Blog

Kadının Yurdu, Kadının Kurdudur | İkiliğin Kırılgan Dengesi

Bir kadın başka bir kadının yurdu olabilir mi? Belki olur. Ama bazen bir sığınağın karanlığını en çok titreten de o yurdun kapısını içerden kilitleyen kadındır. O halde sormalıyız: Kadın kadının yurdu mudur, yoksa kurdu mudur? Belki de bu ikilik, bir gerçeğin sadece iki yüzüdür. Kadın, başka bir kadının hem evi hem de izdüşümüdür. Kimi zaman aynadaki çatlak, kimi zaman sıcaklığını hissettiğin bir el.

Kadının Kadına Etkisi | Biyolojinin Gölgesinde Psikolojik Bir Sessizlik

Evrimsel psikoloji bize, kadının kadına karşı her zaman bir “yardım eli” olmadığını gösterir. Ebeveyn Yatırımı Kuramı (Parental Investment Theory), dişinin üreme başarısını güvence altına almak için seçici olduğunu ve bu seçicilikten doğan rekabetin, dişiler arasında doğrudan değil dolaylı yollarla yürütüldüğünü savunur. Bu dolaylı rekabetin biçimi, çoğu zaman sosyal dışlama, küçümseme, söylenti üretme ya da pasif saldırganlık olarak kendini gösterir. Yani kadın, kadınla savaşmaz belki ama kuyu kazar. Ve bazen kuyu kazmak, savaşmaktan daha yıkıcıdır.

Antropolojik veriler, özellikle grup içi kadın rekabetinin, erkeğin fiziksel üstünlükle değil kadının sosyal manipülasyonla yürüttüğü stratejiler üzerinden şekillendiğini gösteriyor. Bu yüzden “slut‑shaming” dediğimiz toplumsal aşağılama biçimi çoğu zaman kadın eliyle yapılır. Kadın, öteki kadının hayat biçimine ayna değil, bıçak tutar.

Ama mesele sadece biyolojik değildir. İnsan hayvan değildir. Kadın, sadece türünü sürdürme refleksiyle davranmaz. Kültür girer devreye, ahlak girer, hafıza girer, tarih girer.

Kadının Hafızası, Kadının Gölgesi

Kadının kadına ettiği, sadece bir bakışla çöker içimize. On erkek iltifat eder: “Çok güzelsin.” Ama bir kadın gelir, o kadar içten ve yargısız söyler ki bunu, yüzümüze bir tebessüm değil bir bağışlanma yerleşir. Çünkü o bilir. Aynı kıyafetin içinde nasıl hissedildiğini, aynı toplumun gözünde nasıl tartıldığımızı. Ve bu yüzden o söz, sadece bir estetik yargı değil, bir tanıklıktır.

Kadın kadına tanıktır.

Ancak bu dinamik yalnızca biyolojik değil; sosyal psikoloji alanındaki bir çalışmaya göre (Xuan Zhao ve Vanessa Bohns), tanımadığın birinden gelen içten bir iltifat bile beklendiğinden çok daha güçlü bir moral etki yaratabiliyor. Bu durum, kadınlar arasında duygusal anlamda kurulan güvenin, erkeklere kıyasla çok daha derin olduğunu gösterir.

Ama tanık bazen sadece izlemekle kalmaz; bazen hüküm verir. Biliriz ki aynı kadın, bir toplumsal “yanlışı” bilenlerdense -örneğin bekâr bir annenin geçmişini, ya da toplumun dışına taşmış arzularını- o bilgiyi bir mahkeme metnine dönüştürebilir. Kadın, başka bir kadını toplumun önünde ayıplamaz belki ama – ki çoğunlukla bunu saklamaz da… -onunla bir odaya girdiğinde, “artık o eski kadın değil” bakışıyla içini ezebilir.

Toplumsal Roller | Kadının Kadına Aynası mı, Gardiyanı mı?

