barthes felsefesi aşk
Blog,  Felsefe

Barthes ve En Çıplak Soru: Aşk, Anlamın Taşıyıcısı

Barthes ve Aşk.

Roland Barthes, Fransız edebiyat kuramcısı, düşünür, metinlerin gizli anlamlarını açığa çıkaran bir sezgiciydi. Metinlerinde, yazarın niyeti tek belirleyici değil; okuyucunun deneyimi, metnin kendi sesi, Barthes’in felsefesinde eşdeğer önemdeydi. Ama en çıplak, en kişisel alanı? Aşk. Aşk Sözcükleri Üzerine… orada, aşkı hem felsefi hem deneyimsel bir mercekten inceliyor, modern bireyin kalbinde yankılanan görünmez rehberliğini bırakıyordu.

Aşk, Barthes’e göre açıklanamaz. Açıklamak boşunadır; kelimeler çoğu zaman yetersiz, yetmeyecek. Çünkü aşk, mantıksal bir yapı değil; arzunun, bekleyişin, suskunluğun içinde çoğalan bir varlıktır. Aşık olan kişi konuşur, yazar belki; ama anlamı tamamlayamaz. Taşır sadece; her kelimeyle biraz daha çoğalır, biraz daha derinleşir. İşte bu yüzden, aşk bir dildir; gizli, kırılgan, ama bir o kadar canlı.

“Aşık, kendini ifade etmeye çalışırken sürekli olarak başarısız olur; ve bu başarısızlık, aşkın en saf hâlidir.” | Barthes¹

Barthes’in aşkı, kendini ve ötekiyi keşfetme süreci. Karşısındaki insana anlam verirken kendi varlığını dönüştürür. Bu süreç, bireysel bir deneyim gibi görünse de, aynı zamanda kültürel ve sosyal bir oyundur. Suskunluk, bakış, bekleyiş… her biri anlamın taşıyıcısı, her biri arzunun ritmi, her biri zamanın kendi sessiz müziği.

Platon’da aşk, ruhun idealar dünyasında yükselişi, tamamlanma arayışıdır. Metafizik bir tutku, bir eksikliğin arayışıdır. Barthes’teyse aşk, deneyimsel bir süreçtir; tamamlanmak yok, sürdürmek var. Kierkegaard, aşkı Tanrı ile ilişkilendirir, varoluşun en yoğun deneyimi olarak. Barthes ise: Tanrı gerekmez, aşk kendi başına değerli, kendi başına gerçek.

Aşkın paradoksu burada: sahiplenemezsin, kontrol edemezsin; ama suskunluk ve ertelenmiş arzuyla çoğalır. Boşluk ve doluluk arasında sürekli gidip gelir; aşkın kendisi o gidip gelmede saklıdır. Öteki, sadece bir hedef değildir; bir ayna, kendi benliğini anlamlandırdığın alan. Aşk, yargı değildir; farkındalık, bir keşiftir.

Ve dil devreye girer. Barthes’e göre, aşkın dili ne konuşulur ne tamamlanır; taşınır sadece. Kelimeler yetmediğinde bakışlar, dokunuşlar, bekleyişler konuşur. Arzu, suskunluğun içinde büyür. Biz ise kelimelerden kaçarken, anlamın sınırlarında dolaşırız.

“Aşk, insanın kendine yabancılaştığı tek alandır; yeniden bulma, ama hep eksik bir biçimde.” | Barthes²

Bu cümlenin felsefi alt temeli, aşkın bir bilinç durumu olarak bireyi kendi özünden uzaklaştırmasıdır. Aşık olan kişi, öteki aracılığıyla kendini yeniden keşfeder; kendi benliğini bir yansıma olarak görür. Bu yabancılaşma, Sartre’ın varoluş felsefesinde olduğu gibi bir “ötekinin bakışı” aracılığıyla oluşur: Öteki, sadece bir partner değil, kendine dair yeni bir perspektif sunan aynadır. Ama bu süreç tamamlanmaz; her arayış, her tutku, eksik bir bilinçle sürer. Bu yüzden aşk, hem özgürleştirici hem de bilinçli bir gerilim alanıdır; insan hem kendinden uzaklaşır hem de kendini biraz daha keşfeder.

“Her bakış, küçük bir dilimdir; her sessizlik, bir cümle.” | Barthes³

Barthes’in metinlerinde sıkça rastlanan bir tema: aşkın ritmi, zamanın ritmiyle uyumlu değildir. Beklemek vardır, sabır vardır; arzuyu erteleriz, ama ertelendikçe çoğalır. Modern aşk, hızla akarken, Barthes’in bakışı bize yavaşlamayı hatırlatır. Her bakış bir cümle, her suskunluk bir paragraf. Her bekleyiş bir ritim.

Sosyal medyanın hızlılığı, bireysel özgürlük çağında aşk çoğu zaman açıklanabilir, ölçülebilir, sahiplenilebilir gibi görünür. Barthes’in yaklaşımı ise hatırlatır: aşk, açıklamada değil; deneyim ve dilin sınırlarında büyür. Suskunluk, bekleyiş, küçük dokunuşlar… anlamı çoğaltır, hayatı çoğaltır.

Modern birey, bu deneyimin içinde kaybolduğunda Barthes’i hatırlamalı. Aşk, mantıksal çözümlemelerle açıklanamaz; ama suskunluğun, bakışın, dilin sınırlarında kavranabilir. Aşk, yaşanır, sahiplenilemez. Ama yaşandığında dönüşür, çoğalır, özgürleştirir.

Barthes’in aşk felsefesi, sadece romantik bir deneyim değil; felsefi bir öğretidir. Kendini ve ötekiyi keşfetme, anlamı çoğaltma, arzuyu erteleme… hepsi modern aşkın içsel dinamikleridir. Ve biz, her kelimenin, her suskunluğun, her bakışın içinde biraz daha görünür oluruz.

Sonunda, aşk: açıklanamaz, sahiplenilemez, ama yaşanabilir. Ve yaşandığında, sadece bizi dönüştürmekle kalmaz; bakışlarımızı, suskunluklarımızı, kelimelerimizi değiştirir. Her bekleyiş bir ritim, her dokunuş bir anlam. Anlam yok mu? Yok. Ama his var. Ve his, her açıklamadan daha gerçektir. Barthes’in dediği gibi: aşk, yaşandığı anda kendini açığa çıkarır. Biz ise, o açığa çıkışın içinde, kendimizi biraz daha keşfeder, biraz daha çoğalırız; bir anlamdan ziyade bir varoluş, bir ritim, bir dil oluruz.

Kaynakça:

¹ Barthes, Roland. Aşka Dair Parçalar, Paris: Éditions du Seuil, 1977.

² Barthes, Roland. Aşka Dair Parçalar, s. 28.

³ Barthes, Roland. Aşka Dair Parçalar, s. 45.