eric fromm sevme sanatı
Blog,  Felsefe

Eric Fromm ve İnsan | Sevgiyle Üretken Olmak

Modern insan, özgürlüğün nimetleriyle yalnızlığın ağırlığı arasında sallanır. Eric Fromm, bu sallanışı görmüş ve anlamaya çalışmış bir düşünürdü. Freud’un öğrencisi olarak psikanalizin ışığında başlayan yolculuğu, onu insanın toplumsal ve tarihsel bağlamını anlamaya yöneltti. İnsan yalnızca bilinçdışının tutsağı değil, aynı zamanda kültürün ve toplumun içinde yoğrulmuş bir varlıktır. ‘Neden kaygılıyız, neden özgürlükten kaçarız, neden sevgiye hasretiz?’ soruları hâlâ çağımızda yankılanıyor.

Özgürlüğün Dayanılmaz Yalnızlığı

İnsan özgürleşmek ister, zincirlerini kırmak ister. Tarih boyunca verdiği mücadeleler bunun içindir. Ama Fromm der ki: özgürlük, sadece zincirlerden kurtulmak değildir; özgürlük aynı zamanda dayanılması zor bir yalnızlıktır. Feodal düzenin, dini yapı ve geleneklerin otoritesi yıkıldığında, insan kendini kendiyle baş başa bulur. Bu baş başalık kolay taşınmaz. Çünkü özgürlük yalnızca açılmış bir alan değil, aynı zamanda korkutucu bir sorumluluktur.

Bugün baktığımızda aynı manzarayı görüyoruz. Evet, istediğimizi giyiyoruz, istediğimiz yere gidiyoruz, kendi hayatımızın “seçimlerini” yaptığımızı düşünüyoruz. Ama bu seçimlerin çoğu, aslında bize dayatılmış sahte özgürlükler. Tüketim kültürü, binlerce seçenek sunarken, içimizi daha da boşaltıyor. Sosyal medyanın kalabalıkları bizi yalnızlığımızdan kurtarmıyor; yalnızlığımızı kalabalıkların ortasında daha görünmez kılıyor. Ve insan, özgürlüğün ağırlığından kaçmak için yeniden otoriter yapılara sığınıyor, güçlü figürlere bağlanıyor, kendini kitlelerin güvenli akışına bırakıyor.

Fromm’un söylediği gibi, özgürlük iki yüzlüdür: bizi bağımsızlaştırır, ama aynı zamanda bizi yalnızlığın kaygısına sürükler. Eğer bu özgürlüğü üretken bir yaşama, yaratıcı bir sevgiye dönüştüremezsek, kaçınılmaz olarak yeniden zincirler ararız.

“İnsanın özgürlüğü, yalnızca otoriteden kurtulmakla değil, kendisini gerçekleştirmekle ölçülür.” (Özgürlükten Kaçış)

Yabancılaşmanın Çağdaş Biçimleri | Eric Fromm

Kapitalist toplum insanı özgürmüş gibi gösterir, ama aslında onu kendi emeğine, kendi benliğine, hatta kendi arzularına yabancılaştırır. İnsan bir nesne gibi satılır, kendi varlığını performansla, rakamlarla, takipçi sayılarıyla ölçer. Tam da burada Fromm’un sesi bugüne uzanır: modern insanın krizi, yalnızca –Marx’a ithafla- ekonomik değil, varoluşsaldır.

Sahip olmak ile olmak arasındaki farkı düşündüğümüzde, bu yabancılaşma daha da berraklaşır. İnsan sevgiyi bile bir mülkiyet gibi yaşar. “Sana sahibim” diyerek sevdiğini sanır, ama aslında onu nesneleştirir. Kapitalist toplumda ilişkiler hızla kurulur, hızla yıkılır; tıpkı bir ürünün alınıp atılması gibi. Oysa insanın gerçek ihtiyacı, sahip olmak değil, olmak; bir şeyleri tüketmek değil, varoluşunu üretken kılmak.

“Modern insan her şeye sahiptir, ama kendisi yoktur.” (Sahip Olmak ya da Olmak)

Sevgi Bir Duygu Değil, Bir Sanat

Fromm için sevgi, en temel insan kapasitesidir. Ama yanlış anlaşılan bir kapasite. Sevgi, pasif bir duygulanım değildir; başımıza gelen bir şimşek gibi inmez. Sevgi, bir eylemdir, bir sanattır. Bir sanat gibi öğrenilmesi, çalışılması, pratik edilmesi gerekir. Sevgi, ancak olgun bir benliğin verebileceği bir üretkenliktir.

Burada “üretkenlik” kavramına dikkat kesilmek gerekir. Fromm’a göre gerçek sevgi, edilgin bir haz değil, yaratıcı bir üretkenliktir. İnsan sevgi aracılığıyla kendisini aşar, dünyaya yeni bir şey katar. Bu bazen bir çocuk yetiştirmektir, bazen bir dostluğu büyütmektir, bazen bir sanat eseri yaratmak ya da bir topluma emek vermektir. Sevgi, kendi içine kapanmış varoluşu dışa açar, insanı kendi dar benliğinden çıkarıp hayatın akışına katılır kılar.

“Sevgi, insanın kendi üretken gücünün eylemidir.” (Sevme Sanatı)

Sevginin Dört Ögesi: Özen, Sorumluluk, Saygı, Bilgi

Fromm’un sevgi analizinin merkezinde dört temel öge vardır: özen, sorumluluk, saygı ve bilgi.

Özen, sevginin ilk işaretidir. Bir bahçeye bakar gibi, bir çocuğu büyütür gibi, bir dostun acısına kulak verir gibi. Özen, sevgilinin, dostun, insanlığın varlığına titizlikle yaklaşmaktır. Onun gelişimine dikkat etmektir. Burada pasif bir şefkat yoktur; etkin bir çaba vardır. Özen, sevgiyi sıradan duygulardan ayırır; çünkü emek ister.

