thomas paine
Batı Felsefesi,  Felsefe

Thomas Paine, Akıl Çağı | Vahiyden Akıla Giden Yol

İnsanlık tarihi boyunca hakikati aramak için en çok iki yola başvurulmuştur. Bunlar: akıl (doğal yetimiz) ve vahiy (ilahi otoriteye dayalı bilgi) olarak karşımıza çıkmaktadır. Thomas Paine, “Akıl Çağı” adlı eserinde bu iki yol arasındaki çatışmayı ele almaktadır.

Akıl, insanın doğuştan sahip olduğu evrensel bir yetidir. Paine açısından bakıldığında Tanrı varsa bile bize en güvenilir rehber olarak aklı vermiştir. Akıl, herkes için bağlayıcı bir konuma sahipken vahiy ise sadece iman edenler için bağlayıcı bir konumdadır. Akıl, sorgulamaya dayanırken vahiy teslimiyete dayanmaktadır. Bu yüzden Paine, hakikatin ölçüsünü akılda bulurken vahiylerin çoğu zaman siyasi ve kurumsal otoriteler tarafından manipüle edildiğini belirtmektedir.

Modern dünya diye adlandırılan günümüz dünyasında ‘akıl mı vahiy mi?’ sorusunun çekiciliği hala etkisini sürdürmektedir. Belki bu soru üzerinde ortak bir cevap verme imkanını hiçbir zaman bulamayacağız ancak şöyle bir sorunun cevabında mutabık kalmamız mümkün olabilecektir: Bu iki alan birbiriyle çatışmak zorunda mı, yoksa sınırları belirlenerek birlikte var olabilirler mi?

İman sahibi bir kişi şöyle der: “Tek Tanrı’ya inanırım, başka bir şeye değil; bu yaşamdan sonra da mutluluğun var olmasını umut ederim.” Böyle düşünmek iman sahibi birisini bu dünyada büyük bir konfor alanı inşa etmesine olanak sağlar. Ancak mutluluk için insanın zihinsel olarak kendisine karşı sadakat göstermesi gereklidir. Bu durum sadece iman sahibi bir kişi için geçerli değildir. Çünkü imansızlık, sadece inanç veya inançsızlıktan ibaret değildir, o inanmadığı bir şeye inanmış gibi görünmeyi de kapsar.

Burada akıl ve iman arasındaki gerilimin temelinde bir tür entelektüel dürüstlük sorunu bulunmaktadır. İnsan, aklının gördüğü ile kalbinin arzuladığı arasında sıkıştığında ya aklı susturup imana teslim olur ya da imanın konforunu kaybetme pahasına aklın çağrısına kulak verir. Thomas Paine’nin ifadesiyle, “insanın kendisine karşı dürüst olması Tanrı’ya karşı dürüst olmasıyla eşdeğerdir.” Çünkü insan aklını Tanrı’nın bir hediyesi olarak görürse, bu hediyeyi kullanmak reddetmek aslında Tanrı’nın düzenine karşı gelmek olur.

Kişisel Vahiy ve Evrensel Hakikat Sorunu

İman konusunun en önemli kaynağı olan vahiy konusuna bakacak olursak ortaya şöyle bir problem çıkmaktadır. Bir şeyin özel bir kişiye vahyolunması, bu vahyin herhangi başka bir kişiye vahyolunmaması bu vahyin sadece o kişiye ait olması anlamına gelmektedir. Bu kişi vahyi ikinci bir kişiye, ikincisi bir üçüncüsüne, üçüncüsü dördüncüye aktarır ve burum böyle devam ederse söz konusu vahiy tüm diğer insanlar için bir vahiy olmaktan çıkar. Bu sadece birinci kişi için bir vahiydir, diğerleri için de bir söylenti durumunda kalır. Bu söylentiyi diğerleri nezdinde bir vahiy haline getiren şey ise onların imanıdır. Aslında onlar vahye birince dereceden muhatap olmadan iman etmektedirler. Diyebiliriz ki diğerleri bu vahye inanmakla yükümlü değildirler.

Bu noktada epistemolojik bir sorun ortaya çıkar: Eğer bir bilginin kaynağı sadece tek bir kişinin deneyimine dayanıyorsa, bu bilgi başkaları için zorunlu olarak geçerli midir? Paine’nin cevabı nettir: Hayır. Çünkü bilgi, herkesin erişimine açık ve akıl yoluyla sınanabilir olmalıdır. Aksi halde, kişisel bir deneyim evrensel hakikat iddiasına dönüşür ki bu, aklın ölçütleriyle bağdaşmaz. İşte bu nedenle Paine, vahiylerin insanların ortak aklına hitap etmediğini, yalnızca bireysel bir iddia olarak kaldığını ileri sürmektedir.

Vahiy, kişinin daha önceden bilmediği bir şeyin kendisine görünmesi yoluyla sağlanan bir iletimdir. Eğer ben bir şey yapmışsam ya da yapılmasına şahit olmuşsam, ne bu yaptığımı ya da yapıldığını gördüğümü vahyin bana söylemesine, ne de bunu anlatabilmek veya yazabilmek için bir vahye ihtiyacım vardır. Bu nedenle vahiy, insanın yeryüzünde bizzat tanık olduğu ya da yaptığı herhangi bir şey için kullanılamaz.

Buradan hareketle, vahyin en güçlü olduğu alanlar genellikle gözlemle doğrulanamayacak konular olmuştur. Bunlar ölüm sonrası hayat ve mucizeler gibi konulardır. Ancak tam da bu nedenle vahyin dayanmış olduğu zeminde şüphe hep diri kalmıştır. Zira akıl, duyuların ve deneyimin sınırları içinde çalışır; gözlemle doğrulanamayan bir iddiaya teslim olması için ona bir gerekçe sunmak gerekmektedir. Paine’nin çağrısı, bu gerekçeyi aramaktan vazgeçmemektir.

