilgeliğiyle yükselir. Onun düşüncesi yalnızca bir çevre mücadelesi değildir; o, varoluşun ontolojisine yöneltilmiş radikal bir eleştiridir.
İnsanlık, kendi uygarlığını inşa ederken en temel gerçeği unuttu: tohum. O küçük, kırılgan varlık, gezegenin hafızasıdır; yaşamın, kültürün ve bilginin somut taşıyıcısıdır. Vandana Shiva, bu hafızayı duyan ve savunan nadir seslerden biridir. Onun mücadele ettiği sorunlar, yalnızca Hindistan’ın dağ köylerine ait değildir; tüm insanlığın, tüm yaşamın sorunudur. Shiva’nın ekofeminizmi, felsefenin en radikal sorusunu sorar: İnsanın doğayı ve kadını sömürmesi ne kadar ‘normal’? Modern dünyanın beton mantığı, üretim ve mülkiyet tanrısına teslim edilmiş bir çağdır. Kadın ve tohum, bu sistemin karşısında suskun değildir; onlar yaşamın kendi kendini sürdürme haklarını savunur. Her tohum, her köylü kadının eli, her sarılış bir direniştir.
Modern düşünce tarihine baktığımızda, bu sömürü ilişkilerinin temellerini belirleyen zihniyetleri görebiliriz. Francis Bacon, doğayı sadece deney ve gözlemle “bilgiye” dönüştürürken, onu aynı zamanda bir kaynak ve denetim nesnesi hâline getirdi. “Doğayı bilmek, onu hükmetmek içindir” anlayışı, modern bilimin özünü patriarkal bir şekilde inşa etti. Machiavelli, modern siyaseti güç ve yönetim üzerine temellendirerek, doğayı ve toplumu denetim ve kontrol mekanizmalarıyla biçimlendirdi. Descartes ise, rasyonaliteyi üstün kılarak, bedeni ve dolayısıyla kadını doğanın bir nesnesi gibi analiz etmenin epistemik yolunu açtı. Shiva’nın felsefesi, bu düşünürlerin modernite anlayışına radikal bir itirazdır: doğayı ve kadını nesneleştiren epistemik şiddet, yaşamın kendi kendini sürdürme haklarını ihlal eder.

Tohum: Yaşamın Direnişi
Tohum, Shiva’nın felsefesinin merkezidir. Patentlenen her tohum, yaşamın hafızasına konmuş bir kilittir; genetiği değiştirilmiş her bitki, doğanın bir parçasının gasp edilmesidir. Modern bilim, onu bilgiye değil, mülkiyete tabi kılar. Ama Vandana Shiva bilir ki yaşam, metalaştırılamaz. Tohumun özgürlüğü, insanlığın özgürlüğüdür.
Navdanya hareketi, bu hakikatin pratiğe dönüşmesidir. Shiva, köylüleri yerel tohumları korumaya çağırır; tohumun özgürlüğünü savunmak, yalnızca bir tarım politikası değil, varoluşsal bir eylemdir. Kadın, toprak ve tohum bir araya geldiğinde, sömürgeci, patriarkal ve kapitalist güçlere karşı radikal bir savunma hattı oluştururlar. Her tohum bir direniştir, her tohum bir hatırlatmadır: yaşam, hiçbir zaman sahiplenilemez; o, yalnızca korunabilir, paylaşılabilir ve yeniden doğabilir.

Kadın ve Toprak: Bedensel ve Ontolojik Sarılma
1970’lerde Hindistan’ın Himalaya eteklerinde, köylü kadınlar bir sabah baltalarla gelen adamlara karşı ağaçlara sarıldılar. Bu basit ama derin eylem, Chipko Hareketi olarak tarihe geçti. Kadınlar, ağaçların bedenine kendi bedenleriyle siper oldular. Çünkü onlar biliyordu: orman giderse su gider, su giderse yaşam gider. Bu sahne, beden ile dünya arasındaki kopuşu reddetmenin somut bir metaforudur.
Vandana Shiva’nın radikal felsefesi burada somutlaşır: kadınların ve toprağın bedeni, kontrol edilemez bir bilgeliğin taşıyıcısıdır. Modern tarım ve kapitalist sistem, hem kadının bedenini hem de doğayı yabancılaştırır, sömürgeleştirir. Ancak tohum ve kadın, yaşamın kırılgan ama dayanıklı kalbidir. Onların birleşimi, Chipko’da olduğu gibi bir direniş manifestosuna dönüşür: yaşamı gasp eden güçlere karşı, tohuma, toprağa ve kadına sarılmak.
Bu sarılış, yaralı bir eylemdir. Çünkü sistem karşısında kırılganız; ama bu kırılganlık, felsefi bir direnişin ve içten bir hatırlamanın kaynağıdır. Kadın ve tohum arasındaki ilişki, yalnızca biyolojik değil, epistemik ve etik bir bağdır: yaşamın devamlılığını koruma sorumluluğu.
Direniş ve Çağrı: Tohum Özgürlüğü ve Yaşamın Manifestosu
Vandana Shiva, teknolojiyi, tarımı ve bilimsel aklı yaşamı kontrol etmenin aracı olarak gören modern düzeni eleştirir. Biyoteknoloji ve patent yasaları, yaşamın kendisini ticarileştirir; her tohum, yaşamın hafızasını gasp eden bir nesne hâline gelir. Shiva, bunun karşısında durur. Her tohum, bir direnç, her sarılış bir devrimdir.
Ekofeminizm, yaşamın bütünlüğünü savunur. Kadın, toprak ve tohum aracılığıyla yaşamın haklarını hatırlatır. Onun radikal felsefesi, çağımızın körlüğüne karşı bir manifestodur:
“Toprağa sarıl, tohuma sarıl, kadına sarıl. Yaşamın kendisine sarıl. Çünkü yaşamı sahiplenemezsin; onu yalnızca koruyabilir ve paylaşabilirsin.”
Bu çağrı, yalnızca Hindistan’ın köylerine değil; her kente, her insana yöneliktir. Tohumun özgürlüğü, yaşamın özgürlüğüdür; kadın ve toprak, bunun savunucusudur. Vandana Shiva’nın felsefesi, yaralı bir çağın içten bir haykırışıdır: yaşamı gasp eden güçlere karşı direnmek, unutulmuş olanla yeniden bağ kurmaktır.
Ve unutulmamalıdır: her tohum bir umut, her sarılış bir direniştir, Shiva’nın çerçevesinde her kadın bir yaşam manifestosudur.
Bunları da beğenebilirsiniz

Hindistan’da Kürtaj | Altın Kural Metot Etiği
Mart 16, 2023
Theseus’un Gemisi Paradoksu ve Kimlik Sorunu
Kasım 15, 2022