Sorumluluk, özenin devamıdır. Başkasının varlığını kendi varoluşumuzun bir parçası olarak görmektir. Ama bu sahiplenmek değil, katılmaktır. Sorumluluk, “senin için ben varım” demektir, ama aynı zamanda “senin özgürlüğün için ben buradayım” anlamına gelir.

Saygı, belki de en zor olanıdır. Çünkü saygı, karşındakini olduğu gibi kabul etmektir; onu kendi arzularımıza göre biçimlendirmeye çalışmadan. Saygı olmadan sevgi, kolayca egemenliğe, bağımlılığa dönüşür. Oysa gerçek sevgi, karşıdakini özgürlüğüyle sevmektir.

Bilgi, sevginin olgunlaşmasıdır. Sevmek, bilmek demektir; yüzeysel imajların ardında insanın içsel hakikatini tanımaktır. Ama bu bilgi, soyut bir kavrayış değil, yaşanmış bir bilgidir. Başkasının varlığına dikkatle bakmaktan doğar. Burada Simone Weil’in “ilgi” kavramı ile Fromm’un “bilgi” anlayışı birleşir: gerçekten görmek, dikkatle bakmak, özün çıplaklığını fark etmek.

“Sevgi, insanı nesneye kör eden bir yanılsama değil, onun özünü görmesini sağlayan bir bilgidir.” (Sevme Sanatı)

Günümüzde Sevginin Krizi

Teknolojinin hızında, sevgiye dair kapasitemizi yitiriyoruz. İlgi, parçalanmış durumda. Bildirimler, algoritmalar, sürekli uyarılar, dikkatimizi böldükçe, gerçek bir özen gösteremez oluyoruz. Simone Weil’in dediği gibi, ilgi saf bir emek ister; ama biz ilgimizi saniyeler içinde harcıyoruz. Bu yüzden sevgiye dair çabamız da yüzeyselleşiyor.

Modern ilişkilerde çoğu zaman “kullan-at” mantığı işliyor. İnsanlar birbirini deneyim nesnesi gibi görüyor. Ama Fromm’un dediği gibi, sevgi sahip olmak değil, olmakla ilgilidir. Yani sevgideki asıl soru, “ne elde ediyorum?” değil, “ben kim oluyorum?” sorusudur.

Sevgi ve Özgürlüğün Buluşması

Fromm’un belki de en radikal tezi şudur: gerçek sevgi, özgürlüğü yok etmez, özgürlüğü güçlendirir. Çoğu insan sevgiyi bağımlılık sanır; birine bağlanınca özgürlüğünü kaybettiğini düşünür. Ama olgun sevgi, tam tersine, özgürlüğü derinleştirir. Çünkü gerçek sevgi, başkasını kendi gibi var kabul etmektir; onu sahiplenmek değil, onunla birlikte var olmaktır.

Ve işte tam burada sevgi, üretkenliğin en yüksek biçimine dönüşür. Özgürlüğü derinleştiren sevgi, insanın yaratıcı gücünü harekete geçirir. Kendi benliğini aşan bir emek, kendi sınırlarını aşan bir varoluş. Bir çocuk yetiştirmek, bir dostluğu büyütmek, bir topluma hizmet etmek ya da bir sanat eseri yaratmak… Sevgi, üretkenliğe dönüşmedikçe, kendi üzerine kapanır ve söner. Ama üretkenleştiğinde, insanı özgürlüğüyle dünyaya bağlar.

Sevgiyi Hatırlamak

Fromm’un mirası bize hâlâ fısıldıyor: özgürlüğün yalnızlığını, ancak sevginin üretkenliğiyle dönüştürebiliriz. Kendimize özen göstermeyi, başkasına sorumlulukla katılmayı, saygı duymayı, bilgiyi derinleştirmeyi yeniden öğrenmemiz gerek. Weil’in “ilgi” dediği saf dikkatle, Fromm’un sevginin sanatı dediği bilinçli çabayı birleştirmek.

Çünkü bugün en çok kaybettiğimiz şey budur: ilgi. Birbirimize bakmayı unuttuk. İçinde bulunduğumuz dünyanın, doğanın, çocukların, sevgililerin yüzlerine dikkatle bakmayı. Ve belki de bu yüzden en çok hasret kaldığımız şey de sevgidir.

Eric Fromm’un sesi, Simone Weil’in sesiyle birleştiğinde, bize tek bir hakikati hatırlatır: Sevgi, bir duygudan öte bir sorumluluktur. İlgiyle başlayan, özenle büyüyen, saygıyla derinleşen, bilgiyle olgunlaşan bir sorumluluk. Bu sorumluluğu üstlenmedikçe, özgürlüğümüz yalnızlık olarak kalacak. Ama sevgiyle birleşmiş bir özgürlük, insanı hem kendine hem başkasına hem de dünyaya yeniden bağlayacak.

Ve belki de asıl hatırlamamız gereken: “biz ancak sevgiyle varız.”

Kaynakça:

  • Eric Fromm, Sevme Sanatı. (Çev. Yurdanur Salman). Payel Yayınları
  • Eric Fromm, Özgürlükten Kaçış. (Çev. Şemsa Yeğin). Say Yayınları
  • Eric Fromm, Sahip Olmak ya da Olmak. (Çev. Aydın Arıtan). Arıtan Yayınevi
  • Simone Weil, Yerçekimi ve Lütuf. (Çev. Ayşe Meral). Metis Yayınları
  • Eric Fromm, Sağlıklı Toplum. (Çev. Yurdanur Salman). Payel Yayınları