Toplumsal cinsiyet kuramları, kadının çoğu zaman erkek şiddetinden çok, kadın normlarından kaçamadığını söyler. Judith Butler’ın performatif kimlik teorisine göre “kadınlık” sabit bir kimlik değil, tekrar eden bir davranışlar dizisidir. Ve bu davranış dizisi çoğu zaman kadınlar tarafından kadınlara empoze edilir. “O öyle giyinmez.” “O çocuk yapmadan eksiktir.” “O artık bizim gibi değil.”

Ve burada asıl tehlike şudur: Kadın, başka bir kadının norm dışına çıkma ihtimalinden korkar. Çünkü bu, kendi güvenli konumunu sarsar. Sürüden ayrılanı kurdun değil, kadının kendisinin yemesi bu yüzdendir. Uyumlanamayan, dışlanır.

Simone de Beauvoir’dan İbn Arabî’ye Kadınlık Halleri

Beauvoir, İkinci Cins’te der ki: “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Ama bu “olunma” sürecinde kadını çoğu zaman başka kadınlar biçimlendirir. Annenin eli, öğretmenin bakışı, hemcins arkadaşların şakaları. Kadınlığı kadınlar taşır ama bu taşıyış bazen bir miras, bazen bir yük olur.

Ve belki de tasavvufun dilinde İbn Arabî’nin “ayna” metaforu burada yankılanır: Kadın, kadına aynadır. Ama her ayna bir gerçeği yansıttığı kadar, bir yanılsamayı da büyütebilir. Kendimizde sevmediğimiz yanları bir başkasında görmek, çoğu zaman onda kusur bulmakla sonuçlanır.

Ne Zaman Yurt, Ne Zaman Kurt?

İşte kırılma tam da buradadır. Kadın, başka bir kadını yurt da yapabilir, kurt da. Ve çoğu zaman bu ikilik aynı bedende taşınır. Kimi zaman şefkatle sarılan eller, kıskançlıkla titrer. Kimi zaman destek gibi görünen söz, alttan alta bir iğneleme taşır.

Peki belirleyici olan nedir?

Bu sorunun cevabı ne yalnızca biyolojide, ne sadece kültürde yatar. Kadının bir başkasına nasıl baktığını belirleyen şey; kendine nasıl baktığıdır. Kendisiyle barışık olan kadın, başka kadınları tehdit değil, ortak görür. Ama kendi kadınlığından utanan, bastırılmış arzularla dolu olan ya da onay ihtiyacını sadece erkek bakışında bulan kadın, başka bir kadının varlığını bir tehlike olarak okur. Çünkü o kadın, onun sakladığı veyahut onun biricikliğinde olmayan her şeyi yaşatıyor olabilir.

Örneğin, erilleşmeye muktedir olan ve bu haliyle de barışmış bir kadın; dişil niteliklere sahip olan ve bu halini çekincesizce ortaya koyan bir başka kadını kıskanmaz. Ta ki aşık olana dek… Eğer aşık olduğu erkek, maskülen bir yapıdaysa ve kadından beklentisi daha yumuşak, daha alımlı, daha “feminen” niteliklerse; ve kadın aşkın içinde yönünü kaybetmeye meyilliyse, orada bir yurtluktan söz etmek mümkün değildir. Aşk, kadının kendinden taşmasına değil, kendi içine daha da yerleşmesine vesile olmalıdır.

Gerçek bir kıskançlık anında, klişe ama kıymetli bir soruya dönülmelidir: “Ben neyi kıskanıyorum?” “Sevdiğim kişiyi, neden başkasından kıskanıyorum?” Bu sorgulama derinleştikçe cevap da berraklaşır: “Bende olmayanı mı kıskanıyorum?” Yoksa “ben de olmayacak olanı mı?”

Kıskançlık kimi zaman, “ben ona/bana bunları veremem” düşüncesinin sessiz bir itirafıdır. Bu da çoğu zaman, kadının kendi varoluşuna yönelttiği bir saygısızlığa dönüşür. Çünkü mesele çoğu zaman “kıskanmak” değil; “kendini olduğu haliyle kabul edememek”tir.