Doğanın Kitabı: Akıl Yoluyla Tanrı’yı Bilmek

Peki biz inansak da inanmasak da Tanrı’nın ne olduğunu nereden bilebiliriz? Bunu bilmek istiyorsak onun ne olduğunu herhangi bir insanın yazabileceği yazılı kitaplarda aramak yerine yaratılışın imzasında aramak çok daha makul olabilir.

Doğanın kendisi, Paine’e göre en büyük kutsal kitaptır. Güneşin doğup batışı, yıldızların düzeni, canlıların çeşitliliği, insanın düşünme kapasitesi… Bütün bunlar birer ‘doğal vahiy’ olarak görülebilir. Buradaki vahiy, kitap sayfalarına hapsedilmiş değil, evrenin işleyişine nakşedilmiştir. Dolayısıyla herkes bu kitaba erişebilir; tek yapması gereken gözlemlemek ve aklını kullanmaktır. Böyle bakıldığında doğa, hem inanan hem de inanmayan için aynı hakikati fısıldar; evrende bir düzen ve nedensellik vardır.

İnsanoğlunun Tanrı adına yüklediği tek anlam, ilk neden, tüm şeylerin nedeni olmasıdır. İlk nedenin ne olduğunu anlamanın kavranamaz ölçüde güç olması ve ona inanmamanın çok daha zor olması nedeniyle insanoğlu inanma noktasına varır. Aslında bu inanç varsayımsal bir durumdur. Önce böyle bir durum kabul edilir sonrasında ise bu kabul yavaş yavaş inanca dönüşür.

Burada akıl ile iman yeniden kesişir. Çünkü insan aklı bir noktada ‘ilk neden‘ fikrine ulaşmak zorunda kalır. Aristoteles’ten beri bu, felsefenin en temel sorularından biridir: Sonsuz bir nedenler zinciri mümkün müdür, yoksa zinciri başlatan bir ilk hareket ettiriciye mi ihtiyaç vardır? Paine’in yaklaşımı, bu noktada akıl ile vahyin aynı yerde buluşabileceğini gösterir: Tanrı’yı bilmek için vahye değil, aklın doğal seyrine ihtiyaç vardır.

Gizem, Mucize ve Akıl: Din Tasarımının Çıkmazları

Evrende var olan gerçek Tanrı kelamı ile insanların yazıp basmış olduğu kitap içinde yer alan Tanrı kelamı olarak adlandırılan söylem arasındaki uzlaşmaz çelişkilere rağmen, tüm çağlarda ve belki de tüm ülkelerde insanlığa inanması emredilen üç temel kavram vardır: Gizem, mucize ve peygamberlik. İlk ikisinin gerçek din ile bir arada olması mümkün değilken üçüncüsünün durumu kuşkuludur. Çünkü din tasarımının doğası onun gizemli her şeyden bağımsız olmasını gerektirir. Din, her insanın yerine getirmesi gereken bir ödevdir, bu nedenle herkesin anlayıp kavrayabileceği düzeyde açık ve net olmalıdır. Ancak insanoğlu siyasi ya da dini sahtekarlık nedeniyle Tanrı’nın yaratılış sırasındaki kelamı ya da işleriyle uyum içinde olmayan, insan kavrayışının üstündeki dini sistemleri kurduğunda tüm soru, sorgulama ve spekülasyonları önleyecek bir kelime yaratma gereksinimi içinde olduğunun farkına varmıştır. Tam bu noktada gizem kelimesi bu amaca hizmet etmiştir ve böylece içinde gizem olmayan bir dinin gizem sisinin görünmezliği içine düşeceği anlaşılmıştır. Bununla birlikte tüm genel sorulara cevap veren gizem kelimesini rastgele bir yardımcı gibi mucize kelimesi izlemiştir. Bunlardan birincisi kafaları karıştırırken ikincisi de duyuları şaşkına uğratmıştır.

Vahiy kelimesi, Tanrı ile insan arasındaki ilişkiyi gösterir ve sadece Tanrı’nın insana gösterdiği şeyler için geçerlidir. Tanrı’nın her şeyi yapma gücü nedeniyle böyle bir şeyin kabulünün gerekli olduğu varsayılsa bile vahiy sadece iletildiği söylenen kişi için geçerlidir, bunu başka bir kişiye söylemesi de vahiy olmamaktadır.  

O halde akıl ve vahiy arasındaki yolculuk, aslında insanın kendi düşünce özgürlüğünü nasıl konumlandırdığıyla ilgilidir. Vahiy, kişisel bir tecrübe olmaktan evrensel bir hakikat olma iddiasına yükseldiğinde, aklın terazisine çıkmak zorundadır. Paine’nin bu cesur çıkışı bize şunu hatırlatır: Akıl, Tanrı’nın insanla paylaştığı en büyük armağandır; onu kullanmadan Tanrı’ya yaklaşmaya çalışmak, gözleri kapalı yürümeye benzemektedir. İman, aklın susturulmasıyla değil, onunla birlikte var olduğunda daha gerçekçi bir değer kazanabilir.

Anahtar Kelimeler: Akıl ve vahiy ilişkisi, din ve akıl çatışması, vahiy nedir, iman ve akıl ilişkisi

KAYNAKÇA:

  • Thomas Paine – Akıl Çağı
  • Macit Gökberk – Felsefe Tarihi
  • İ. A. Çubukçu – Din Felsefesi