Kadın kendi işini görebilen, güçlü, bağımsız, sorumluluk alan ve kontrolü elinde tutan, toplumsal olarak eril roller ilan edilen yüklemlere sahip olabilir. Bu, onun eksik olduğu anlamına gelmez. Ama eğer aşık olduğu kişi, daha geleneksel ve dişil bir temsile yöneliyorsa, üstelik bunu yalnızca arzusal değil düşünsel olarak da kutsuyorsa; kadın ister istemez yönünü oraya çevirmeye meyleder. Sevgiyle, ait olma arzusu iç içe geçer.

Fakat bu yönelim, kendi doğasından uzaklaşma pahasına gerçekleşiyorsa; kadın hem kendine hem aşkına yabancılaşır. Eskiden tanımadığı kıskançlık duygusuyla sarmalanır. Ve bu his, zamanla huzursuzluğa dönüşür. Çünkü içten içe bilir: Bu kaygı, bir başkasına değil; kendi özünden uzaklaşmış olmaya duyulan kederdir.

Asıl mesele, bir ilişkide değil; bir dünyada -ve en çok da kendi iç evreninde-  kendisiyle var olabilme kudretidir. Kadın, kendi hakikatini terk etmeden de sevebilir. Çünkü gerçek aşk, dönüşümle birlikte bir eksilmeyi değil, derinleşmeyi getirir.

Kadın Dayanışmasında Onayın Psikolojik Kökleri | Neden Bir Kadının Onayı Başka Bir Kadın İçin Bu Kadar Önemlidir?

Kadınlar arası ilişkiler yalnızca dışsal davranışlarla değil, içsel dünyalarda da iz bırakır. Bir kadının başka bir kadını onaylaması – giyimiyle, yaşam tarzıyla, annelik tercihiyle, kariyer seçimleriyle ya da yalnızca varoluşuyla ilgili – o kadına yalnızca destek sunmaz; ona var olma izni verir. Bu onay, kadınların tarihsel olarak sürekli dış otoritelerce yargılandığı, denetlendiği ve sınırlandırıldığı patriyarkal kültürel yapılar içinde bir tür içsel özgürlük alanı yaratır.

Kadınların, özellikle ergenlikten itibaren toplumsal bakışlara göre şekillenme baskısıyla karşılaştıkları, görünürlüklerinin “diğer kadınlar tarafından kabul edilme” ihtiyacıyla pekiştiği birçok araştırmayla ortaya konmuştur. Evrimsel psikolojide bu, sosyal bağların güvenlik ve kaynaklara erişim üzerindeki etkisiyle açıklanır. Sosyal dışlanma, özellikle kadınlar için tarih boyunca yaşamsal bir tehdit olmuştur. Bu nedenle kadınlar, kadın topluluğuna ait olmayı, dışlanmamayı, kabul görmeyi -bazen erkek onayından bile daha öncelikli şekilde- önemseyebilir.

Bir kadının onayı; bir başka kadının kendi bedenine, anneliğine, başarısına ya da başarısızlığına, sevgilisine, yalnızlığına ya da özgürlüğüne “kendi içinde rahat bir yer” açmasını sağlar. Bu onayla birlikte, bir kadın sadece anlaşılmış hissetmez, aynı zamanda “yetersizlik” hissinden, “rekabet” baskısından ve “görülmeme” korkusundan da bir anlığına özgürleşebilir. Mesele, insanın bazen kendine bile veremediği “kabullenişi”, başka bir hemcinsi tarafından kendine aşılayabilme ihtiyacıdır.

İki Kadının Arasındaki O İnce Çizgi

Kadın kadının yurdu mudur, yoksa kurdu mudur?

Cevap bir yargı değil, bir yönelimdir. Bir kadın başka bir kadının gülüşünde kendi ışığını görüyorsa, orada bir yurt vardır. Ama bir kadın başka bir kadının varlığında kendi karanlığını hatırlıyorsa, orada bir kurtluk doğar.

Bu, sadece kadınların meselesi değildir. Bu, insanın kendine tuttuğu aynadan korkup korkmadığının meselesidir. Çünkü kadın, başka bir kadında sadece bir beden değil, bir ihtimali görür. Ve ya sarılır ona, ya da saldırır.

Ve belki de tüm mesele, bu ikisini ayırt edebilecek incelikte bir bilinç geliştirebilmektir.